Allah’a güvenmek, Allah’ın rahmetine, hikmetine güvenmek demektir.
Kur’an’daki surelerin başında kendini Rahman ve Rahim olarak bize takdim eden Allah’ın, bizi perişan etmek için işler yapacağını düşünmek, Allah’ı gereği gibi tanımamak anlamına gelir. Allah kullarına öyle şefkatlidir ki, bütün isyanlarına, nankörlüklerine, inkârlarına rağmen onlara bin bir türlü nimetler veriyor ve bu nimetlerini kesmiyor.
İnsanların başına gelen sıkıntıların büyük çoğunluğu, insanın kendi su-i istimalinden, kâinat çapında yürürlükte olan ilahî kanunlara riayet etmemekten kaynaklanıyor. Hastalıkların çoğunluğunun insanların yanlışlarından kaynaklandığını bugün modern tıp da itiraf ediyor.
Unutmamak gerekir ki, insanlar Allah tarafından imtihana tabi tutulmuşlar. Bu imtihanın gereği olarak lezzetler yanında elemler, acılar da vardır. Nimetlere karşı şükür, sıkıntılara karşı sabır bu imtihanda başarılı olup olmanın en önemli kriteridir.
Allah’a tevekkül ederken, hem bu dünyayı hem de öbür dünyayı göz önünde bulundurmak durumundayız. Burada bir sıkıntı varsa, karşılığında bize mutlaka sevap verir diyerek Allah’a güveneceğiz. Efendimiz (a.s.m) bu konuyu meal olarak şu ifadelerle özetlemiştir.
“Müminin bulunduğu her durumu güzeldir. Şayet bir nimet içinde olursa, ona şükreder ve sevap kazanır. Şayet bir musibetle karşılaşsa, sabreder yine sevap kazanır.” (Müsned, 1/173)
Bundan da anlaşılıyor ki, Allah’a tevekkül edip güvenmek, onun insanlara olan merhametine ve hikmetine itimat etmek demektir. Mesela, hastalıklar insanın günah kirlerini sabunlu su gibi yıkar temizler. Ebedi bir hayatı kazandıran geçici bir sıkıntı karşısında sabırlı olmak, kalbini bozmamak ne kadar kârlı bir ticaret olduğu iman şuuru olan herkesin anladığı bir husustur.
En büyük bir perişanlık hâlinde bile Allah’a karşı kalbini bozup bozmaması bir müminin önemli imtihanlarından biridir.
“Öyle insanlar vardır ki Allah’a, sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana mâruz kalırsa yüzüstü dönüverir. Dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur.”(Hac, 22/11)
mealindeki ayette, bu imtihanın ince detaylarından birine işaret edilmiştir.
“Babamıza güvenmek böyle değildir. Bir konuda babamıza itimat etsek, bizi elinden geliyorsa perişan etmeyeceğini biliriz.” ifadesinin bir doğrusu daha vardır ki o da şudur; Allah dilemediği sürece hiçbir baba hiçbir şey yapamaz. Onun için babaya gerçek manada güvenmek sadece bir oyalamaktan ibarettir.
“Elinden geliyorsa...” deniliyor, zaten gerçek anlamda elinden ne geliyor ki?.. Deyim yerindeyse, binlerce babanın şefkatinin toplamından daha fazla bir şefkate sahip olan ve üstelik her dilediğini yapabilecek güçte olan Allah’a güvenmeyip de şefkatinin gereğini yerine getirmekten âciz olan bir babaya -Allah’a güvenir gibi- güvenmek, hataların en büyüklerinden biridir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder