29 Kasım 2016 Salı

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 11) Meymune binti Haris Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Babası Haris bin Hazen el-Hilali’dir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in amcalarından Abbas (Radiyallahu Anh)’ın hanımı Ümmü’l-Fadl Lübabetü’l-Kübra binti Haris’in ana baba bir Cafer (Radiyallahu Anh)’ın hanımı Esma binti Umeys, Hamza(Radiyallahu Anh)’ın hanımı Selma binti Umeys ve Mü’minlerin Annesi Ümmü’l-Mesakin Zeynep binti Huzeyme ile ana bir kız kardeştirler.

Mucemu’l-Kebir 11/415, Heysemi 2/360

Cahiliyede ismi Berre idi, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha sonra ona Meymune adını verdi.

Hakim 4/30

İslam gelmezden az önce Mes’ud bin Amr es-Sakafi ile evlendi ve bir müddet sonra kocası ondan ayrıldı. Sonra Ebu Ruhm bin Abdiluzza ile evlendi ve bu kocası da öldü.

Bilindiği gibi hicretin 6. yılında Müslümanlarla müşrikler arasında Hudeybiye anlaşması yapılmıştı. Bu anlaşmaya göre, umre için yola çıkan Müslümanlar umre yapmadan geri dönecekler, ancak gelecek yıl Mekke’ye girebilecekler ve sadece üç gün kalabileceklerdi.

Ertesi yıl Zilkade ayında Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Müslümanlarla beraber kaza umresini eda etmek için yola çıktı.

Umre tavafını, Safa ile Merve arasındaki sa’yını tamamlayıp başını tıraş edince ihramından çıktı ve müteakiben Meymune’ye evlenme teklifini iletti. Meymune (Radiyallahu Anha) bu teklif üzerine Abbas (Radiyallahu Anh)’ı kendisine vekil tayin etti ve nikah gerçekleşti.

Bu halde zifaf gerçekleşmeksizin Mekke’de üç gün kaldılar. Huveytib bin Abdiluzza bir gurup adamıyla üçüncü gün Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına gelerek:

“Vaktin doldu, aramızdan çık, git!” dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Beni rahat bıraksanız da aranızda güvey olsam ve düğün yemeği tertip etsem de siz de katılsanız” buyurunca:

−“Yemeğine ihtiyacımız yok, bir an önce çık!” cevabıyla karşılaştı. Bunun üzerine hazırlıklarını yapıp ertesi gün Medine’ye doğru yola çıktılar. Mekke’nin 9 mil kadar uzağındaki Serif mevkiine geldiklerinde mola verdiler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için bir çadır kuruldu ve bu bölgede gelin güvey oldular.

Hakim 4/31, Mu’cemu’l-Kebir 23/234, Heysemi 9/249

Görüldüğü gibi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in nikahı, bazı kaynaklarda geçtiği gibi ihramlıyken değil, ihramsız olduğu halde gerçekleşmiştir. Nitekim Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir mübarek hadisinde ihramlının nikahlanmasını yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

“İhramlı kişi nikah yapamaz, başkası tarafından nikahı kıyılamaz ve hatta evlenme teklifinde bile bulunamaz.”
Müslim 1409/41

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in son nikahladığı kadın olma şerefine eren Meymune (Radiyallahu Anha), hanımefendi kadınlardandı. Aişe validemiz (Radiyallahu Anha) onun hakkında:

“Meymune, Allah’tan en çok korkanımız ve akrabalık ilişkilerini en çok gözetenimizdi” demektedir.Hakim 4/32

Meymune (Radiyallahu Anha)’dan 76 hadis rivayet edilmiş olup bunlardan 7 adedi Buhari ve Müslim tarafından sahihlerine alınmıştır. Kendisinden de yeğenleri İbni Abbas ve Abdullah bin Şeddad bin Had başta olmak üzere Ubeyd bin Sebbak, Abdurrahman bin Saib el-Hilali, Yezid bin Esamm, İbni Abbas’ın kölesi Kureyb, kendi kölesi Süleyman bin Yesar ve Ata bin Yesar ile başkaları rivayette bulunmuşlardır.

Mü’minlerin Annesi Meymune (Radiyallahu Anha) hicri 51. yılda Mekke’de hastalandı. Hastalığı ağırlaştığında:

“Beni Mekke’den çıkarın. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) benim Mekke’de ölmeyeceğimi Mekke dışında öleceğimi haber vermişti” dedi. Onu Mekke’nin dışına taşıdılar.

Allah’ın takdirine bakın ki, Serif mevkiinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile zifafa girdikleri ağacın altına geldiklerinde orada vefat etti ve aynı yere defnedildi. Onun cenaze merasimi esnasında yeğeni olan Abdullah ibni Abbas(Radiyallahu Anhuma) şöyle demişti:

“Bu, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zevcesidir. Naaşını kaldırdığınızda onu sallamayın ve sarsmayın, yavaş yavaş rıfk ile yürüyüp götürün.”Buhari 5162, Müslim 1465/51, Heysemi 9/249

Meymune (Radiyallahu Anha) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kendisine tahsis ettiği odasının Abdullah bin Abbas(Radiyallahu Anhuma)’ya verilmesini vasiyet etmişti. Tercümanu’l-Kur’an Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) o odayı insanlar arasında ilmi yaymak için bir okul haline getirmiştir. Allah (Azze ve Celle) her ikisinden de razı olsun.

Mü’minlerin Anneleri olan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in temiz eşlerine selam olsun...

