10 Mart 2020 Salı
9 Mart 2020 Pazartesi
8 Mart 2020 Pazar
7 Mart 2020 Cumartesi
Allah'a hüsnüzan etmek ne demektir?
Allah’a güvenmek, Allah’ın rahmetine, hikmetine güvenmek demektir.
Kur’an’daki surelerin başında kendini Rahman ve Rahim olarak bize takdim eden Allah’ın, bizi perişan etmek için işler yapacağını düşünmek, Allah’ı gereği gibi tanımamak anlamına gelir. Allah kullarına öyle şefkatlidir ki, bütün isyanlarına, nankörlüklerine, inkârlarına rağmen onlara bin bir türlü nimetler veriyor ve bu nimetlerini kesmiyor.
İnsanların başına gelen sıkıntıların büyük çoğunluğu, insanın kendi su-i istimalinden, kâinat çapında yürürlükte olan ilahî kanunlara riayet etmemekten kaynaklanıyor. Hastalıkların çoğunluğunun insanların yanlışlarından kaynaklandığını bugün modern tıp da itiraf ediyor.
Unutmamak gerekir ki, insanlar Allah tarafından imtihana tabi tutulmuşlar. Bu imtihanın gereği olarak lezzetler yanında elemler, acılar da vardır. Nimetlere karşı şükür, sıkıntılara karşı sabır bu imtihanda başarılı olup olmanın en önemli kriteridir.
Allah’a tevekkül ederken, hem bu dünyayı hem de öbür dünyayı göz önünde bulundurmak durumundayız. Burada bir sıkıntı varsa, karşılığında bize mutlaka sevap verir diyerek Allah’a güveneceğiz. Efendimiz (a.s.m) bu konuyu meal olarak şu ifadelerle özetlemiştir.
“Müminin bulunduğu her durumu güzeldir. Şayet bir nimet içinde olursa, ona şükreder ve sevap kazanır. Şayet bir musibetle karşılaşsa, sabreder yine sevap kazanır.” (Müsned, 1/173)
Bundan da anlaşılıyor ki, Allah’a tevekkül edip güvenmek, onun insanlara olan merhametine ve hikmetine itimat etmek demektir. Mesela, hastalıklar insanın günah kirlerini sabunlu su gibi yıkar temizler. Ebedi bir hayatı kazandıran geçici bir sıkıntı karşısında sabırlı olmak, kalbini bozmamak ne kadar kârlı bir ticaret olduğu iman şuuru olan herkesin anladığı bir husustur.
En büyük bir perişanlık hâlinde bile Allah’a karşı kalbini bozup bozmaması bir müminin önemli imtihanlarından biridir.
“Öyle insanlar vardır ki Allah’a, sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana mâruz kalırsa yüzüstü dönüverir. Dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur.”(Hac, 22/11)
mealindeki ayette, bu imtihanın ince detaylarından birine işaret edilmiştir.
“Babamıza güvenmek böyle değildir. Bir konuda babamıza itimat etsek, bizi elinden geliyorsa perişan etmeyeceğini biliriz.” ifadesinin bir doğrusu daha vardır ki o da şudur; Allah dilemediği sürece hiçbir baba hiçbir şey yapamaz. Onun için babaya gerçek manada güvenmek sadece bir oyalamaktan ibarettir.
“Elinden geliyorsa...” deniliyor, zaten gerçek anlamda elinden ne geliyor ki?.. Deyim yerindeyse, binlerce babanın şefkatinin toplamından daha fazla bir şefkate sahip olan ve üstelik her dilediğini yapabilecek güçte olan Allah’a güvenmeyip de şefkatinin gereğini yerine getirmekten âciz olan bir babaya -Allah’a güvenir gibi- güvenmek, hataların en büyüklerinden biridir.
İlave bilgi için tıklayınız:
6 Mart 2020 Cuma
İslâmiyet nasıl aklın kullanılmasını ister?
İslâm literatüründe, bilimde ne kadar çok terakki edilse, yani varlıklar hakkında ne kadar geniş bilgi sahibi olunsa, O’nun kâinattaki tasarrufunun, hikmet ve hâkimiyetinin bilinmesini sağlayacağı, dolayısıyla Allah’ın o kadar daha iyi tanınmış olacağı vurgulanır. Cisimlerdeki bu ölçülü, bir maksat ve gayeye göre plânlı yaratılışın
düşünülmesi de “Tefekkür” fikir ve akıl yürütme, yorumlama olarak ifade edilir. Böyle bir saatlik akıl yürütme ve düşünmeyi, İslâmiyet birsene nafile ibadetten üstün görmektedir
Kur’an; “Düşünmüyor musunuz Aklınızı kullanmıyor musunuz diyerek akla havale eder. Akıllı düşünmeye teşvik eder; Bu inceliği, ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlar” der.
Allah’tan ilmimizin arttırılmasını istememizi öğütler:''Rabbim, ilmimi arttır'' de Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığına dikkat çekilir.
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”Düşünesiniz diye gerçekten size âyetleri açıkladık. Bilinmeyen bir şeyin sorulup araştırılarak öğrenilmesi istenmektedir.
Eğer bilmiyorsanız, bilenlerden sorun denmektedir Hadislerde de ilme teşvik vardır: İlim talebi için yola çıkan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır.
