20 Mart 2020 Cuma
Kadınlar âdetli veya lohusa iken dua edebilirler mi?
Kadınlar âdet günlerinde veya nifâs (lohusalık) hâllerinde iken dua edebilirler; zikir ve dua anlamı taşıyan âyet-i kerimeleri okuyabilirler. Bunun yanında, kelime-i şehâdet, kelime-i tevhid, istiğfar, salâvat-ı şerife getirebilirler. Tefsir, hadis ve fıkıh eserlerini okuyup inceleyebilirler (Bkz. İbn Nüceym, el-Bahr, I, 210; Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘inâye, I, 142; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 319-320; Şirbînî, Muğnî’l-muhtâc, I, 120-121, 172).
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
19 Mart 2020 Perşembe
Âdetli ve lohusa kadın camiye girebilir mi?
İslam âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre; hayızlı ve nifaslı kadınların camiye girmeleri caiz değildir (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 73-74; Mevvâk, et-Tâc, I, 552; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 119).
Hayız ve nifas hâlleri, dinimizce hükmen kirlilik sayılmakta ve ibadetlere engel kabul edilmektedir. Camiler de ibadet mekânıdırlar. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ben hayızlı ve cünüp kimsenin mescide girmesini/mescidde bulunmasını helal görmüyorum.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 94; İbn Huzeyme, Sahîh, II, 284); “Mescid, hayızlı ve cünübe helal değildir.” (İbn Mâce, Tahâra, 126) buyurmuştur. Bazı âlimler ise ihtiyaç hâlinde örneğin camideki bir eşyayı almak için, âdetli kadının camiye girmesini veya camiden geçen yolun daha yakın olması gibi bir sebeple caminin içinden geçmesini caiz görmüşlerdir (İbn Kudame, el-Muğnî, I, 166; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 119). Hanefîler de ihtiyaç olması hâlinde cünüp kişinin, teyemmüm yapmak şartıyla mescidden geçebileceğini ve orada ihtiyaç oranında kalabileceğini caiz görmüşlerdir (Kâsânî, el-Bedâî’, I, 38). Bu görüşlerin dayanaklarından birisi, Hz. Peygamberin (s.a.s.) bir defasında, âdet gününde olan Hz. Âişe’den mescide bir örtü uzatmasını istemesidir (Müslim, Hayız, 11; Ebû Dâvûd, Tahâret, 105). Hanbelîlerden bir görüşe göre cünüp, adetli ve lohusa kimseler bu durumda iken namaz abdesti almaları şartıyla mescidde bulunabilirler (Merdâvî, el-İnsâf, I, 347). Zâhirilere göre ise âdetli kadın camiye girebilir ve orada durabilir (İbn Hazm, el-Muhallâ, V, 196). İhtiyaç halinde bu görüşlerle de amel edilebilir.
Âdetli ve lohusa olan kişiler hakkındaki bu hükümler, duvar veya başka bir şeyle çevrilip mescid olarak inşâ edilmiş ve içerisinde îtikâfın yapılmasının sahih olduğu yerler için geçerlidir. Bu nedenle mescidlerin avlusu ve müştemilatında bulunup da duruma göre imama uyulabilen yerler mescidden farklı değerlendirilmiştir. Bu yerler Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîlerden gelen sahih görüşe göre bu konuda mescidin hükümlerine tabi değildir (Bkz. el-Mevsûatü’l-Fıkhiyye, V, 224).
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
18 Mart 2020 Çarşamba
Âdet hâlindeki bir kadın Kur’an-ı Kerim’e dokunabilir mi?
Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri ile Malikî mezhebindeki ağırlıklı görüşe göre, cünüp veya hayız hâlindeki kimselerin Mushaf’a dokunmaları caiz değildir. Bu konuda genel olarak “O, elbette değerli bir Kur’an’dır. Korunmuş bir kitaptadır. Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir. Âlemlerin Rabbi’nden indirilmedir.” (Vâkıa, 56/77-80) âyetleri ile Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Amr b. Hazm’a yazdığı mektuptaki “Kur’an’a temiz olandan başkası dokunmaz” (Muvatta, Kur’an, 1) rivayetini ve bazı kabilelere yazdığı mektuplarda cünüp ve hayızlı kimselerin Mushafa dokunmalarını yasaklamasını (Serahsî, el-Mebsût, III, 152) delil olarak kullanmışlardır (Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘İnâye, I, 142; Mâverdî, el-Hâvî, I, 384; Râfiî, el-‘Azîz, I, 293; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 202-203; İbn Kudâme el-Makdisî, el-Kâfî, I, 135; Karâfî, ez-Zehîra, I, 378).
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
17 Mart 2020 Salı
Kadınların hayız ve nifas hâllerinde yapamayacakları şeyler nelerdir?
Hayız ve nifaslı kadınlar için bazı özel hükümler vardır. Bu hâllerden biri kendinde bulunan kadınlar;
a) Cinsel ilişkide bulunamazlar. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de, “Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki; o bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın…” (Bakara, 2/222) buyrulmaktadır.
b) Namaz kılmaz, oruç tutmazlar. Çünkü Hz. Peygamber bu durumdaki kadınların oruç tutmayacaklarını ve namaz kılmayacaklarını bildirmiştir (Buhârî, Hayz, 6). Bu konuda müçtehitler görüş birliği içindedirler. Hayız ve nifas hâllerinde kılınmayan namazlar daha sonra kaza edilmez; bu hâllerde tutulmayan Ramazan oruçları ise kaza edilir. Hz. Âişe (r.a.), hayız hâli sona eren kadının namazlarını kaza edip etmeyeceğini soran bir kadına “Resûlullah zamanında ay hâlinden çıktığımızda bize oruçları kaza etmemiz emredilir, namazları kaza etmemiz ise emredilmezdi.” (Müslim, Hayz, 67- 69) cevabını vermiştir.
c) Kâbe’yi tavaf edemezler. Hz. Peygamber (s.a.s.), ay hâli sebebi ile hac yapamayacağından endişe ederek ağlayan Hz. Âişe’ye (r.a.) “Kâbe’yi tavaf etmek dışında, haccedenlerin yaptığı her şeyi yap” (Buhârî, Hayz, 1) buyurmuştur.
d) Gerekmedikçe cami ve mescitlere giremezler (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 73-74; Mevvâk, et-Tâc, I, 552; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 119).
e) Özel hâllerinde kadınların Kur’an-ı Kerim’e dokunmaları ve onu okumaları konusunda İslam bilginleri farklı görüşler ortaya koymuşlardır.