Allah hepsinden razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

28 Kasım 2016 Pazartesi

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 10) Safiyye binti Huyey Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Beni Nadir Yahudilerinin lideri Huyey bin Ahtab’ın kızı olan Safiyye (Radiyallahu Anha) Musa (Aleyhisselam)’ın kardeşi Harun(Aleyhisselam)’ın neslindendir. Bu kavim hicri 4. yılda Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e komplo hazırladı. Yedi kat semanın üzerinden Allah (Azze ve Celle) bu planlarını Rasulü’ne bildirince İslam ordusu bu Yahudi kavminin üzerine yürüdü ve kısa süren bir kuşatmadan sonra Medine’den çıkmayı kabul ederek teslim oldular.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara, silah hariç yanlarına diledikleri kadar mal ve eşya almalarına izin verdi. Buradan çıkarılan Yahudilerin büyük kısmı Hayber’e, bir kısmı da Şam tarafına gitmişlerdir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye’den döndükten sonra hicretin 7. yılının başında Hayber’e yürüdü. Uzun ve sıkıntılı bir kuşatmadan sonra Allah (Azze ve Celle) Hayber’in fethini nasip ettiğinde Yahudilerin lideri olan Huyey bin Ahtab da dahil olmak üzere savaşçılar öldürüldü ve kadınlarla çocuklar esir alındı.

Cebrail (Aleyhisselam)’ın çoğunlukla kılığına girerek vahiy getirdiği büyük sahabi Dihyetü’l-Kelbi (Radiyallahu Anh) bu esirlerin içinden bir cariye istedi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in müsaade etmesiyle bazı kaynaklarda ismi Zeynep diye geçen Huyey’in kızını kendisine cariye olarak seçti. Bunun üzerine birisi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:

−“Ey Allah’ın Nebisi! Dihye’ye Nadiroğulları ve Kureyzaoğullarının liderinin kızını verdin. O ancak sana layıktır” deyince Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Dihye (Radiyallahu Anh) ile cariyeyi çağırdı ve Dihye’den onu yedi kişi karşılığında satın aldı. Akabinde onu azat ederek kendine nikahladı ve hürriyetine kavuşturmasını da onun mehri yaptı.

Hayber’den dönüşte Seddu’s-Sahba mevkisine ulaştıklarında Safiyye orada hayızdan temizlendi ve zifaf gerçekleşti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun düğün yemeği olan velimesini yoğurt kurusu, hurma ve yağdan yapılan hays yemeği ile o bölgede verdi. Sonra Medine’ye döndüler.

Buhari 909, 2717, Müslim 1365/84, 88, Ebu Davud 2995, 2998

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in, savaşta hazır bulunsa da, bulunmasa da elde edilen köle ve mallardan bir hissesi vardı ki, buna ‘safiy sehmi’ denirdi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hissesini ister köle veya cariye ve isterse at vb. olsun ganimetin 1/5’i olan humusdan önce alırdı. Huyey’in kızı Safiyye de bu safiy hissesinden idi.

Ebu Davud 2991, 2994

Safiyye (Radiyallahu Anha) önce Sellam bin Mişkem’in nikahındaydı. Daha sonra ondan ayrılıp Kinane bin Ebi’l-Hukayk ile evlenmişti ve bu kocası da Hayber’de öldürülenler arasındaydı. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına zifaf için girdirildiğinde gözlerinde bir morluk gördü. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nedenini sorduğunda Safiyye (Radiyallahu Anha) şöyle cevapladı:

“Kocama, ‘Ben ayın kucağıma düştüğünü gördüm’ diye rüyamı anlattığımda yüzüme sert bir tokat indirdi ve ‘Sen Medine’nin kralını Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i mi arzuluyorsun?’ dedi. Safiyye sözüne devamla Babamı ve kocamı öldüren Allah Rasulünden daha çok buğzettiğim kimse yoktu.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) durmadan bana özür beyan ederek:

“Ya Safiyye! Baban Arap kabilelerini bana karşı kışkırttı, şöyle şöyle yaptı, böyle böyle yaptı” diye sürekli söyledi. Müteakiben içimde duyduğum bu duygu yok olup gitti.

Heysemi 9/251

Safiyye (Radiyallahu Anha) yumuşak huylu ve akıllı bir kadındı. Bir gün Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanına girdiğinde o ağlıyordu.

Ağlama nedenini soran Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

−“Hafsa bana ‘Yahudi kızı’ diye ta’rizde bulundu” diye cevaplayınca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−“Muhakkak ki sen Nebi Harun’un kızısın, amcan Musa da Nebi idi ve sen şimdi bir Nebi’nin nikahı altındasın. O hangi hususta sana karşı övünüyor?” buyurarak onun gönlünü aldı.

Tirmizi 4146

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu tesellisi, Safiyye validemizin yüreğindeki ateşi serinlettiği gibi sevgili eşinin kendisi için yegâne sığınak olduğunu da iyice idrak etmesini sağlamıştır.

Asiler, Mü’minlerin Emiri Osman bin Affan (Radiyallahu Anh)’ın evini kuşatınca Mü’minlerin Annesi Safiyye (Radiyallahu Anha)kendi evinden Osman’ın evine bir kalas uzattı ve kuşatma süresince evinden ona yemek ve su taşındı.

Tabakat 8/128

İbni Kesir (Rahmetullahi Aleyh)’in bildirdiğine göre Safiyye (Radiyallahu Anha) ibadet, takva, zühd, iyilik ve sadaka verme bakımından kadınların lideri ve hanımefendisiydi.

İbni Kesir Büyük İslam Tarihi 8/83

Cariyelerinden birisi Mü’minlerin Emiri Ömer (Radiyallahu Anh)’a gelerek:

“Safiyye Cumartesi gününü seviyor ve Yahudilerle ilişkisini devam ettiriyor” diye şikayet etti. Ömer bunun sebebini öğrenmek isteyince validemiz:

“Cumartesi gününü soruyorsun; Allah bana onun yerine Cuma gününü verdiğinden beri o günü sevmiyorum. Yahudilerle ilişkime gelince; onların arasında akrabalarım var, onlarla İslam’ın emri gereği sılai rahim yapıyorum” demiştir.