Kim ilim öğrenmeyi talep ederse, bu onun geçmişteki günahlarına kefaret olur. Hikmetli söz mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, hemen almaya ehaktır.
İlmin azalması, cehaletin artması dünyanın sonu olarak belirtilmiştir. İslâmiyet’te âlimin mürekkebi, şehidin kanından üstün tutulmuştur.
Böyle bir din, ilme karşı olabilir mi? Zaten bütün ilimler, Allah’ınkâinat kitabının tefsiri ve açıklaması değil midir? Kur’an da O’nun kitabı, kâinat da. Kur’an’a ters düşen, ilim değil, ancak bir takım teori ve hipotezler veya ideolojik yaklaşımlar olabilir.
5 Mart 2020 Perşembe
Kıyamet kopmadan meydana gelecek altı şey nedir?
Avf b. Malik anlatıyor: Tebük Savaşı esnasında Resulullah aleyhissalatü vesselamın yanına gittim. Deriden yapılmış bir çadırdaydı. Bana şunları söyledi:
“Kıyametten önce şu altı şeyi say:- Benim vefatım.
- Beytü’l-Makdisin (Kudüs’ün) fethi.
- Sonra Koyunların sere serpe ölmelerine sebep olan hastalık gibi taun hastalığı başınıza musallat olur.
- Sonra mallarınız çoğalır öyle ki kişiye yüz dinar/altın verildiği zaman (bunu az bularak) küsmeye başlar.
- Sonra Arapların hiçbir evini bırakmayacak şekilde bir fitne ortaya çıkar.
- Sonra Benu Asfer/Rumlarla aranızda bir barış süreci ortaya çıkar. Ancak onlar bu süreci istismar ederek barışı bozup –her bir sancağı altında on iki bin kişinin bulunduğu 80 sancak halinde- size saldırırlar. (Buhari, Cizye 15)
Bu gibi hadislerin manası müteşabihtir. Zaman içerisinde meydana gelen değişik olaylara bakabilir.
Dolayısıyla bu gibi rivayetler birçok manaya gelebilir, birçok zamana işaret edebilir, birçok olaya delalet edebilir.
Mesela Beytu’l-Makdis’in fethi hem Hz. Ömer döneminde, hem Selahaddin-i Eyyübi döneminde tahakkuk etmiştir. Bundan sonra da tahakkuk edecektir, inşallah.
Bununla beraber bu konuda verilen bilgileri şöyle özetlemek mümkündür:
Hz. Peygamber (asm)’in hadiste sözünü ettiği bu altı olay, kıyamet alameti olarak değerlendirilmiştir.
Bu olaylardan Kudüs’ün fethi, hicretin on altıncı yılında Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiştir.
Kudüs’ün fethinden sonra yine Hz. Ömer döneminde yaşanan ve 25.000 kişinin ölümüne neden olan salgın hastalığın, bu altı olay içerisinde sayılan hastalık olduğu kabul edilmektedir.
Hz. Ömer döneminde gerçekleştirilen önemli fetihlerle Müslümanların zenginleştiği ve dolayısıyla hadiste zikredilen malın çoğalması olayının da gerçekleştiği belirtilmektedir.
Hz. Osman’ın katledilmesi ile fitne olaylarının başladığı ve bu andan itibaren devam ettiği bilinmektedir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 7/471; Aynî, Umdetü’l-Kari, 15/137)
Rumlarla da daha Hz. Ebu Bekir döneminde savaşılmıştır. Müslümanları dünya sahnesinden silmek amacıyla başlatılan ve tarihte kara bir sayfa olarak yerini alan Haçlı Seferleri de Rumlarla savaşın önde gelen örneklerindendir.
İlave bilgi için tıklayınız:
4 Mart 2020 Çarşamba
Komşum çok gürültü yapıyor, ne yapabilirim?
“Ev alma komşu al!” diye bir darb-ı meselimiz vardır ve çok da doğrudur.
Bir Müslüman bir ev alırken veya bir eve taşınırken evvela Müslümanların bulunduğu bir muhiti ve gene Müslümanların bulunduğu bir apartmanı veya siteyi tercih etmelidir.
Her şeyden önce Müslümanlar zamanlarını namaz vakitlerine göre 5’e bölmüşlerdir ve hayatlarını da buna göre yaşarlar. Bunun tatili, hafta sonusu, bayramı yoktur; her gün böyle olmalıdır.
Örneğin sabah namazına kalkmak mecburiyetinde olan bir Müslüman istese de geç yatamaz, geç yatsa dahi o kıymetli vakti zikir yapmak, Kuran okumak, tefekkür etmek veya nafile namaz kılmakla geçirecektir.
Bir Müslüman komşusunu rahatsız etmekten kaçınır, çünkü bunun kul hakkı olduğunu bilir. Gaflet anında bir gürültü yapsa, farkına varır varmaz özür diler ve halini düzeltir.
İkamet ettiğiniz yerde durumun farklı olduğunu tahmin ediyoruz. Madem bir şekilde oradasınız bu da sizin üzerinize bir imtihandır.
Öncelikle komşularınızı normal bir zamanda evinize mesela bir çay içmeye davet etmenizi tavsiye ederiz.