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
16 Mart 2020 Pazartesi
Kadınlardan gelen beyaz ve kokusuz akıntı abdesti bozar mı?
Kadınlardan gelen; âdet, lohusalık ve özür kanı dışındaki akıntıların abdesti bozup bozmadığına dair Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den nakledilen bir bilgi bulunmamaktadır. Fıkıh kaynaklarında ise, erkek kadın ayırımı yapılmaksızın iki yoldan (önden ve arkadan) gelen her şeyin abdesti bozduğu ifade edilmektedir (Merğînânî, el-Hidâye, I,106; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 230; Nevevî, Ravda, II, 102; Kâsânî, Bedâî’, I,24; İbn Cüzey, el-Kavânîn, 89).
Günümüzdeki tıbbî verilere göre sağlıklı her kadından beyaz ve kokusuz bir akıntı (rutûbetü’l-ferc) salgılanması normal bir durum olarak kabul edilmektedir. Bu akıntı rahimden değil, daha aşağıdan gelmekte, herhangi bir necis madde ile de karışmamaktadır. Bu nedenle temiz kabul edilen akıntı abdesti bozmadığı gibi çamaşıra bulaşması da namaza engel değildir (Kâsânî, Bedâî’, I, 24; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 305).
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
15 Mart 2020 Pazar
Âdet görmesi gecikmiş kızlar ne zaman mükellef olurlar?
Dinî hükümlerle mükellef olma, ergen olmakla başlar. Kızlar âdet görmekle büluğa ermiş yani ergen sayılırlar.
15 yaşına kadar ergenliğe ulaşmamış bir kız, 15 yaşını bitirdiği tarihten itibaren hükmen ergen ve mükellef sayılır (Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 234-235; Tahtâvî, Hâşiye, 108; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 226).
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
14 Mart 2020 Cumartesi
Hırsızlık cezasının şartları
Başkasının koruma altındaki malını gizlice almak, temyiz gücüne sahip, büluğ çağına gelmiş bir kimsenin, başkasının korunan ve bozulmayan şeylerden olan ve miktarı on dirhem gümüş para veya bunun değeri kadar bir malını gizlice çalmak anlamına gelir.
Hırsızlık; kitap, sünnet ve icmâ delilleriyle yasaklanmıştır. Kur'ân'da şöyle buyurulur:
"Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesiniz." (Maide, 5/38).
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Sizden öncekiler şu sebeple helâk oldular, Onlar, şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, hırsızı serbest bırakırlar. Güçsüz bir kimse hırsızlık yapınca da ona ceza uygularlardı."(eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII,131,136).
Hırsızlık sâbit olunca, el kesme (had cezası) uygulanır. Had cezası gerekli olmayan durumlarda ise zararın tazmini yoluna gidilir.
Had cezası uygulandıktan sonra, çalınan mal elde bulunuyorsa, bu malın mâlikine iâde edilmesi gerektiğinde İslâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır. Ancak çalınan mal telef olmuşsa, tazmini gerekip gerekmediği ihtilaflıdır.
Hanefilere göre, çalınan mal helâk olmuşsa, had cezası uygulandığı takdirde ayrıca malın tazmini gerekmez. Yani had'le tazmin bir kişide toplanmaz. Eğer, malın sahibi, mahkemeye başvurmazdan önce çalınan malın tazminini talep etmişse, hırsıza el kesme cezası uygulanamaz. Eğer had'din uygulanmasını hâkimden istemişse, artık hırsızın, helâk olan malı tazmini gerekmez. Çünkü yukarıdaki âyetçe yalnız had cezasından söz edilmiş, ayrıca tazminata yer verilmemiştir. Diğer yandan Nebî (s.a.s); "Hırsıza had cezası uygulandığı zaman, artık malı tazmin etmesi istenemez." (Zeylaî, Nasbu'r Râye, Mısır,1938, III, 375).
Mâlikilere göre, hırsız zenginse hem had, hem de telef olan malın tazmin cezası birlikte uygulanır. Yoksulsa yalnız had uygulanır.
Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, hırsız zengin olsun, yoksul bulunsun had ve tazmin cezası birlikte uygulanır. Çalınan mal misli ise, misliyle kıyemî ise kıymetiyle tazmin ettirilir. Çünkü had cezası Allah hakkı, tazmin cezası ise kul hakkı niteliğindedir. Diyet ve keffârette olduğu gibi, bunlardan birisi diğerine engel teşkil etmez (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır; ts., II, 408 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 270; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 284; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, VI, 95, 96).
Hırsızlığın tekrarı hâlinde, İslâm hukukçuları, ilk hırsızlıkta hırsızın sağ elinin, ikincisinde ise sol ayağının kesileceği konusunda görüş birliği içindedir. Hanefî ve Hanbelîlere göre, üçüncü ve daha sonraki hırsızlıklarda, çalınan malın tazmini, ta'zir (Devletin koyacağı ceza) ve pişmanlık gösterinceye kadar hapis cezası gibi cezalar uygulanır. Hz. Ali'nin uygulaması böyle olduğu gibi, Hz. Ömer'den de benzer uygulama nakledilmiştir. Ashâb-ı kiramın gözü önünde yapılan bu uygulamalara, karşı çıkan olmadığı için, konu hakkında icmâ (ittifak) meydana geldiği söylenmiştir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 2. baskı, Beyrut 1394/1974, VII, 86; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr,1. baskı, Bulak 1316/1898, IV, 248; İbn Kudâme a.g.e., VIII, 264). Mâlikî ve Şâfiîler, üçüncü ve dördüncü hırsızlık suçunda sol elin ve sağ ayağın kesileceği görüşünü benimsemişlerse de, bu konuda dayandıkları Ebû Hüreyre'den rivâyet edilen hadisin zayıf olduğu belirlenmiştir (İbn Rüşd, a.g.e., 409 vd.; Zeylaî, a.g.e., III, 368).
Hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için, hırsızda veya çalınan malda bir takım şartların bulunması gerekir.