El-İstiab 4/1872

Safiyye binti Huyey (Radiyallahu Anha)’den 10 hadis rivayet edilmiş olup bunlardan birini Buhari ve Müslim ittifakla sahihlerine almışlardır. Kendisinden de Ali bin Hüseyin, İshak bin Abdullah bin Haris, kölesi Kinane ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Safiyye binti Huyey (Radiyallahu Anha) güzel olduğu kadar zeki ve şerefli validemiz Muaviye döneminde hicri 50. yılda vefat etmiş ve Cennetu’l-Baki’ye, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımlarının yanına defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Kasım 2016 Cumartesi

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 9) Ümmü Habibe Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Arap örf ve adetlerine göre ilk çocuğu olan Habibe ile künyelenen bu pak validemiz daha çok künyesiyle tanınmakta olup adı Ramle’dir. Nesebi, binti Ebu Süfyan Sahr bin Harb bin Ümeyye bin Abdişşems el-Kureşi’dir. Annesi Safiyye binti Ebi’l-As’dır. İlk evliliğini Mü’minlerin Annesi Zeynep (Radiyallahu Anha)’nın kardeşi Ubeydullah bin Cahş ile yapmış ve babası Ebu Süfyan’ın İslam düşmanlığına rağmen kocasıyla birlikte ilk Müslümanlardan olma şerefine ermiştir. Bu sebeple kocasıyla müşriklerin eza ve baskılarına maruz kalanların başında geliyorlardı.

Ubeydullah bu sıkıntıdan kurtulmak için hanımıyla birlikte ikinci kafileyle Habeş diyarına hicret etti. Ne var ki, dini uğruna memleketini terk edecek kadar inanç ve değerlerine bağlı olan Ubeydullah bin Cahş bu Hristiyan beldesinde irtidat ederek eski dini olan Hristiyanlığa girdi. Bununla kalmayıp eşi Ümmü Habibe’ye de dinini değiştirmesi için baskı yaptı. Bu durum karşısında Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) şu üç şey arasında seçim yapmak zorunda kalmıştı:

1) Hristiyan olması için ısrar eden kocasının isteğini kabul ederek uğruna çok şeyini terk ettiği İslam’ı terk edecekti ki, bu dünya belası ve ahiret azabının ta kendisiydi.

2) Mekke’deki babasının evine dönecekti ki, orası şirkin kalesi ve babası da o kalenin komutanıydı. Bu durumda dinini yaşaması mümkün değildi.

3) Tek başına, ailesiz ve yardımcısız olarak Allah kendisine bir çıkış yolu yaratana kadar bu gurbet diyarı olan Habeşistan’da dini üzere yaşamaya gayret edecekti.

Takdir edilir ki, bu üçüncü durum, kucağında çocukla yalnız bir kadın için en sıkıntılı ama uhrevi azık olarak en faydalısıydı. O da kendisine yakışanı tercih ederek Allah’ı ve dinini seçti. Zaten Ubeydullah da kısa bir süre sonra içkili bir halde Hristiyan olarak ölmüştü. Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın beklemesi uzun sürmedi. Dinini yaşamaya çalışan samimi kullarının yar ve yardımcısı olan Allah-u Teâlâ kuluna çıkış yolunu çabuk gösterdi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Necaşi aracılığıyla ona evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) bu teklifi kabul etti ve Necaşi onu gıyaben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e nikahladı, çeyizi kendisi dizdi ve Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yerine 4.000 dirhem mehir verdi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımlarına verdiği mehir ise 500 dirhem idi.
Müslim 1426/78

Necaşi tüm bunlarla kalmayıp Ümmü Habibe’yi Şurahbil bin Hasene ile Medine’ye eşinin yanına, Habeşistan’daki Müslümanları da iki gemiye bindirerek beldelerine gönderdi. Allah ona yaptıklarının karşılığını hayırla versin.
Ebu Davud 2107, Nesei 3335, El-İstiab 4/422, El-İsabe 4/299

Bu olay hicretin 7. yılında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hayber seferindeyken meydana geldi. Onların Medine’ye ulaşmasından az sonra da Hayber’in fethedildiği ve Yahudilere karşı zafer kazanıldığı haberi ilan edilmişti ki, böylece sanki iki bayram birden yaşanıyordu. Medine halkı muzaffer orduyu karşılamak için şehrin dışına çıktı.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), o kalabalığın arasında, işkence ve sıkıntı günlerinde Mekke’den Habeşistan’a hicret eden ashabını görünce sevincine sevinç katıldı. Bineğinden inerek amcasının oğlu Cafer bin Ebi Talib’i kucakladı. Bir yandan da:

“Hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber’in fethine mi, yoksa Cafer’in gelişine mi?” diyordu. Ardından diğer muhacir sahabesi ile ilgilenerek onlarla hasret giderdi.
Siretu İbni Hişam 4/5

Bu olay, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile nikahlı eşinin kavuşmasıyla aynı zamanda oldu. Bütün bunlar Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın samimiyetinin, sabrının ve çektiği sıkıntıların bir nevi mükafatıydı. Bu evlilik, Ebu Süfyan’a bildirildiğinde kızının kendisine danışmadan düşmanıyla evlenmesine kızması beklenirken aksine onun bir bakıma memnuniyetini ifade ettiği ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için:

“O, reddedilmeyecek biridir” diyerek bu evliliği tasvip ettiği görülür ki, bu evlilikten sonra Ebu Süfyan’ın Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e olan düşmanlığı azalmış ve Müslümanlara karşı yumuşamaya başlamıştır.Tabakat 8/99, El-İstiab 4/298

Bu evliliğin fıkhi bakımdan da ayrı bir önemi vardır. Zira Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Ümmü Habibe’nin nikahı ‘gıyabi nikah’ şeklinde vuku bulmuştur. Bu, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu sahada da ümmetine örnek olduğunun bir göstergesidir.

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın eşine olan sevgisi Onun minderine müşrik olan babasını oturtmayacak kadar sağlam ve samimiydi. Hudeybiye anlaşmasını bozan Kureyş kavmi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in tepkisinden çekinerek anlaşmayı yenilemek ve süreyi uzatmak üzere Ebu Süfyan’ı elçi olarak gönderdiler.