Amacınız bir şekliyle gürültüden rahatsız olduğunuzu uygun bir lisanda ifade etmek olmakla beraber, bunu fırsat bilip onlara İslam’ı tebliğ etmeniz, güzelliklerinden bahsetmeniz, kul haklarını hatırlatmanız ve onları hak olana davet etmeniz için bu bir fırsattır ve her Müslüman gibi sizin de vazifenizdir.
Akabinde de “Belki farkında değilsinizdir ama binamızın duvarları çok ses geçiriyor….” tarzında yumuşak bir girişle, kabahati karşıdakinin nefsine değil de binaya yükleyerek şikayetinizi münasip bir lisanla anlatmanız ve yardımcı olmalarını istemeniz gerekir.
Gürültüler devam ederse bir iki hatırlatma daha yaparsınız.
Fayda vermezse;
Evvela asla sinirlenip, ters ve bir Müslümana asla yakışmayacak bir davranışta bulunmamalısınız, şeytanın istediği de bu zaten; papaza kızıp oruç bozmanızı ister.
Sonra site veya apartman yönetiminden yardım isteyebilirsiniz.
Bu arada her aşamada da mutlaka sabır ve tevekkül ile Allah’tan da yardım istemeyi sakın unutmayın.
Bütün bu çabalar sonuç vermezse elbette hukuki bazı adımlar atabilirsiniz ancak kanaatimizce bu işi yaptığınız takdirde ilişkiler kopacak ve hukuk davasını kazansanız dahi orası sizin için yaşanması zor olan bir yer haline gelecektir.
En sonunda işler istediğiniz gibi gitmezse bu durumda iki yol görünüyor:
1. Müslümana yakışacak şekilde, numune ve rol model olarak ve bunun bir imtihan ve ibadet olduğunu bilip sabrederek orada oturmaya devam edebilirsiniz.
2. Aile huzurunuz için bu yaşadıklarınızın bir imtihan vesilesi olduğunu unutmadan, Allah’ın razı olacağı, Müslümanca yaşayan kişilerin olduğu yerlere taşınmayı düşünüp değerlendirebilirsiniz.
Müslümanca huzur içinde yaşamak için taşınmak da Allah yolunda bir hicrettir. Kuran-ı Kerim’de ise bu şekilde hicret edenlere çok güzel dünyevi ve uhrevi mükafatlar vaad edilmiştir.
3 Mart 2020 Salı
"Deccal" ve "Süfyan"
Âhir zamanla alakalı rivayetlerde geçen önemli şahıslar: Deccal, Mehdî ve Hz. İsa... Birincisi din, îman, ahlâk, fazilet ve insanlık namına ne varsa tahrip eden, istibdat, zulüm ve terör estiren, diğerleri de ona karşı çetin bir mücadele veren üç insan... İşte Deccalın icraatını ortaya döktüğü böyle korkunç bir dönemde Mehdî ve İsa (a.s.) iştiyakla beklenmeye başlar. Bu mânevî kurtarıcılar inançsızlığa büyük darbeler indirerek inananlar için en büyük dayanak; güç, moral ve ümit kaynağı olurlar.
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) hem Büyük Deccal, hem de İslâm Deccalı Süfyan'dan bahsetmiştir. Halbuki bunların özellikleri, sıfatları ayrı ayrıdır. Rivayetlerde bir sınırlama olmadığı, mutlak bırakıldığı için birkısım râvî ve âlimler birini diğerine karıştırmış, birini öteki zannetmişlerdir. Bu bakımdan müteşabih hadis hükmüne geçmektedir.
Deccal
Rivayetlerde Deccalın çıkışı, kâinatın en korkunç hadiselerinden birisi olarak gösterilmiştir. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz (a.s.m.), ümmetine özellikle onu haber vermiş, fitnesinden sakınmış ve ümmetini de sakındırmıştır.
"Hz. Âdem'in yaratılışından itibaren kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur."(1)
buyurmakla da, onun tahribatının dehşet ve büyüklüğünü nazara vermiştir. Başka bir hadis-i şeriflerinde ise onun şerrinin şeytandan daha etkili olduğunu bildirirler.(2) Sadece Resûl-i Ekremin (a.s.m.) değil, istisnasız bütün peygamberlerin ümmetlerini ondan sakındırması,(3) Firavunların, Nemrudların fitnesinin onun fitnesi yanında küçük kalacağına dikkatleri çekmek içindir.
Deccalın şerri öylesine büyüktür ki, Peygamberimiz (asm)'in bildirdiğine göre o çıktığında, korkudan, onun şerrinden kurtulmak için insanlar dağlara kaçma zorunda kalacaklardır.(4)
Şer ve fitnesinin büyüklüğü, dehşeti sebebiyledir ki, Allah Resûlü çoğu zaman olduğu gibi, ana hatlarıyla İslâm'ın bir özetini verdiği Veda Haccında okuduğu Veda Hutbesinde de Deccaldan bahsetmeyi gerekli görmüş, diğer peygamberler gibi, o da ümmetini uyarmıştır.(5)
Deccal, Arapça bir kelimedir, "decl" kökünden gelir. Sözlüklerde verilen mânâya göre Deccal, "yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, bucak bucak her yeri dolaşan müfsid ve mel'ûn bir kişidir."