Hırsızla İlgili Şartlar Şunlardır:
Hırsızın had cezasına ehil olması gerekir. Bu da onun akıllı ve erginlik çağına ulaşmış olmasını gerektirir. Bu yüzden küçük çocuklarla akıl hastalarına hırsızlık had cezası uygulanmaz. Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Üç kişiden kalem kaldırılmıştır; erginlik çağına kadar çocuktan, iyileşinceye kadar akıl hastasından ve uyanıncaya kadar uyuyandan." (Buharî, Hudud, 22, Talak;11; Ebû Dâvud, Hudud,17; Tirmîzî, Hudûd,1).
Had cezası fiilin suç işleme kastıyla işlenmesini gerektirir. Küçük veya akıl hastasının fiilî suç olarak nitelendirilemez. Hatta Ebû Hanîfe ve Züfer'e göre, toplu hırsızlıkta hırsızların arasında küçük ve akıl hastası bulunsa, hiçbirisine had (el kesme) cezası uygulanamaz. Ebû Yûsuf'a göre ise, bu konuda topluluktan, malı fiilen çalan hangisi ise ona göre hüküm verilir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 67; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 220).
Çalınan Malla İlgili Şartlar:
1) Malın mütekavvim olması. İnsanların değer verdiği tecavüz yoluyla telef edildiğinde tazmini gereken ve İslâm hukukuna göre alım-satımı meşru olan şeye "mütekavvim mal" denir. Buna göre, bir kimse hür bir insanı çalsa, hırsızlık cezası uygulanmaz. Çünkü hür insan bir mal değildir. Ancak tazir cezası verilir. Şarap veya domuzu çalma hâlinde de hüküm böyledir. Çünkü şarap ve domuz, Müslüman hakkında kıymetli mal sayılmaz (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 230).
2) Malın nisap miktarında olması. Hanefilere göre, hırsızlık nisabı bir dînâr (yaklaşık 4 gr. altın para) veya on dirhem (toplam 28 gr. gümüş para) yahut bu ikisine denk kıymetteki mal veya paradır. Hz. Peygamber devrinde, 1 dinâr veya 10 dirhem para, iki tane kurbanlık koyun alabilecek kadar satın alma gücüne sahiptir (es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrut 1398/1978, IX,137; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 77; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 220). Delil şu hadislerdir:
"On dirhemden az olan şeylerde el kesme yoktur." (Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, a.g.e., III, 359).
"El kesme, ancak bir dinâr veya on dirhem parayı çalma hâlinde olur." (Zeylaî, a.g.e., III, 360, III, 358).
"Hırsıza ancak kalkanın satış bedeli kadarını çalması halinde had uygulanır. Hz. Peygamber devrinde bu kıymet, on dirhem idi." (Zeylaî, a.g.e., III, 359).
Çoğunluk İslam hukukçularına göre, hırsızlık nisabı, altından dinarın dörtte biri veya hâlis gümüşten üç dirhem yahut bunların kıymetidir. Dayandıkları delil şu hadislerdir:
"Dinarın dörtte biri ve daha fazlası kadar hırsızlıkta had cezası uygulanır." (Şevkânî, a.g.e., VII,124).
"Kıymeti üç dirhem olan kalkanda hırsızlık had'di uygulanır ki bu da dinarın dörtte biri kadardır." (Zeylaî, a.g.e., III, 355; İbn Rüşd, a.g.e., II, 408; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 240).
Burada, iki görüşün dayanağı olan hadisteki kalkanı Hanefiler on dirhem kıymetinde kabul ederken, diğerleri dörtte bir dinar veya üç dirhem olarak kabul etmişlerdir.
Çalınan malın kıymetinin, hırsızlık tarihinden cezanın uygulanacağı vakte kadar on dirhemden aşağıya düşmemesi gerekir. Ancak mal, bir ayıp isabet etmesi veya telef olması yüzünden eksilmiş veya tamamen zayi olmuşsa bu durum had cezasına engel teşkil etmez (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ ale'l-Muvatta', VII, 158). Çoğunluğa göre ise, malın korunma yeri (hırz altı)nden çalındığı tarihe göre işlem yapılır.
İslâm hukukçuları, toplu hırsızlıkta çalınan mal, herbirine bölündüğünde nisabı aşıyorsa hepsi için had cezası uygulanacağı konusunda görüş birliği içindedir nisabın altına düşüyorsa Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye göre, hiçbirine had uygulanmaz. Çünkü herbiri nisap kadar mal çalmamış sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 78; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 225).
3) Çalınan şeyin koruma (hırz) altında olması. Hırz, sözlükte; bir şeyin korunduğu yer, demektir. Bir terim olarak; ev, dükkân ve çadır gibi, âdetler bakımından insanların mallarını korumak için yapılan yerleri ifade eder. Hırz ikiye ayrılır: Hadiste: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur." (Şevkânî, a.g.e., VII, 127; A. b. Hanbel, Müsned, III, 464) buyurulur.
a) Kendi başına hırz sayılan yerler. Bunlar, malları korumak için hazırlanan yerler olup, izinsiz girmek yasaklanmıştır. Ev, dükkân, han, kasa, sandık gibi. Bunlarda bekçi bulunsun veya bulunmasın, kapı açık veya kapalı olsun hırz niteliği devam eder. Çünkü bina veya yer hırz amacıyla yapılmıştır.
b) Başkası sebebiyle hırz sayılan yerler. Bunlar mal saklamak için yapılmamış olan yerler olup, kendisine izinsiz olarak girilebilir ve giriş yasağı bulunmaz. Mescidler, yollar, resmî daireler gibi. Bunların hükmü bekçisi bulunmadığı takdirde herkese açık olan kır, mera ve sahra hükmündedir. Bunlarda mala yakın yerde bekçi bulunursa, bekçi uykuda olsun uyanık bulunsun, hırz yeri sayılır. Çünkü Nebî (s.a.s) uykuda bulunan Safvân'ın paltosunu çalan hırsıza had cezası uygulamıştır (es-Serahsî, a.g.e., IX,150 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 240; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 73). Mal, koruma yerinden tam olarak ayrılmadıkça had cezası gerekmez.