Medine’ye gelen Ebu Süfyan, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanımı olan kızının yanına vardı. Mindere oturmak üzere olan babasının altından döşeği çekip alan Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha):

“O Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in döşeğidir, ona bir müşrik oturamaz” demişti.
Siretu İbni Hişam 4/7

Bilindiği gibi Ebu Süfyan, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ordusu Mekke seferindeyken Müslüman olmuş ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de onu taltif ederek:

“Kim Ebu Süfyan’ın evine girerse emniyettedir, kim evine kapanırsa emniyettedir ve kim Kabe’ye sığınırsa emniyettedir”buyurmuştur.
Siretu İbni Hişam 4/62, Müslim 1780/84, Ebu Davud 3022

Gerçek bir sabır taşı olan Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) babasının Şam’dan ölüm haberi gelişinin üçüncü günü za’feranlı bir koku ile kokulanarak:

“Şüphesiz ki ben böyle süslenmekten müstağni bir kadınım. Lakin ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyururken işittim:

−“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının eşinden başka bir ölü için üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Kadın eşi için ise dört ay on gün yas tutar.” İşte ben bu sebeple süslendim demiştir.Buhari 1207

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra zahidane bir hayat yaşadı. Onun bu hayatı 34 yıl sürdü. Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımları gibi herkes tarafından sayılırdı. Bu sebeple kardeşi Muaviye’ye ‘Mü’minlerin dayısı’ diye hitap ediliyordu.Siyeru A’lami’n-Nübela 2/222

Ayrıca Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın ortaya çıkan fitne olaylarından uzak kaldığı ve siyasi olaylara karışmadığı da bilinmektedir.

65 hadis rivayet ettiği bildirilen Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’dan kardeşi Muaviye, yeğeni Abdullah bin Utbe, Urve bin Zübeyr, Ebu Salih Semman, Safiyye binti Şeybe, Zeynep binti Ebi Seleme, Şuteyr bin Şekel, Amir el-Huzeli ve daha başkaları hadis rivayet etmişlerdir.

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) ahiret alemine göçeceğini hissedince kuması Aişe (Radiyallahu Anha)’yı yanına çağırarak:

“Aramızda ister istemez kumalar arasında kaçınılmaz olan bazı şeyler geçti. Allah bu olanlardan dolayı beni de, seni de affetsin. Bana hakkını helal et!” dedi. Aişe de ona hakkını helal etti ve onun için mağfiret dileğinde bulundu. Bunun üzerine Ümmü Habibe’nin solgun yüzü hoşnutlukla parladı ve zayıf bir sesle:

“Beni sevindirdin, Allah da seni sevindirsin!” diye dua etti. Aynı şeyi diğer ortağı Ümmü Seleme için de tekrarladı.El-İsabe 4/306

Mü’minlerin Annesi Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) kardeşi Muaviye’nin hilafeti devrinde 70 yaşındayken hicretin 44. senesinde vefat etti ve Baki kabristanına defnedildi.Tabakat 8/100, El-İstiab 4/299

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

17 Kasım 2016 Perşembe

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 8) Cüveyriye binti Haris Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Cahiliye döneminde adı Berre idi. Babası Haris bin Ebi Dırar el-Mustaliki olup kavminin reisiydi. Mustalikoğulları büyük Huzaa kabilesinin bir koluydu. Bu kavim genelde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e yakınlık ve sempati duyuyordu, ancak Müslümanlara karşı bir savaş hazırlığı içinde oldukları haberi geldi.

Yapılan tahkikat duyumların doğru olduğunu ortaya koyunca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yedi yüz kişilik bir orduyla harekete geçti ve hicri 6. yılın Şaban ayının ikinci gecesi ani bir baskınla sahil boyundaki Fedid bölgesinde Müreysi denilen bir suyun etrafında toplanmış olan Mustalikoğulları kabilesinin bir kısmını öldürdü. Kalan kısmını da esir olarak ele geçirdi. Esirler arasında kabilenin reisi Haris’in kızı Berre de vardı. Bundan sonrasını Aişe validemizden dinleyelim:

“Haris’in kızı, Sabit bin Kays (Radiyallahu Anh)’ın veya onun amcaoğlunun hissesine düşmüş ve onunla arasında mükatebe ücret karşılığı azat edilme anlaşması yapmıştı. Kendisi göz alacak kadar güzel bir kadındı. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den mükatebe akti için gerekli bedeli istemeye geldi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e kendini tanıtarak durumunu anlattı ve mükatebe bedeli için yardım istedi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Sana ondan daha hayırlısını söyleyeyim mi? Senin borcunu ödeyeyim ve seni nikahlayayım” buyurunca o da kabul etti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), onu azat etti ve Müslüman olduktan sonra kendine nikahladı. Bu haber Müslümanlar arasında duyulunca ellerindeki Mustalikoğullarından ne kadar esir varsa ‘Bunlar Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in akrabalarıdır’ diyerek azat ettiler.

Kavminde Berre’den daha bereketli bir kadın görmedik. Çünkü onun sebebiyle Mustalikoğullarından 100 aile hürriyetine kavuştu.”Ebu Davud 3931, Ahmed 6/277

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Berre’nin ismini Cüveyriye olarak değiştirdi. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) itaat ve ibadet manasına gelen Berre’nin yanından çıktı denilmesini kerih görüyordu.
Müslim 2140/16

İmam Zehebi’nin Siyer’inde ve Hafız İbni Hacer’in el-İsabe’sinde belirttiklerine göre Cüveyriye’nin babası Haris de bu evlilikten bir müddet sonra Müslüman olmuştur.

Cüveyriye (Radiyallahu Anha) ibadete düşkün bir validemizdi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir sabah, hanımı Cüveyriye henüz namaz kıldığı yerde bulunuyorken yanından dışarı çıktı. Sonra kuşluk vakti olunca geriye döndü ki, hanımı hala namaz kıldığı yerde bıraktığı gibi oturuyordu.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona şöyle buyurdu:

“Vallahi ben senden sonra şu dört kelimeyi üç kere söyledim ki, eğer bu kelimeler senin güne başladığından beri söylediklerinle tartılsaydı benim söylediklerim, senin söylediklerini tartardı.”