Bir hadis-i şerifte, özellikle onun, “yalancı, dalâlete sürükleyici"(6) özelliğine dikkat çekilmiştir.
Deccal, aldatıcı ve inkârcı, dehşetli fitne dolaplarını döndüren bir kimsedir. Fitnesinin en dehşetli tarafı, dinsizliğe dayalı bir sistem kurup insanları îmansız yaparak hem dünya, hem de ebedî hayatlarını mahvetmeye çalışmasıdır. O, ateizme, ahlâksızlığa, yalana dayanan saltanatını tek başına değil, kendisine gönül veren komitesiyle, temsil ettiği kâfirane ve münafıkâne sistemiyle birlikte yürütür.
Deccala, “Mesih” kelimesi eklenerek Mesih-i Deccal da denilir. Onun bu ünvanla anılmasının sebebi, gözlerinden birinin silik olmasıdır. Sözlüklerde Mesihe değişik bir çok mânâlar verilmiştir. Deccala sıfat olabilecek tarzdaki bu mânâlardan bir kısmı şöyledir: Yüzünün bir tarafında kaşı ve gözü olmayan, yaratılıştan bozuk, kötü, uğursuz, yalancı, çok öldüren.
Bir hadis-i şerifte ondan, “Mesihü'd-Dalâle," “Sapıklık Mesihi” diye söz edilir.(7)
Süfyan
Bir hadis-i şerifte,
“Âhir zamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek”(8)buyurulmaktadır. Mahiyeti ise:"Sahih hadislerde bildirildiğine göre âhir zamanda gelecek ve ümmete karanlık günler yaşatacak, şeâir-i İslâmiyeyi tahribe çalışacak dehşetli ve münafık bir şahıstır."(9)
Çoğu kere onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.(10)
Büyük Deccal, dinsizliği program edinip daha çok Hristiyanlığa savaş açarken, İslâm Deccalı Süfyan, Allah katında yegâne hak din olan İslâma hem de açıkça savaş açmaktadır. Onun için de daha dehşetli görülmüştür. Elbette, yürürlükten kalkmış ve tahrif edilmiş bir dini terk etmek hak, ebedî ve hükmü devam eden bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmayacaktır.(11)
Deccal hakkında tevatür var
İlim adamlarının çoğu Deccal hakkında tevatür bulunduğunu, inkârının mümkün olmadığını söylerler.(12) Hatta bu konuda Allame Şevkanî, "Beklenen Mehdî, Deccal ve Mesih Hakkında Gelen Rivayetlerin Tevatür Derecesine Ulaştığının Açıklanması" adında bir kitap bile yazmıştır. Şevkanî, bu eserinde Mehdî ve İsa Aleyhisselâmın inişi hakkındaki hadislerin olduğu gibi Deccal hakkında rivayet edilen hadislerin de tevatüre ulaştığını anlatır.(13)
İbni Mende, Deccalın çıkışına inanmanın vacip olduğunu söyler.(14) Onun geleceğini inkâr etmek ise en azından dalâlettir.
Süfyanla ilgili hadis var mıdır?
Şüphesiz. Hem de pek çok vardır. Yoktur demek ya cehaletten, ya da kasıttan kaynaklanır. Bediüzzaman, mahkemede savcının, "Süfyan'la ilgili hadis yoktur" şeklindeki iddiâsını cevaplandırırken bu gerçeğe dikkat çekmişti:
"'Süfyan'a dâir hiçbir hadis yoktur; varsa mevzûdur' diyen müddeî, hiç hadis kitaplarını okumadığı, belki Kur'ân'ın sûrelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beş yüz bin hadisi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umûmî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî, küllî bir sûrette ve umûmî bir tarzda 'Süfyan hakkında hiçbir hadis yoktur, varsa mevzûdur' demesiyle, haddinden binler defa tecavüz edip, büyük bir hatayı irtikâb etmiş. Farz-ı muhal olarak, hadis de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-i içtimâiye ve müteaddit defalar eseri görülmüş, vâkî ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir."(15)
Deccalların sayısı çoktur. Her asrın deccalları vardır. Bir hadis-i şeriften bunların sayısının otuzu bulacağını öğreniyoruz.(16)
Bunlar arasında âhir zaman deccallarının apayrı yeri vardır. Çünkü daha dehşetlidirler. Bunlar da iki tanedir. Biri, büyük Deccal'dır, dünya çapında çıkar; diğeri de İslâm Deccalıdır. Buna —ki Hz. Ali(17) ve bir kısım ehl-i tahkik Süfyan demişlerdir(18) ve Hz. Ali hep bu Deccalden bahsetmiştir.(19) Süfyan Müslümanlar içinde çıkacak ve aldatmakla iş görecektir.
Deccalla ilgili Buharî ve Müslim dahil birçok hadis kitabında çokça sahih hadis bulunmaktadır. Doğrusu Deccalın vasıfları ve icraatı hariç geleceğiyle ilgili hiçbir tartışma bulunmamaktadır.
Öyleyse Deccalın geleceği ne kadar kesinse Mehdî'nin gelişi de o ölçüde kaçınılmazdır. Çünkü zehir panzehirsiz düşünülemez. Nemrudu Hz. İbrahim'siz, Firavunu Hz. Musa'sız düşünemeyeceğimiz gibi, Deccalı da Mehdîsiz düşünemeyiz. Deccal varsa Mehdî de vardır.