Yankesici (tarrâr)nin, başkasının cebinden el çabukluğu ile parasını çalması hâlinde, had cezasının uygulanacağı konusunda görüş birliği vardır. Mezardan kefen, altın diş vb. şeyler çalanın (nebbâş) hükmü ise ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, mezar hırsızına hırsızlık cezası uygulanmaz. Çünkü mezarlıklar kendi başına mal saklanan ve hırı altında bulunan yerler değildir (es-Serahsî, IX, 159; el-Kasânî, a.g.e., VII, 69). Çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, mezar hırsızına da had cezası uygulanır. Çünkü kefen de kendisine göre koruma altındadır. O da ölünün mülkü sayılır. Ölünün mirasçıları, nebbâşın kefeni geri vermesini ve cezalandırılmasını isterler (Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, Mısır ts, s. 126, 127). Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizim ölülerimizi çalan dirilerimizi çalan kimse gibidir." (Zeylaî, a.g.e., III, 366).
Çarşı ve pazar yerlerinde umumun güvenine terkedilen mallara gelince, Hanefilere göre; bunlar geceleyin çalınırsa hırsızlık cezası uygulanır. Gündûz çalınırsa had uygulanmaz. Çünkü gündüz, buraya girme izni bulunduğu için hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Şâfii ve Mâlikilere göre ise, esnafın kendine ait bölme ve tezgâhında veya teneke, küp, çuval gibi kaplarda bulunan şeyler örf bakımından hırz altında sayılır ve bunları çalanlara had uygulanır. Ahmed b. Hanbel'e göre ise çarşı ve pazar yerinde bekçi varsa veya malın yanında gözetleyici bir kimse bulunursa hırsıza had cezası verilir (ibnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 242; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 249-250).
4) Çalınan malın biriktirmeye elverişli olması, çabuk bozulacak şeylerden olmaması. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre; kıymeti nisap miktarından çok olsa bile, çabuk bozulan şeylerde hırsızlık cezası uygulanmaz. Üzüm, incir, nar, elma, baklagiller, ekmek, yaş veya kuru et, meşrubat, süt, yoğurt ve benzeri gıda maddeleri gibi. Bunlar uzun süre bekletmeye elverişli olmadığı için, hırz (koruma) altında olsun veya olmasınlar, bunları çalana had uygulanmaz. Delil şu hadistir: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 464).
Bir yıldan fazla biriktirilebilen dayanıklı tüketim mallarında ise hırsızlık suçu oluşabilir. Ceviz, badem, kuru hurma; kuru meyve ve sirke gibi. Ebû Yûsuf'a göre, biriktirmeye elverişli olmasa bile, gerçekte meşru olarak, yararlanılabilen herşey maldır ve bunu çalana hırsızlık cezası uygulanır. Meselâ günümüzde dayanıklı olmadığı halde meyveler önemli mallardan olmuştur. Diğer üç mezhebe göre, mal olarak edinilebilen ve alım satımı meşru olan her çeşit malda hırsızlık suçu söz konusu olur. Gıda maddesi, kumaş, hayvan, kıymetli taş veya maden, av ve şişe bunlar arasında sayılabilir. Çünkü; "Hırsızlık yapan erkek ve kadınım ellerini kesin." (Maide, 5/38) âyeti genel anlam ifade eder.
5) Çalınan malın, aslı itibariyle mubah olmaması. Bir şeyin aslı; kuş, odun, kamış, av hayvanı ve balık gibi mübah mallardan ise, Ebû Hanîfe'ye göre, bunlar dâru'l-İslâm'da bulunuyorsa el kesme cezası uygulanmaz. Diğer üç mezhebe göre aslı mübah olsun veya olmasın, bu malı çalana had uygulanır (Zühaylî, a.g.e" VI; 116, I 17).
6) Çalınan malda, hırsızın alma hakkının bulunmaması gerekir (el-Kâsânî, a.g:e, VII, 70-72; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 229. vd.; es-Serahsî, a.g.e., IX, 152, 178).
7) Hırsız için çalınan malda, bir mülk, mülk te'vili veya mülk şüphesinin bulunması. Bu prensip gereğince hırsız, âriyet verdiği, rehnettiği veya kiraya verdiği şeyi çalmakla el kesme cezası uygulanmaz. Yine hırsız, beytülmalden (hazine, devlet malı) bir şeyi çalsa, kendisinin de bu toplum malında hissesi bulunduğundan had cezası uygulanmaz. Nitekim Hz. Ömer, Beytülmalden bir şeyler çalana had cezası uygulamamıştır. Bir zekât memuru, Hz. Ömer'e mektup yazarak Devlet hazinesinden çalanın hükmünü sordu. Hz. Ömer şöyle cevap verdi: "Onun elini kesme, çünkü, hiçbir kimse yoktur ki, kendisi için beytülmâlde bir hak bulunmasın." Diğer, yandan Hz. Ali de Devlet malı çalana had cezası uygulamamıştır. Dayandığı prensip, Devlet malının bütün tebeaya ait ortak mal sayılmasıdır, eğer gayri müslim tebeadan (zımmî) birisi devlet malını çalsa had uygulanır. Çünkü O'nun beytülmalde hakkı yoktur. Yoksul bir kimse, yoksulların yararlandığı bir vakıftan çalsa, had uygulanmaz. Zengin çalarsa uygulanır. Çünkü O'nun bu vakıfta hakkı yoktur. Sonuç olarak şüphe bulunan yerde had cezası uygulanmaz. Nitekim Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphe bulununca, gücünüzün yettiği kadar hadleri düşürünüz." (Ebû Dâvud, Salat, 14; Tirmizî, Hudûd, 2).
8) Hırsızın, koruma altındaki yere girmek için izinli sayılmaması gerekir. Bir kimse, mahrem hısımlarından veya eşinden bir şeyler çalsa, hırsızlık haddi uygulanmaz. Çünkü hısımlarının bulunduğu yere örfe göre izinsiz girebilir. Eşlerin birbirinin malını almada örf de cereyan edebilir. Bu yüzden hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Yine bir topluluğun hizmetçisi, bunların eşyasından, misafir ev sahibinden, işçi girmeye izinli olduğu iş yerinden bir şey çalsa, el kesme cezası uygulanmaz. Çünkü, bir yere giriş hakkının bulunması, bu yeri onun hakkında hırz ortamı olmaktan çıkarır (es-serahsî, a. g. e., IX, 151; el-Kasanî, a.g.e., VII, 70, 75; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, III, 221). Şâfiîlerde daha kuvvetli görüşe göre usûl ve furû dışında, diğer hısımlardan ve eşlerden birinin diğerinden, hırz altındaki malını çalması hafinde hırsızlık had cezası uygulanır. Delil, hırsızlık cezasını bildiren âyetin umûm anlamıdır.