Onlar şunlardır:

سُبْحاَنَ اللهِ وَبِحَمْدِهِ عَدَدَ خَلْقِهِ، وَرِضَا نَفْسِهِ، وَزِنَةَ عَرْشِهِ، وَمِدَادَ كَلِماَتِهِ


(Sübhânallahi ve bihamdihi adede halkıhî ve rıdâ nefsihi ve zînete arşihi ve midâde kelimâtihi)

−“Allah’ı hamdiyle yarattıklarının sayısı, nefsinin zatının rızası, Arş’ının ağırlığı ve kelimelerinin çokluğu kadar tesbih ederim.”
Müslim 2726/79

Yine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir Cuma günü Cüveyriye (Radiyallahu Anha)’nın yanına girdiğinde onun oruçlu olduğunu öğrendi ve:

−“Dün oruç tuttun mu?” diye sordu.

Cüveyriye (Radiyallahu Anha):

−“Hayır!” dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−“Yarın oruç tutmayı istiyor musun?” diye tekrar sordu.

Cüveyriye (Radiyallahu Anha):

−“Hayır!” dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−“Öyleyse orucunu boz!” diye emretti.Buhari 1851

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Biriniz Cuma’dan bir gün evvel yahut bir gün sonra oruç tutmadıkça sakın yalnız Cuma günü oruç tutmasın” buyurarak sırf Cuma günü orucundan nehyetti.Buhari 1850

Cüveyriye (Radiyallahu Anha)’dan 7 hadis rivayet edilmiş olup kendisinden de İbni Abbas, Ubeyd bin Sebbak, Kureyb, Mücahid, Ebu Eyyub, Yahya bin Malik el-Ezdi ve başkaları hadis rivayet etmiştir.

Yaklaşık dört yıl Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e eşlik yapma şerefine ulaşan Mü’minlerin Annesi Cüveyriye (Radiyallahu Anha) hicretin 50. yılında 65 yaşında vefat etmiş. Cenaze namazını Mervan bin Hakem kıldırmış ve Cennetu’l-Baki’ye defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

15 Kasım 2016 Salı

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 7) Zeynep binti Cahş Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Babası Cahş bin Riab el-Esedi, annesi ise Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in halası olan Ümeyye binti Abdulmuttalip’tir. Müstehaze olması sebebiyle istihaze ile ilgili birçok hükmün hakkında nas olarak geldiği Hamne binti Cahş (Radiyallahu Anha)’ın kız kardeşidir. İlk muhacirlerdendir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu azatlısı Zeyd bin Harise(Radiyallahu Anh) ile evlendirmişti. Bilindiği gibi Zeyd, Hatice validemizin kölesi iken onu Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e hediye etmişti.

Zeyd’in babası Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den oğlunu fidye karşılığı serbest bırakıp kendileriyle göndermesini isteyince Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Zeyd’i azat etmiş ve dilerse babasıyla gidebileceği, dilerse de kendisiyle beraber kalabileceği hususunda serbest bırakmıştı. Zeyd (Radiyallahu Anh) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile kalmayı tercih edip babasına:

“Ben bu zattan öyle şeyler gördüm ki, ondan ayrılmam mümkün değildir” demişti.

Bunun üzerine Rasulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun elini tutarak Kureyşlilerden bir topluluğun yanında Zeyd’in miras alıcı ve verici olarak evlatlığı olduğunu ilan etti. Bundan sonra Zeyd (Radiyallahu Anh) ‘Zeyd bin Muhammed Muhammed’in oğlu Zeyd’ diye çağrılmaya başlamıştı ki, “Onları babalarının adları ile çağırın. Bu, Allah katında daha adildir...” Ahzab 5. mealindeki ayet indi.Tirmizi 3424

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ısrarıyla gerçekleşen bu evlilik her iki tarafı da pek mutlu etmedi. Zeynep(Radiyallahu Anha), kendisi Arapların en üstün kavimlerinden birinden olması sebebiyle bir azatlı ile evliliğini içine sindiremiyor ve kocasına sıkıntı veriyordu. Bundan dolayı Zeyd (Radiyallahu Anh) birkaç kez hanımını Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e şikayet etmiş ve boşanma isteğini bildirmişse de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) her seferinde:

“Allah’tan kork ve hanımını elinde tut” buyurmuştu.Tirmizi 3429

Neticede Zeyd, Zeynep’i boşayınca Allah-u Teâlâ şu ayeti indirdi:

“Hani Allah’ın nimet verdiği ve senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye ‘Eşini yanında tut, Allah’tan kork!’ diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkları karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (onlarla evlilik hususunda) mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri (böylece) yerine getirilmiştir.” Ahzab 37.Buhari 4669, Tirmizi 3429

Bu ayette geçen Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in gizlediği şey, Allah’ın kendisine, Zeynep (Radiyallahu Anha)’yı nikahlayacağını haber vermesidir. Gizleme sebebi ise, insanların:

‘Oğlunun hanımıyla evlendi’ demeleri endişesidir. Allah-u Teâlâ bu olayla, evlat ile evlatlığın aynı konumda olamayacağını en beliğ bir şekilde ifade etmiş ve evlatlığın boşadığı hanımla evliliğe ruhsat vermiştir. Aişe (Radiyallahu Anha) bu ayet hakkında şöyle söylerdi:

“Eğer Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah’ın Kitabı’ndan bir şey gizleseydi bu ayeti gizlerdi.”Tirmizi 3423

Bu ayetin inişini müteakiben Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Zeynep’e bir haberci göndererek durumdan haberdar etmek istedi. Haberi alan validemizin ilk işi Rabbi ile istihare yapmak olmuştur.

İstihare: Müslümanın bir karar almadan veya bir işe girişmeden önce Rabbinden kendisi hakkında hayırlısını istemesidir.