Hiç akıl kabul eder mi ki, Deccal meydanı boş bulup alabildiğine at oynatsın, maddî ve mânevî istediği her türlü tahribatı yapsın, bâtılları yerleştirmeye çalışsın da onun karşısında duracak, onunla mücadele edecek, tahribatını engelleyip hakkın yerleşmesini sağlayacak kimseler bulunmasın. Bunu akılla, mantıkla, ilimle, dinle bağdaştırmak mümkün değil, âdetullaha da ters düşer. Bediüzzaman'ın dediği gibi,
"Cenab-ı Hak kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevî Mehdî hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izâle edip, milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş. Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât–ı nurânîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.”(20)
Dipnotlar:
(1) Müslim, Fiten: 126.
(2) Ramûzü’l-Ehadis, s. 518.
(3) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101.
(4) Müslim, Fiten: 125; Tirmizî, Kitabü'l-Menakıb: 70.
(5) Buharî, Kitabü'l-Meğazî: 64.
(6) Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I-VI (Kahire: 1313), 5:372.
(7) el-Heytemî, Mecmaü'z-Zevâid-I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 7:348.
(8) Hakim en-Nisaburî, Ebû Abdullah Muhammed, Müstedrek, I-IV (Beyrut: Dâru’l-Marife, ts.), 4:520; Kenzü’l-Ummal, 14:272.
(9) Alâeddin el-Müttekì bin Hüsameddin bin İsmail el-Hindî, Kenzü'l-Ummal (Beyrut: 1989), 11:125; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhu'l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-X (İstanbul: 1330), 8:197.
(10) Müslim, Fiten: 125.
(11) Nursî, Sözler, s. 158.
(12) el-Münavî, Feyzü'l-Kadîr (Beyrut: 972), 3:537; Said Havva. el-Essas fi's-Sünne-İslâm Akàidi. çev. M. Ahmed Varol, Orhan Aktepe v.d. (İstanbul: Aksa Yayın-Pazarlama, 1992), 9:335.
(13) Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Essas fi's-Sünne, 9:335-336.
(14) Sarıtoprak, A.g.e., s. 67.
(15) Şuâlar, s. 360.
(16) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
(17) Gazalî, İhyâü Ulûmiddin, 1:59
(18) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti's-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
(19) Şuâlar, s. 501.
(20) Mektûbât, s. 425.
(1) Müslim, Fiten: 126.
(2) Ramûzü’l-Ehadis, s. 518.
(3) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101.
(4) Müslim, Fiten: 125; Tirmizî, Kitabü'l-Menakıb: 70.
(5) Buharî, Kitabü'l-Meğazî: 64.
(6) Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I-VI (Kahire: 1313), 5:372.
(7) el-Heytemî, Mecmaü'z-Zevâid-I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 7:348.
(8) Hakim en-Nisaburî, Ebû Abdullah Muhammed, Müstedrek, I-IV (Beyrut: Dâru’l-Marife, ts.), 4:520; Kenzü’l-Ummal, 14:272.
(9) Alâeddin el-Müttekì bin Hüsameddin bin İsmail el-Hindî, Kenzü'l-Ummal (Beyrut: 1989), 11:125; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhu'l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-X (İstanbul: 1330), 8:197.
(10) Müslim, Fiten: 125.
(11) Nursî, Sözler, s. 158.
(12) el-Münavî, Feyzü'l-Kadîr (Beyrut: 972), 3:537; Said Havva. el-Essas fi's-Sünne-İslâm Akàidi. çev. M. Ahmed Varol, Orhan Aktepe v.d. (İstanbul: Aksa Yayın-Pazarlama, 1992), 9:335.
(13) Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Essas fi's-Sünne, 9:335-336.
(14) Sarıtoprak, A.g.e., s. 67.
(15) Şuâlar, s. 360.
(16) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
(17) Gazalî, İhyâü Ulûmiddin, 1:59
(18) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti's-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
(19) Şuâlar, s. 501.
(20) Mektûbât, s. 425.
2 Mart 2020 Pazartesi
Sâdık rüya hangisidir?
“Gördüğümüz rüyanın sâdık olup olmadığını nasıl bileceğiz?' Kur'ân'ın açık biçimde öğrettiğine, Peygamberimizin de bildirdiğine göre, rüya üç türlüdür.
Birisi: Allah'tan bir müjde olan meleklerin telkin ettiği sâdık rüyalar.
İkincisi: Uyanıkken hayalde kalan şeylerin uykuya dalınca karmakarışık ve anlamsız bir şekilde görülen rüyalar.
Üçüncüsü de, şeytanın uykuda iken insanın kalbine attığı korkular ve kâbuslardır.
Üzerinde durulan, dikkate ve ciddiye alınan, tabire ve yoruma değer görülen rüyalar, sâdık rüyalardır. Bunun dışında kalan rüyalar, 'rüya' olarak bile kabul edilmiyor.