Malı Çalınanda Bulunması Gereken Şartlar:
Malı çalınan kimsenin, bu mal üzerindeki elinin hukuken geçerli olması gerekir. Bu el, üçe ayrılır: a) Mülk eli. b) Emânet eli. Vedîa ve âriyet alanın ve mudarade (emek-sermâye) ortaklığında işletmecinin (mudarib) eli gibi. c) Dımân eli. Gasbedenin, pazarlık sonucu malı kabzedenin eli ile rehin alanın rehin üzerindeki eli gibi. Bütün bunlardan birşey çalan kimseye had uygulanır. Hırsızdan tekrar başka birisi çalsa had uygulanmaz. Çünkü hırsızın eli, hukuken geçerli bir el koyma değildir, Ondan almak, yoldan almak gibidir (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 80; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 281).
Hırsızlığın dâru'l-adl'de yapılmış olması da had uygulaması için şarttır. Bir Müslüman dâru'l-harb veya dâru'l-bağy'de hırsızlık yapsa had cezası uygulanmaz. Çünkü dâru'l-adl dışında, Devlet başkanı için velâyet yetkisi yoktur (el-Kasanî, a.g.e., VII, 79).
Hırsızlığın İsbatı:
Mahkemede hırsızlığın isbatı beyyine veya ikrar ile sabit olur. Beyyinenin kabulü için, şahitlik gibi genel, hadler ve kısas gibi özel şartlar gerekir.
a) Erkeklik. Hırsızlıkta, kadınların şahitliği geçerli değildir.
b) Adâlet. Fâsıkların şahitliği kabul edilmez.
c) Asâlet. Şüphe sebebiyle, şehâdet üzerine şehadet kabul edilemez.
d) Zaman aşımına uğramaması.
Hırsızlık için bir süre sonra şahitlik yapılsa, şüphe yüzünden kabul edilmez.
e) Husûmet veya dava açılmış olması. Davayı mal üzerinde hukukî ele sahip olan kimsenin açması gerekir. Husûmet ehliyeti çalınan mal üzerinde ya mülk sahibi veya emânet yahut da dımân eline sahip olmakla gerçekleşir (es-Serahsî, IX,169; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 81; İbnu'l-Hümâm, a.g.e., IV, 223, 252).
İkrarın Şartları:
Hırsızlık hâkim önünde ikrarla da sabit olur. Çünkü insan ikrarından dolayı itham altında sayılmaz. Çoğunluk hukukçulara göre, bir defa ikrar yeterlidir. Ebû Yusuf ve Hanbelilere göre, ancak iki defa ikrarla hırsızlık sabit sayılır. Çünkü şahitlerin sayısı da iki tanedir (es-Serahsî, a.g.e., IX,182; eş-Şirâzî, a.g.e., II, 282).
Hırsızlık Cezasını Düşüren Haller:
1) Malı çalınan kimsenin, hırsızın ikrarını yalanlanması. "Benim malımı çalmadı." demesi gibi.
2) Malı çalınanın, beyyinesini (delil) yalanlaması. "Şahitlerim yalancı şahittir." demesi gibi.
3) Hırsızın ikrarından dönmesi. Bu durumda had cezası uygulanmaz. Fakat malı tazmin etmesi gerekir. Çünkü ikrardan rucû hadler konusunda kabul edilir, fakat mali konuda kabul edilmez. Bu, ikrarda şüphe meydana getirir. Had şüphe ile düşer, fakat mal düşmez.
4) Hırsızın, çaldığı malı, mahkemeye başvurulmazdan önce mâlikine geri vermesi.
5) Hırsızın, çaldığı mala davadan önce hukuki bir yolla mâlik olması. Mal sahibi çalınan malı, hırsıza hibe etse veya satsa bu mal hukukî yolla intikal etmiş olur. Artık had cezası da uygulanmaz. Hatta Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, dava açılmış olsa bile, mahkeme sonuna kadar, mal hibe veya satma gibi bir yolla hırsıza geçse had cezası düşer. Diğer çoğunluk hukukçulara göre ise, mahkemeye başvurulduktan sonra artık hibe veya satışla mülkiyet hırsıza geçse bile had cezası düşmez. Çünkü Nebî (s.a.s) Savfan'ın paltosunu çalan hırsızın elinin kesilmesini emrettiği zaman, Safvan şöyle dedi: "Ben bunu istemedim. Palto ona sadaka olsun." Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Onu bana getirmezden önce, bunu yapman gerekmez miydi?" (el-Bâcî, a.g. e., VII, 162; el-Kâsânî, a. g. e., VII, 88 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 255 vd.).
Sonuç olarak, had cezalarından maksat kamu düzenini sağlamak ve bu suçların toplumda açacağı yaraları sarmak olduğuna göre, hırsızın, mala sahip olması, özellikle malı çalınan kimsenin davasından vazgeçmesi halinde, had cezasının düşmesi amaca daha uygun görünmektedir.
(Hamdi DÖNDÜREN)
13 Mart 2020 Cuma
Had cezalarının uygulanma şartları nelerdir?
Soru Detayı
- İslam'da hırsızlık yapanın ceza olarak eli kesiliyor.
1) Mesela bir mağazaya girip bilgisayar çalan bir hırsıza verilen ceza nedir?
2) Bir bankanın milyonlarca dolar parasını çalan kişinin cezası nedir?
Cevap
İslâm ceza hukuku (ukûbat) terimi olarak hadler; "belirli bazı suçlara İslâm'ın tayin ettiği cezalar" dır. Bu cezayı gerektiren suçlar beş tanedir: zina, hırsızlık, içki içmek, kazf (namuslu kadına zina iftirası) ve yol kesme (hırâbe).