İstihare, iki rek’at nafile namaz kılınarak ve bunun neticesinde kalbin herhangi bir karara meyletmesi şekinde yapılır. Bu namazın şekli ve yapılacak dua için hadis kitaplarının ilgili yerlerine başvurulabilir.Buhari 1109, Ebu Davud 1538, Nesei 3239, İbni Mace 1383

Ancak Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kur’ani hüküm gereği izin almaya lüzum görmeksizin Zeynep validemizin yanına girmiştir.Müslim 1428/89, Nesei 3237

Zeynep, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e şöyle derdi:

“Ben sana üç şeyle işve ve naz ediyorum ki diğer hanımlarından hiçbirisi sana bunlarla naz edemez:

1) Benim dedem ve senin deden aynıdır.

2) Beni sana Allah nikahladı.

3) Beni nikahlamana aracı Cibril (Aleyhisselam)’dır.Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri 12/6546

Enes (Radiyallahu Anh)’ın bildirdiğine göre Zeynep binti Cahş (Radiyallahu Anha), Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımlarına karşı da övünür ve şöyle derdi:

“Sizleri velileriniz evlendirdi. Halbuki beni yedi kat semanın üstünden Allah-u Teâlâ evlendirdi.”Buhari 7290, Tirmizi 3427

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Zeynep ile evliliği hicri 5. yılın Zilkade ayında gerçekleşmiştir. Yine, davet edilmedikçe Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in evine girilmemesini, yemek yendikten sonra lafı uzatıp gereksiz yere kalmamayı, hanımlarından bir şey istendiğinde perde arkasından istemeyi ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra hanımlarıyla evlenmenin yasaklığını içeren ayetde Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Zeynep validemizle zifafa girmesi dönemlerinde indirilmiştir.Tirmizi 3434, Buhari 7291, Nesei 3238

Böylece bu günden itibaren Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanımlarına da, bütün mü’min kadınlara da şerefi korumanın azizliğin işareti ve düşüklükten kurtulmanın teminatı olan hicap yani tesettür farz kılındı.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) İslam’a uygun olmayan veya çirkin olan isimleri değiştirirdi. Nitekim Zeynep validemizin ismi Berre iken onun ismini Zeynep olarak değiştirmiştir.Müslim 2142/18

Zeynep validemiz saliha bir kadındı. Çok oruç tutar, çok namaz kılardı. Birgün Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mescide girince mescidin iki sütununa bağlanmış bir ip gördü de:

−“Bu nedir?” diye sordu.

Sahabeler:

−“Bu Zeynep’in ipidir. Namaz kılar, yorulduğunda veya gevşeklik hissettiğinde ona tutunur” dediler.

Bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−“O ipi çözün. Sizden biriniz zinde olduğunda (nafile) namaz kılsın, yorulduğu veya gevşeklik hissettiğinde otursun”buyurdu.Buhari 1101, Müslim 784/219

Aişe (Radiyallahu Anha) Zeynep’in hakkında:

“Dininde, Allah’a takvada, doğru sözlülükte, sılai rahimde, çok sadaka vermede ve Allah’a yaklaşmaya vesile olan her türlü hayır işlerinde nefsini alçaltmada Zeynep derecesinde şiddetli bir kadın görmedim” demektedir.Müslim 2442/83

Zeynep (Radiyallahu Anha) cömertlik ve iyilik hususunda da kadınların önderlerindendi. Kendisi el sanatkârıydı. Deriyi tabaklar, diker ve Allah yolunda sadaka olarak verirdi.Hakim 4/25

Bir defasında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hanımlarına hitaben:

“Sizin bana en çabuk kavuşacak olanınız, eli en uzun olanınızdır” buyurdu.

Aişe (Radiyallahu Anha) dedi ki:

“Bunun üzerine biz kadınlar hangimizin eli daha uzundur diye kollarımızı ölçerdik. Sevde eli en uzun olanımızdı. Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanımı Zeynep binti Cahş vefat edinceye kadar böyle yapıp durduk. İşte o zaman Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in el uzunluğundan sadaka vermeyi kasdettiğini anladık.”Müslim 2452/101, Buhari 1345, Hakim 4/25

Nitekim Heysemi’nin bildirdiğine göre, Heysem, bin Adiyy (Radiyallahu Anh)’den Taberani’nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir:

“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanımlarından kendisinden sonra ilk vefat eden Ömer (Radiyallahu Anh)’ın halifeliğinde ölen Zeynep binti Cahş (Radiyallahu Anha)’dır. En son vefat eden ise hicri 62. yılında Yezid bin Muaviye’nin döneminde ölen Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha)’dır.Heysemi 9/247

Zeynep binti Cahş (Radiyallahu Anha), Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Veda Haccı’nda bulunmuş ve Onun eşlerine hitaben söylediği:

“Artık bu, hasırların ortaya çıkışının sonudur” sözünden hareketle Sevde (Radiyallahu Anha) ile beraber hareket ederek bir daha haccetmemiştir.Ebu Davud 1722, Et-Terğib ve’t-Terhib 3/49

Zeynep validemizden rivayet olunan 11 hadis vardır. Bunlardan 2’sini Buhari ve Müslim ittifaken rivayet etmişlerdir. Kendisinden de Muhammed bin Abdullah, Ümmü Habibe ve Zeynep binti Ebi Seleme rivayet etmiştir.

Allah-u Teâlâ’nın en sevgili kulu, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e, Kitabı’nın nassıyla yedi kat semanın üzerinden veli izni ve şahit olmaksızın nikahladığı Zeynep binti Cahş (Radiyallahu Anha) hicretin 20. yılında Ömer (Radiyallahu Anh)’ın hilafeti esnasında vefat etmiş, cenaze namazını Ömer (Radiyallahu Anh) kıldırmış ve Cennetu’l-Baki’ye defnedilmiştir.Heysemi 2/248

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve
sahbihi ve sellim"


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

14 Kasım 2016 Pazartesi

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 6) Ümmü Seleme Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Adı Hind binti Ebi Ümeyyetü’l-Mahzumiyye’dir. Allah’ın kılıcı Halid bin Velid (Radiyallahu Anh)’ın amcasının kızıdır. Kadınların en güzellerinden ve en soylularından olduğu kadar hicaplı ve pak bir hanımefendiydi. Babası ise Zadu’r-Rakb yani yol azığı lakaplı Sehl bin Mugire’dir ki, Kureyş’in sayılı cömertlerindendir.