Sâdık rüyaların aslı ise şöyle tanımlanıyor: Ruh, insanın özünde bulunan ilâhî bir latife olduğu için, dünya ile ilgimiz kesilir kesilmez, gayb âlemiyle bir bağlantı kurar, oradan bir pencere açar, o pencereden görülen olaylara bakar. Ruh daha sonra bizim ve kâinatın kader programının da yer aldığı ve Allah'ın ilminin tecelli ettiği bir âlem olan Levh-i Mahfuzun bir cilvesi ve kader mektubunun bir numunesi türünden birtakım gerçek olayları görür. Bu gördüğü sadık rüyadır.
* * *
Sâdık rüyalar, hadisin ifadesiyle bir müjde, mü'min ruhlara bir ferah ve sevinç kaynağı, ayrıca peygamberlik nurundan kalan bir parçadır. Bu konuyu Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem anlatırken der ki: 'Ey insanlar! Peygamberliğin belirtilerinden yalnız güzel rüya kaldı.' (İbni Mâce, Tabirü'r-rü'yâ: 1)
Sâdık rüyaların aslı ise şöyle tanımlanıyor: Ruh, insanın özünde bulunan ilâhî bir latife olduğu için, dünya ile ilgimiz kesilir kesilmez, gayb âlemiyle bir bağlantı kurar, oradan bir pencere açar, o pencereden görülen olaylara bakar. Ruh daha sonra bizim ve kâinatın kader programının da yer aldığı ve Allah'ın ilminin tecelli ettiği bir âlem olan Levh-i Mahfuzun bir cilvesi ve kader mektubunun bir numunesi türünden birtakım gerçek olayları görür. Bu gördüğü sadık rüyadır.
* * *
Sâdık rüyalar, hadisin ifadesiyle bir müjde, mü'min ruhlara bir ferah ve sevinç kaynağı, ayrıca peygamberlik nurundan kalan bir parçadır. Bu konuyu Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem anlatırken der ki: 'Ey insanlar! Peygamberliğin belirtilerinden yalnız güzel rüya kaldı.' (İbni Mâce, Tabirü'r-rü'yâ: 1)
Ubade bin Samit, Resûlullah'a, 'Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır' (Yunus, 64) âyetindeki 'müjde'yi sorunca Resûlullah (a.s.m.) âyeti şöyle tefsir eder: 'O güzel rüyadır. Onu Müslüman kişi görür veya onun için görülür.' (İbn Mâce, Tabirü'r- rü'yâ: 1)
'Salih bir kişi (veya salih bir kadın) tarafından görülen güzel rüya peygamberliğin kırkaltı parçasından bir parçadır.' (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 12:272).
* * *
Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem peygamberlik süresi 23 sene sürmüş, vahyin ilk altı ayı sâdık rüyalar şeklinde geldiği için sâdık rüyalar peygamberliğin nurundan bir parça olarak sayılmıştır.
* * *
Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem peygamberlik süresi 23 sene sürmüş, vahyin ilk altı ayı sâdık rüyalar şeklinde geldiği için sâdık rüyalar peygamberliğin nurundan bir parça olarak sayılmıştır.
En sâdık rüyanın sabaha karşı seher vaktinde görülen rüyalar olduğunu (Tirmizi, Rü'yâ: 3) bildiren Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hadis kitaplarında bildirildiğine göre, her gün sabah namazından sonra sahabileriyle sohbet ederdi.
'Bu gece içinizden rüya gören var mı?' diye sorar, çoğu zaman da kendisi görmüş olduğu rüyaları anlatır ve tabir ederdi. Sâdık rüyalar nasıl görülmüşse görüldüğü gibi aynen çıkar. Bir kısmı ince bir perdeye bürünmüş olarak belirir, bazıları da çok kalın bir perdeye sarılır. Perdeli olanlar ise ancak doğru bir biçimde yorumlanınca anlaşılır. Peygamberimiz özellikle vahyin ilk aylarında gördüğü rüyalar olduğu gibi aynen çıkardı, bu rüyalar için hiçbir biçimde yoruma ihtiyaç duymazdı.
* * *
Sâdık rüyayı görünce kime anlatılacağı noktasında da, Yakub aleyhisselâmın, oğlu Yûsuf aleyhisselâma tembih ettiği, 'Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma yavrum, yoksa sana bir tuzak kurarlar' (Yûsuf, 12:5) ölçüsüne bakılarak, rüyanın dost kimselere anlatılmasının gereğine işaret ediliyor.
Zaten, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de, 'Biriniz hoşuna giden bir rüyayı görürse, onu sevdiği birisinden başkasına anlatmasın' (Müslim, Rü'ya: 5) ve 'Rüya yorumlanmadıkça bir kuşun ayağı üzerindedir. Yorumlanınca çıkar. Rüyayı gören onu sevdiği kimseden, bilgi ve dirayet sahibi olandan başkasına anlatmasın' (İbni Mâce, Tabirü'r-rü'yâ: 7) buyurarak rüyayı gördükten sonra kime anlatılacağını bildirmiş oluyor.