İslâm ceza hukukunda "had"ler "Allah hakkı" olarak kabul edilmiştir. Yani haddi (İslâm'ın tesbit ettiği cezayı) gerektiren suçlar amme hukukuna tecavüz anlamı taşımaktadır. Kısas kul hakkı olduğu için buna had denilmemiştir. Haddin dışında kalan yani Kur'an ve Sünnetle tayin edilmeyip hâkimin takdirine bırakılmış cezalara ta'zir cezaları denir. Hapis, teşhir, sürgün vb. (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, IV, 284 vd.).
İçki içme cezası dışındaki hadler Kur'an'la, içki içme cezası ise Sünnetle sabittir.
1. Zina cezası (hadd-i zina): Evli erkek ve kadın için recm (taşlayarak öldürme), bekâr erkek ve kadın için yüz sopa (celde) vurmaktır:
"Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanan (insan) lar iseniz Allah'ın dini (ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut (up engelle) mesin. Mü'minlerden bir grup da onlara yapılan, uygulanan cezaya şahid olsun." (Nûr. 24/2).
Recm cezası Hz. Peygamber (asm)'in uygulamasıyla sabittir:
"Cüheyne'den bir kadın zinadan gebe olduğu halde Rasûlullah (s.a.s)'e gelerek:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Haddi icap eden bir iş yaptım, bana hadd(i şer'îyi) icra et."dedi. Peygamber (s.a.s) kadının velisini çağırdı:
"Buna iyi bak, çocuğu doğurduğunda bana getir." buyurdu. (Velisi denileni) yaptı. Peygamber (s.a.s) emretti. Kadının elbisesi sıkıca bağlandı, sonra emir verdi, kadın taşlandı. Daha sonra (cenazesi) üzerine namaz kıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer;
"Ey Allah'ın Rasûlü, onun üzerine namaz kıldınız, halbuki o zina etmişti." dedi. Rasûlullah (s.a.s):
"O öyle bir tövbe etti ki Medine halkından yetmiş kişiye taksim olunsa hepsine kâfı gelirdi. Allah için canını vermesinden daha faziletli bir şey biliyor musun?' " buyurdu (Müslim Hudûd 28; İbn Mâce, Diyet, 36' Malik, Müslim, Muvatta" Hudûd, 11).
Zina cezasının tatbik edilebilmesi için dört âdil erkek şahidin hakim huzurunda açıkça şahitlikte bulunması ve zina eden kişinin zinanın haram olduğunu bilmesi gerekir.
2. Hırsızlık cezası (hadd-i sirkat):
"Akıllı ve ergin (baliğ) bir kimsenin nisab miktarı bir malı bulunduğu yerden çalması"na hırsızlık denir. Cezası Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir:
"Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin! Allah daima üstündür, hikmet sahibidir." (Mâide, 5/38).
El kesme cezasının tatbik edilebilmesi için iki âdil şahidin şahitlik yapması ve hakimin de sorgulaması (muhakemesi) neticesinde suçun sabit olduğuna kanaat getirmesi gerekir. Hakim şahitlere sırasıyla:
Hırsızlığın mahiyetini, çalınan malın cinsini, kıymetini, nasıl çalındığını, hırsızlık yerini, hırsızlığın ne zaman yapıldığım, malı çalan şahsın kim olduğunu sorar.
Hırsızlığın nisabı (el kesme cezasını gerektirecek en az miktarı) Hanefi mezhebine göre on dirhemdir. Cezanın tatbik edildiği dönemdeki dirhemin değeri esas alınır (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', VI, 67; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr; IV, 220, 230; Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 359, 360).
El kesme cezası tatbikatına örnek olarak ve Allah hakkı olan bu cezada herhangi bir şefaatçının kabul edilemeyeceği konusunda şu hadisi zikredebiliriz:
" Mahzum kabilesine mensub bir kadının hali Kureyş (kabilesin)i üzdü. Onlar:
Kim Rasûlullah'a (gidip de) bu kadın (a şefaat) için konuşacak' dediler. Bir kısmı da:
"Bu işe Rasûlullah'ın sevgili (sahabî)si Üsâme b. Zeyd'den başkası cesaret edemez' dediler. Üsâme (kadına şefaat için) Resûl-i Ekrem'le konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah buyurdular ki:
"Yüce Allah'ın hadlerinden bir hadd(in yapılmaması) hususunda şefaat mı ediyorsun?" Sonra kalkıp bize bir hutbe irad etti. Daha sonra buyurdu:
"Sizden evvelkilerden (şerefli bir kimse hırsızlık yaptığında (suçluyu) bırakırlardı. (Şeref itibariyle) zayıf olan kimse çaldığında haddi tatbik ederlerdi. Allah'a and olsun ki, Muhammed'in kızı hırsızlık yapmış olsaydı elbette onun elini de keserdim " (Eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 131, 136).
Hırsızlık cezasının şartları hakkında detaylı bilgi için tıklayınız: HIRSIZLIK
3. İçki İçme Cezası (hadd-i şürb): İçki içmek Mâide suresi 90. âyetle kesin olarak yasaklanmıştır. Fakat cezası Hz. Peygamber (asm)'in sünneti ve uygulamasıyla sabittir. Hz. Peygamber (asm) ve Hz. Ebû Bekir (ra), içki içene 40 sopa (celde) vurdular. Hz. Ömer (ra) zamanında içki içenler çoğalınca o, arkadaşlarıyla istişare etti. Haddin en az miktarı olan 80 değnek vurulmasını kararlaştırdılar. (bk. Dârimî, Hudûd,10; A. b. Hanbel, IV, 389).
İçki içme cezası uygulanabilmesi için içen kimsenin akıllı, ergin müslüman ve konuşabilen bir kimse olması lâzımdır. Sarhoş olarak yakalanan ve içki içtiği şahidler vasıtasıyla tesbit edilen kimseye bu ceza uygulanır.
"Rasûlullah (s.a.s)'a şarab içmiş bir adam getirdiler. Rasûl-i Ekrem: "Ona hadd vurunuz." buyurdu. Ebu Hüreyre demiştir ki: Bizden bir kısmı eliyle, (bazıları da) ayakkabısı ve elbisesiyle dövdüler. (Dayaktan sonra) çekilip gidince: 'Allah seni rüsvay etsin!' dediler. Peygamber (s.a.s): 'Böyle söylemeyiniz, ona karşı şeytana yardım etmeyiniz' buyurdu" (Buhârî, Hudûd, 4; Müslim, Hudûd, 35; Ebû Dâvud, 35, 36; Tirmizî, Hudûd,14,. 15).
4. Zina iftirası cezası (hadd-i kazf): Namuslu (muhsan) kadınlara zina iftirasında bulunmanın cezası Nûr suresinde açıklanmıştır:
"Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlamalarını ispat için) dört şahid getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir." (Nûr, 24/4).
Namuslu bir erkeğe yapılan zina iftirası da 80 değnekle cezalandırılır. Namuslu olmanın şartları şunlardır.
Hür olmak, akıllı ve ergin olmak, Müslüman olmak, iffetli olmak.
5. Yol kesme cezası: Yoldan geçenlerin önünü kesmek, kuvvet kullanarak geçişi engellemek ve yolcuları soymak. Yol kesme suç, tek kişi veya topluluk, silah veya silahsız, meskun alanda veya kırda yahut şehir içinde ya da şehir dışında işlenmiş olabilir. Bütün bu durumlarda suç işlenmiş sayılır ve şu âyette belirlenen ceza uygulanabilir:
"Allah ve Rasûlüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları, yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu dünyada onlar için bir zillettir. Âhirette ise, onlar için büyük bir azap vardır. Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tövbe edenler olursa, bilin ki, Allah, Gafûr'dur, Rahîmdir, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." (Mâide, 5/33, 34).
Bu âyete ve İslâm hukukçularının bundan çıkardığı hükümlere göre, yol kesenin cezası şu şekilde belirlenmiştir.
a) Soygun yapıp, adam öldürmüşse, yol kesici öldürülür ve ibret için asılır.
b) Yalnız adam öldürmüş olup, soyguna katılmamış bulunursa, asılmaksızın öldürülür.
c) Adam öldürmeksizin, yalnız soygun yapmışsa, çapraz bir şekilde eli ve ayağı kesilir.
d) Adam öldürmeden ve soygun da yapmaksızın, yalnız yolda korku ve terör meydana getirenlere "sürgün cezası" uygulanır. Mâlikîlere göre ise; yalnız soygun yapılmışsa Devlet başkanı öldürme, asma ve çapraz kesim konusunda seçimlik hakka sahiptir. Yolda öldürme soygun yapmaksızın yalnız korku ve terör olursa, Devlet başkanı, öldürme, asma, çapraz kesim ve sürgün için seçimlik hakka sahip olur. (İbn Teymiyye es-Siyâsetü'ş-Şer'iyye, Mısır 1951, s. 82, 83; İbn Kudâme, el-Muğnî,1367, y.y. VIII, 228).
İslâm'ın koyduğu bu cezaları uygulamakta titiz davranılması ve kesinlikle taviz verilmemesi gerektiği birçok hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bu konuda acıma duygusuna kapılınmaması uyarısı da yukarıda ilgili âyet meâlinde geçmiştir.
Hadlerin uygulanması konusunda bazı hadisler:
"Allah'ın hadlerini yakında ve uzakta yerine getiriniz. Hiçbir kınayanın kınaması sizi Allah'ın hakkını yerine getirmekten alıkoymasın. "
"Allah'ın yasaklarına uyan kimseyle o yasakları (hududu) ihlâl eden kimse, bir gemiye binip, kur'a çekerek bir kısmı alt kata bir kısmı üst kata yerleşen topluluk gibidir. Aşağı katta olanlar su almak istedikleri zaman yukarı katta olanlara gidip: "Sizi zarara sokmadan biz kendi katımızda bir delik açsak!.." derler. Eğer yukarıdakiler onları serbest bırakırsa hepsi helâk olur, mani olursa hepsi kurtulur." (et-Terğib ve't-Terhib, 4/25, 27).
Şer'î hadlerin tatbiki konusunda gözden uzak tutulmaması gereken bazı hususlar vardır: Her şeyden önce had cezaları bütün müessese ve kurumlarıyla işleyen İslâm devletinde ve devletin hakiminin kararlarıyla uygulanır. Toplumda suça sebeb olabilecek bütün unsurların ortadan kaldırılmış olması, insanların islâmî eğitimle yetiştirilmiş olması, fertlerin maddî manevî ihtiyaçlarını devlet tarafından eksiksiz giderilmiş olması gerekir.
Suça götüren yolların tamamen kapatılamaması, şüphelerden sanığın faydalanması, suçun sübut bulması için gerekli şartların tam teşekkül etmemesi gibi sebeplerle geçmişte had cezaları nadir olarak uygulanmıştır. Buna, yöneticilerin bu cezaları uygulamakta gösterdikleri ihmal, acz ve gevşekliği, kayıtsızlığı da eklemek gerekir.
Hadis-i Şerifte: "Şüphelerden dolayı hadleri kaldırınız (uygulamayanız)." (Ebû Dâvud, Salât,14; Tirmizî, Hudûd, 2) buyurulmuştur. İslâm ceza hukukunda bu önemli bir prensiptir. Bu prensibe göre, Hz. Ömer (ra)'in tatbikatıyla, kıtlık yılında hırsızlık yapanın eli kesilmemiş; efendisinin veya akrabasının malından çalan kimseye de, o malda hakkı olabileceği şüphesiyle, bu had uygulanmamıştır. Aşağıdaki örnekler de bu prensiple ilgilidir:
- Dört kişi bir şahsın zina ettiğine şehâdette bulunur; ancak bunlardan ikisi gönüllü diğer ikisi ise gönülsüz olarak şahitlik yaparlarsa Ebû Hanife'ye göre, bunların hiçbirine yani erkeğe, kadına ve şahitlere had tatbik edilmez.
- Suçluya celde (dayak cezası) uygulanırken, şahitlerden birisi şehadetinden dönse, kalan kırbaçlar vurulmaz.
- İki kişiden birisi bir şahsın "içki içtiğine", diğeri ise, o şahsın "içki içtiğini ikrar ettiğine" şehadette bulunurlarsa yine sarhoşluk haddi uygulanmaz.
- Bir kimse önce hırsızlık yaptığını ikrar eder; sonra bu ikrarından döner ve daha sonra da bu malın bir kısmını çaldığını tekrar ederse eli kesilmez (Geniş bilgi iç in bk. Cevat Akşit, İslâm Ceza Hukuku ve İnsanî Esasları, İst. 1987.).