Mehmet Paksu
'Bu gece içinizden rüya gören var mı?' diye sorar, çoğu zaman da kendisi görmüş olduğu rüyaları anlatır ve tabir ederdi. Sâdık rüyalar nasıl görülmüşse görüldüğü gibi aynen çıkar. Bir kısmı ince bir perdeye bürünmüş olarak belirir, bazıları da çok kalın bir perdeye sarılır. Perdeli olanlar ise ancak doğru bir biçimde yorumlanınca anlaşılır. Peygamberimiz özellikle vahyin ilk aylarında gördüğü rüyalar olduğu gibi aynen çıkardı, bu rüyalar için hiçbir biçimde yoruma ihtiyaç duymazdı.
* * *
Sâdık rüyayı görünce kime anlatılacağı noktasında da, Yakub aleyhisselâmın, oğlu Yûsuf aleyhisselâma tembih ettiği, 'Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma yavrum, yoksa sana bir tuzak kurarlar' (Yûsuf, 12:5) ölçüsüne bakılarak, rüyanın dost kimselere anlatılmasının gereğine işaret ediliyor.
Zaten, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de, 'Biriniz hoşuna giden bir rüyayı görürse, onu sevdiği birisinden başkasına anlatmasın' (Müslim, Rü'ya: 5) ve 'Rüya yorumlanmadıkça bir kuşun ayağı üzerindedir. Yorumlanınca çıkar. Rüyayı gören onu sevdiği kimseden, bilgi ve dirayet sahibi olandan başkasına anlatmasın' (İbni Mâce, Tabirü'r-rü'yâ: 7) buyurarak rüyayı gördükten sonra kime anlatılacağını bildirmiş oluyor.
Mehmet Paksu
1 Mart 2020 Pazar
İlahi Bir İkram Rüya Ve Rüya Fıkhı (Rüya Ahlakı)
Muhteşem Ahlak dersinde Muhammed Emin Yıldırım Hoca, rüya ahlakını anlattı. Rüya meselesine yaklaşım farkları, muhteva açısından rüya, Rahmânî rüya ve bunun nereden anlaşılacağı, rüya konusunda dikkat edilmesi gerekenler ve bunun en temel fıkhı bu dersin konularından bazılarıydı.
Dersten Cümleler
Rüya bahsi gündeme gelince, hemen birbirinden faklı üç tavır ortaya çıkıyor.
1. İfrat tavrı
2. Tefrit tavrı
3. İtidal tavrı
İfrat tavrı: Gereğinden fazla abartmak
Tefrit tavrı: Değerinden aşağıya düşürmek
İtidal tavrı: Değerinin hakkını teslim etmek
İtidal tavrı, Sünnet tavrıdır.
Rüya gibi bir nimetin, nikmete dönüşme tehlikesi vardır.
Sünnet-i Muhammed ile kaim olacak, Ümmet-i Muhammed…
Sözlükte “görmek” anlamındaki rü’yet kökünden türeyen rü’yâ kelimesi, uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü ifade eder. Türkçe’de buna ‘düş’ deniyor.
“Rüya Allah’tan, hulm ise şeytandandır.” (Buhârî, Tabîr, 3; Müslim, Rüyâ, 2; Tirmizî, Rüyâ, 5)
“…Rüya üç çeşittir; salih rüya ki bu, Allah’tan kuluna bir müjdedir. Şeytanın üzüntü vermesi şeklindeki kâbuslu rüya ve insanın günlük yaşantısında zihnini meşgul eden şeylerden kaynaklanan rüyadır.” (Buhârî, Tabîr, 3; Müslim, Rüyâ, 1)
Efendimiz’in (sas) burada beyan ettiği üç çeşit rüyayı âlimlerimiz şöyle isimlendirmişlerdir:
1. Rahmânî rüya
2. Şeytânî rüya
3. Nefsânî rüya
Rahmânî rüya, “rü’yâ-yı sâdıka yada rü’yâ-yı sâliha” dır.
Nefsânî rüya, insanın hayal ve kuruntuları, uyku esnasındaki dış etkiler ve günlük meşgalelere ilişkin rüyalardır.
“Sizden biriniz hoşlanmadığı bir rüya görürse kalksın, sol tarafına tükürsün (üç kez) ve o rüyayı insanlara anlatmasın./Kalksın abdest alsın ve iki rekât namaz kılsın.”
“Rüyada ayaklara vurulan zinciri severim; boyunlara geçirilen zincirden ise hoşlanmam.” (Buhârî, Tabîr, 3; Müslim, Rüyâ, 1)
Ayaklara vurulan zincir; dinde sebat, boyunlara geçirilen zincir ise Şeytanın aldatmacasıdır.
Şeytânî ve Nefsânî rüyalara karşı müminin tavrı nasıl olmalı?
1. Kimselere anlatmamalı
2. Tesiri altında kalmamalı
“Rüyanı kimselere anlatma! Şeytanın, rüya yoluyla seninle eğlenmesine de fırsat verme!” (Müslim, Rüya, 12)
Cevaplanması gereken üç soru:
1. Rahmânî rüyanın değeri nedir?
2. Bir rüyanın Rahmânî rüya olduğu nereden anlaşılır?
3. Rahmânî rüyanın fıkhı nedir?
Rahmânî rüyanın değeri nedir?
1. Rahmânî rüya, nübüvvet kurumunun bir parçasıdır.
2. Rahmânî rüya, Allah’ın (cc) kullarına bir ikram-ı ilahiyyesidir.
3. Rahmânî rüya, Allah’ın (cc) kullarına bir mübeşşirat-ı Rabbanisidir.
4. Rahmânî rüya, Allah’ın (cc) kullarına bir ikâz-ı Rahmânîyesidir.
5. Rahmânî rüya, Kıyamet’e yaklaştıkça, müminin en önemli teselli kaynağıdır.
“Mü’minin rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Peygamberlikten cüz olan şey yalan olamaz.” (Buharî, Tabîr, 26; Müslim, Rüya, 8)
Peygamberlerin nübüvvet öncesi rüyaları o ağır vazifeye bir hazırlık, nübüvvet sonrası rüyaları ise ya vahiy, yada ilahî bir işarettir.
“Benden sonra, peygamberlikten sâdece mübeşşirat kalacaktır!” Yanındakiler sordu: “Ya Resulullah!Mübeşşirât da nedir`?” Buyurdular ki: “Sâlih rüyadır!” (Buharî, Tabir, 5; Muvatta, Rüya, 3; Ebû Davud, Edeb, 96)
“Kıyamet yaklaşınca (ahir zamanda) mü’minin rüyası yalan çıkmaz!” (İbn Mâce, Rüya, 9)
Rüyada şefkat tokadı, ikazlar şeklinde gelir.
Bir rüyanın Rahmânî rüya olduğu nereden anlaşılır?1. Görenden
2. Görülenden
3. Görülen zamandan
4. Görülen mekândan
5. Görüleni tabir edenden
“Sâlih rüyayı, sâlih kişi görür veya ona gösterilir.” (Muvatta, Rüya, 3)
“En sâdık rüya, seher vakitlerinde görülen rüyadır.” (Tirmizî, Rüya, 3)
Rahmâni rüyanın fıkhı nedir?
1. Doğru anlatılmalı, mübalağadan kaçınmalı, zihinde ne kalmışsa, onunla yetinilmelidir.
“Sizin en doğru rüya görenleriniz, en doğru söyleyenlerinizdir.” (Müslim, Rüya, 6)
“En büyük iftiralardan birisi görmediği bir rüyayı görmüş gibi anlatan insanın iftirasıdır.” (Buhari, Menakıb, 5)
“Yalandan rüya gördüğünü söyleyen kimse kıyamet günü iki arpa tanesini birbirine bağlamakla mükellef olacak fakat asla onları birbirine bağlayamayacaktır.” (Buhârî, Tabîr, 45)
2. Herkese anlatılmamalı, bir reklam malzemesine dönüştürülmemeli, onun üzerinden farklı hesaplara girilmemelidir.
3. Başkalarını o rüya ile amel etmeye zorlamamalı, görülen rüyanın asla başkasını bağlamadığını iyice bilmelidir.
4. Kendisi gördüğü rüya ile amel edebileceği gibi etmeyeceğini de hatırından çıkarmamalı, bunun bir tercih meselesi olduğunu iyice bellemelidir.
5. Kimi görürse görsün, nasıl görürse görsün; eğer rüyada söylenenler, İslam’ın temel esaslarına aykırı ise, o rüya dikkate alınmamalıdır.
29 Şubat 2020 Cumartesi
Namazda Kur'an'ı yüzünden bakarak okumak olur mu?
Soru:
Uzun okumayı sevdiğim için namazlarımda, Mushafı uygun bir yere koyup yüzünden okusam caiz olur mu?
Cevap:
Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre farz olsun nafile olsun namazlarda kıraati (Kur'an okumayı) Mushaf'a veya okunacak sure ve âyetlerin yazılı olduğu bir yere bakarak yapmak caizdir.
Mâlikîlere göre farz namazlarda Mushaf ve kâğıt gibi bir yerden okumak mekruh, nafile namazların baş tarafında okumak ise caizdir.
Ebû Hanîfe'ye göre Mushaf'a bakarak okumak namazı bozar.
Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre Ehl-i kitab'a benzemek kastı varsa mekruhtur.
Mezhepler arasındaki bu farklı görüşlerin gerekçeleri şöyledir:
Caiz diyenler, ashab ve tabiun zamanında böyle uygulamaların bulunduğuna dayanmışlardır.
Caiz değil diyenler ise "namazda bir başka şeyle fazlaca meşgul olma"nın namazı bozacağı kuralını uygulamışlardır.
Buna göre fazla meşgul olmadan okuyacak şekilde tedbir alınır, ona göre okunacak kısım uygun yere yeleştirilir veya yansıtılırsa namazda böyle bir yere bakarak okumak caiz olur.
(Aynı konuda farklı birinin sorusu:)
Soru:
Ben 4-5 gündür namaz kılmaya çalışıyorum ama dualar daha ezberimde değil, ayrıca yanlış olmasın diye kelimesi kelimesine okumak lazım, bu yüzden hep kitaba bakarak kılıyordum, ama bu namazı bozarmış, şimdi ben ne yapacağım, böyle alıştırmak için kabul olmayacağını bile bile öğrenmek için kılmalı mıyım, yoksa tam olarak ezberleyince mi kılmalıyım.
Cevap:
Öğreninceye kadar kitaba bakarak okuyabilirsin ve bu bakma fiili namazını bozmaz. Kesin olarak namazına devam et, "önce tam olarak okuyayım, sonra kılarım" deme.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)