(Halit ÜNAL, Şamil İslam Ansiklopedisi, III/103)
12 Mart 2020 Perşembe
İlim Yolcularının 12 Engeli
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim görevlisi olan Doçent Doktor Soner Duman, kendi gibi ilim yolcusu olanlar için tecrübesini süzmüş ve bir liste çıkarmış. “Eski âlimlerimiz “her şeyin bir engeli vardır, ilmin ise birçok engeli vardır” diyerek ilim öğrenmenin sabır, gayret ve emek isteyen bir süreç olduğunu ve ilim tâlibini bekleyen pek çok engelin olduğunu belirtmişlerdir. Yazının devamında bazı engellerden söz edeceğim” diyerek paylaştığı listeyi bizde sizin için tekrarlayalım:
1. Merak
Merak (dert) sahibi olmayanlar ilim öğrenemezler. Merak ilmin anahtarıdır. Kişiyi bir şeyin ardına düşürecek olan meraktır. Eğer merakınız yoksa daha fazlasını istemezsiniz, elinizdeki ile yetinirsiniz. “De ki: Rabbim benim ilmimi artır.” (Taha, 114)
2. Arayış
Nasıl ki acıktığınızda oturup yemeğin size gelmesini beklemiyorsanız, karnınızı doyurmak için “acaba ne yesem” diyerek düşünüp açlığınızı giderecek şeylerin peşinde koşuyorsanız işte öyle de zihniniz, aklınız acıktığında da aklınızı doyuracak bilginin peşinden gideceksiniz.
3. Çeşitlilik
İlim öğrenmek, arının yaptığı gibi binlerce çiçeği dolaşarak hepsinden öz elde edip bunları bal yapmaya benzer. Eğer arı farklı çiçekleri dolaşmasa o özleri elde edemez ve bal yapamaz. Hazır şeker yiyen arının balı sağlıklı olmaz.
4. Öğretmen
Hz. Musa, bir peygamber olduğu halde Allah ona bir takım bilgileri doğrudan vahiy aracılığıyla vermeyip kendi katından ilim verdiği bir kuluna yönlendirdi. Hz. Musa ve yeğeni uzun ve meşakkatli bir yolculuk sonrasında Hızır’a ulaşabildiler.
5. Özgünlük
Taklid edenler ilim öğrenemezler. Taklid, herhangi bir şahsın görüşünü “delilini bilmeksizin” kabul etmek demektir. Delilleri anlama ve araştırma imkânı olmayanların başkalarını taklid etmesi caiz görülse de bu durum söz konusu şahısların ilim sahibi olmalarına engeldir.
6. Ön yargı
Ön yargılı olanlar ilim öğrenemezler. Herhangi bir kişi, grup, görüş lehine ya da aleyhine herhangi bir bilgi ya da belgeye dayanmaksızın ön yargıyla hareket edenler ilim öğrenemezler. Çünkü ön yargı taassuba götürür. Taassup sahibi ise kendisini dış dünyaya kapatır.
7. Saygı
Taklid ve taassup ayrı, hocaya ve âlime saygı ayrıdır. Kur’an’da “kendilerine ilim verilenlerin derecelerle üstün kılındığı” [Mücadele, 11] belirtildiğine göre âlimin ve kitabın kıymeti bilinmeli. Saygıda kusur edilmemeli.
8. Araştırma
Bir konuyu öğrenmek istediğimizde o konuda tek bir görüşü okumak bizi doğruya götürmez. Lehte ve aleyhteki görüşleri okumak, araştırmak gerekir. Yüce Rabbimiz, müslümanların bir özelliğini anlatırken “onlar ki sözü dinleyip en güzeline tabi olurlar” [Zümer, 18] buyurmaktadır.
9. Kibir
Kibirli olanlar ilim öğrenemez. İlim öğrenmek zahmete katlanmayı, âlime ve kitaba hürmet etmeyi gerektirdiğinden kendi benlikleri tavan yapmış olanlar, başkasından öğrenecek bir şeyi olmadığını düşünürler. Böyleleri nasipsiz kimselerdir.
10. Çaba
İlim öğrenmek çalışıp çabalamayı, uykusuz kalmayı gerektirir. Nice geceler başkaları rahat döşeğinde uyurken bir meseleye kafa yormayı, şakakların zonklamasını gerektirir. Rahata, konfora, keyfine düşkün olanlar bu sıkıntıları göze alamayacakları için ilim öğrenemezler.
11. Uygulama
İlmini amele yansıtmayanlar ilim öğrenemezler. İlim kuru kuruya malumat yığmak değildir. Nefsinden başlayarak Allah’ın sözünün, hükmünün hakim olması için çalışmaktır. Bunu yapmadıkça kuru kuruya bilgileri yığmak insanı olsa olsa “bilgisayar” yapar.
12. Dua
İlim konusunda Allah’a dua etmeyenler ilim öğrenemezler. Allah Resûlü (s.a.v.) faydasız ilimden Allah’a sığınmış, faydalı ilim talebinde bulunmuş, ilminin arttırılması için dua etmiştir. Şu halde müslüman, ilim konusunda dâima Rabbi ile irtibat halinde olmalıdır.
13. Bitirken;
Bu saydıklarımız, “ilim tâlibinin kendisinden kaynaklanan engeller” arasında en önde zikredilmesi gerekenlerdir. Rabbimiz hayırlı ilimler öğrenmeyi, öğrendiklerimizi uygulamayı ve başkalarına da öğretmeyi cümlemize nasip eylesin. Amin
11 Mart 2020 Çarşamba
KÜÇÜK NOTLARIM (42) :ameller niyetlere göredir
-Bir işin ne için yapıldığı önemli değil, kimin için yapıldığı önemlidir ve ameller niyetlere göredir.
-Allah-u Teala için yapılmayan her iş sıfır ile çarpılır ne kadar büyük olursa olsun yine sıfırdır. Allah için yapılan bir iş ise bir ile çarpılır.
-Allah-u Teala'yı tanımayan biriyle ancak hakkı anlatmak icin birarada olunabilir; yoksa arkadaşlık yapmak ya da sevgi için olunamaz.
-Birin iyi ya da kötü biri olduğunu şöyle anlarız: İyi bir kimse olsaydı Allah ona hidayet verirdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)