Yolculuğa çıkarken yol arkadaşları için de fazlasıyla azık bulundurduğu için bu lakapla anılmaktaydı. İlk kocası, amcasının oğlu ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sütkardeşi olan Ebu Seleme Abdullah bin Abdilesed el-Mahzumi (Radiyallahu Anh)’dır. Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe hem Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i, hem de Ebu Seleme’yi emzirmişti.Buhari 5214

Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha) kocası ile beraber Habeşistan’a hicret eden ilk Müslümanlardandır. Ömer bin el-Hattab(Radiyallahu Anh)’ın Müslüman oluşuyla Mekke’deki Müslümanların dinlerini izhar etmeye ve Ka’be’de açıktan ibadet etmeye başladıklarını öğrenince Mekke’ye geri döndüler.

Ancak dönüşte müşriklerin düşmanlıklarını iyice artırmaları neticesinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in izniyle, dinlerini kurtarabilmek için mallarını ve yurtlarını bir kere daha terk ederek ikinci kez Habeşistan’a hicret edip huzur ve güvene kavuştular.

Bir müddet sonra Medine’deki Evs ve Hazrec kabilelerinin Akabe’de, kendi eş ve çocuklarını korudukları gibi Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i koruyacaklarına dair yaptıkları biatı haber aldılar ve bir kısım Muhacir ile Ebu Seleme ve ailesi Mekke’ye tekrar döndüler. Ne yazık ki bu dönüşlerinde de aradıklarını bulamadılar. Çünkü müşriklerin baskı ve zulümleri had safhaya çıkmıştı.

Müslümanlar için yeni bir hicret arayışından başka çıkar yol olmadığı anlaşılınca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den izin istediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sefer beklenenin aksine hicret yurdu olarak Habeşistan’ı değil komşu belde Medine’yi gösterdi.

Ebu Seleme (Radiyallahu Anh) hanımı tarafının engellemeleri sebebiyle eşi ve oğlu Seleme’yi Mekke’ye bırakarak Medine’ye yalnız başına gitti ve oraya giden ilk muhacir oldu. Bir yıla yakın bir süre sonra da kavminin insafa gelmesiyle rahatlayan Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha), deveye binip oğlunu da yanına alarak Medine’ye doğru yola çıktı. Yolda kendisine rastlayıp durumunu öğrenen Osman bin Talha’nın nezaretinde Kuba’ya kadar geldi ve o da eşi gibi muhacire olarak Mekke’den Medine’ye gelen ilk deve yolcusu oldu.Tirmizi 3210

Onun ardından guruplar halinde diğer muhacirler geldi ve sonunda da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın hicreti gerçekleşti. Burada Bedir ve Uhud gazvelerine katılan Ebu Seleme (Radiyallahu Anh) Uhud’da aldığı bir yaranın daha sonra tekrar açılmasıyla vefat etti. Eşinin vefatı üzerine Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in tavsiyesine uyarak:

إِناَّ لِلهِ وَإِناَّ إِلَيهِ رَاجِعُون

“Muhakkak ki biz Allah’ınız ve O’ na dönücüleriz.” ayetini okudu ve:

اللَّهُمَّ أَجِرْنِي فِي مُصِيبَتِي وَأَخْلِفْ لِي خَيْرًا مِنْها

“Allah’ım! Musibetimde beni ecirlendir ve bana bundan daha hayırlısını ver” diye dua etti. Bir müddet sonra Allah-u Teâlâ, duasına icabeten ona Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i eş olarak ihsan etti.Müslim 918/3

Bu olay hicretin 4. yılı Şevval ayında vuku buldu ve bu evlilik Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatına kadar yedi yıl civarında sürdü.

Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha):

“Erkekler savaşıyor da kadınlar savaşmıyor. Hem biz mirastan da yarım hisse alıyoruz” dediğinde Allah-u Teâlâ:

“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri vardır, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. Allah’tan lütfunu isteyin.” Nisa 32. ayetini indirdi.Tirmizi 3210

Yine Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha):

“Ya Rasulallah! Hicret hususunda Allah’ın kadınlardan bahsettiğini duymuyorum” deyince Allah (Azze ve Celle):

“Erkek olsun, kadın olsun çalışan hiç kimsenin yaptığını zayi etmem. Bazınız bazınızdansınız. Onlar ki; hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler. Andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükafat Allah katındandır. Sevabın güzeli Allah katındadır.” Al-i İmran 195. ayetini indirdi. Tirmizi 3211

Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha) hicretin 6. yılında umre yapmak için Mekke’ye hareket eden Müslümanlarla beraber Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanında bulunuyordu.

Bu seferde müşrik Kureyşliler, onların Mekke’ye girmelerine izin vermediler ve sonunda Hudeybiye anlaşması yapıldı. Bu olayda Ümmü Seleme’nin İslam tarihi açısından çok önemli bir rolü olmuştur.

Hudeybiye anlaşmasının şartları sahabeye ağır gelmişti. Görünüşe göre bu bir zafer değil, müşriklere boyun eğiş idi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) anlaşmanın yazım ve imzasını bitirdiğinde sahabesine:

“Haydi, artık kalkın, kurbanlarınızı kesip başlarınızı tıraş edin” buyurdu.

Sahabeden bir kişi bile kalkmadı. Hatta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu emrini üç kere tekrarladı.

Buna rağmen kimse kalkmayınca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in üzgün ve kızgın olarak zevcesi Ümmü Seleme(Radiyallahu Anha)’nın yanına girdi ve sahabilerinden gördüğü kayıtsızlığı ona anlattı.

Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha):

−“Ey Allah’ın Nebisi! Sen bu emri yerine getirmek istiyorsan şimdi dışarı çık, kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlığını kes ve berberini çağırarak başını tıraş ettir” dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun görüşüne uyarak çadırından çıktı, kurbanını kesti ve tıraş oldu. Sahabiler de onu bu halde görünce hemen kalkarak kurbanlarını kesmeye ve tıraş olmaya başladılar. Buhari 2570

Müslümanlar bir an hislerine mağlup olmuş ve Nebilerinin sözünü dinlememişler ancak gerçeği çabuk görerek hatalarından dönmüş ve Allah’a tevbe etmişlerdir. Nitekim Ömer (Radiyallahu Anh) o olaylar esnasındaki tepkisinden dolayı kefaret olarak birçok iyilikler yaptığını haber vermektedir. Buhari 2569

Aslında Hudeybiye’de yapılan bu anlaşma, Allah ve Rasulü’nün haber verdiği gibi önceki fetihlerin hepsinden daha büyük bir fetihtir. Çünkü Hudeybiye’den sonra, Allah’ın dinine, daha önce girenlerden çok daha fazlası girmiştir. Buhari 2973, Müslim 1785/94

Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha) Hayber Seferi’nde, Mekke’nin fethinde, Taif Muhasarası’nda, Hevazin ve Sakif gazalarında Rasulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanındaydı. Hicretin 10. yılında da Onunla beraber Veda Haccı’nda bulundu.

Kadın sahabilerin fakihlerinden olan Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha)’nın parlak bir zekası ve isabetli görüşleri vardı. Kendisinden 378 hadis rivayet edilmiş olup bunlardan 13’ünü Buhari ve Müslim ittifaken, 3’ünü Buhari ve 13’ünü de Müslim münferiden rivayet etmişlerdir.

Ravileri ise, çocukları Ömer ve Zeynep ile Said bin Müseyyeb, Şakik bin Mesleme, Esved bin Yezid, Şa’bi, Ebu Salih Semman, Mücahid, Nafi bin Cübeyr bin Mut’im, kölesi Nafi, İbni Ömer’in azatlısı Nafi, Ata bin Ebi Rabah, İbni Ebi Müleyke gibi meşhur şahsiyetlerdir.

Ebu Seleme (Radiyallahu Anha)’dan olma Seleme, Ömer, Dürre ve Zeynep isimli dört çocuğu da sahabe olan Ümmü Seleme(Radiyallahu Anha) en yüksek şereflerden bir kısmını elde etmiş olarak hicri 62. senesinde doksan yaşındayken Medine’de vefat etmiş ve Cennetu’l-Baki’ye defnedilmiştir. Rasulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in eşlerinden ilk vefat edeni Hatice(Radiyallahu Anha) olduğu gibi son vefat edeni de Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha)’dır.Heysemi 9/247

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

13 Kasım 2016 Pazar

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 5) Zeynep binti Huzeyme Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Babası Huzeyme bin Haris el-Hilali’dir. Kocasıyla beraber ilk Müslüman olanlardan idi. Müşriklerin işkencelerine maruz kalıp Medine’ye hicret ettiler. Kocası, tercih edilen görüşe göre Tufeyl bin Haris bin Abdülmuttalip’tir.

Tufeyl (Radiyallahu Anh), bir rivayete göre Bedir savaşında, diğer bir rivayete göre de Uhud savaşında şehit olunca Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Zeynep (Radiyallahu Anha)’ya evlenme isteğini iletti ve onunla evlendi. Bu olay Hafsa (Radiyallahu Anha)’nın, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in evine gelişinden kısa bir süre sonra, hicretin otuz birinci ayında oldu.

Zeynep (Radiyallahu Anha), Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in evinde çok az kalmıştır. Bu sebeple siyer yazarları ve tarihçiler onun hakkında doyurucu ve kesinlik taşıyan bilgiler verememektedir. Verdikleri bilgilerin birçoğu ihtilaflarla nakledilmektedir.

Babası yönünden soy bilgileri ittifakla nakledilmekte ancak, annesi yönüyle soy bilgilerinde, nasıl dul kaldığı, kocasının akıbeti ve eş olarak geldiği bu şerefli evde ne kadar kaldığı hususlarında ihtilaflar vardır.

Zeynep validemiz hakkındaki tüm bu ihtilaflı bilgilerle beraber ittifakla gelen bir bilgi vardır ki, o da merhametli ve yufka yürekli olduğundan, fakirlerle ilgilenmesi, onlara iyilik ve ikramda bulunmasıdır. Bu sebeple ‘Ümmü’l-Mesakin yani Yoksulların Annesi’ diye isimlendirilmişti. Siretu İbni Hişam 4/400

Yoksullara yemek yedirir ve sadaka verirdi. Zeynep (Radiyallahu Anha)’nın evi Hafsa (Radiyallahu Anha)’nın evine bitişikti. Ne var ki Zeynep (Radiyallahu Anha) bu evde ancak birkaç ay kalabildi. Hicretten otuz dokuz ay sonra Rebiulahir ayının sonunda otuz yaşındayken vefat etti.

Cenaze namazını Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kıldırdı ve onu Baki mezarlığına defnetti. Böylece Zeynep (Radiyallahu Anha), Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Medine’de vefat eden ve Cennetu’l-Baki mezarlığına defnedilen ilk validemiz olmuştur.

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

12 Kasım 2016 Cumartesi

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 4) Hafsa binti Ömer bin el-Hattab Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Mü’minlerin Emiri Ömer (Radiyallahu Anh)’ın kızı olan Hafsa (Radiyallahu Anha) Abdullah bin Ömer’in ana baba bir kardeşi olup onun ablasıydı. Hafsa (Radiyallahu Anha)’nın doğumunun nübüvetten yaklaşık 5 yıl önce olduğu rivayet edilmiştir. Önce, Müslüman olup Habeşistan’a, oradan da Medine’ye hicret eden Huneys bin Huzafe es-Sehmi ile evlenmiş ve kocasıyla beraber her iki hicrette de bulunmuştu.

Huneys (Radiyallahu Anh)’ın Bedir’de aldığı bir yara neticesinde vefat etmesiyle 18 yaşında iken dul kaldı. Hicretten yaklaşık 30 ay kadar sonra da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından nikahlanarak bir kadın için olabilecek en büyük şerefe, Allah’ın en sevgili kulunun hanımı ve ‘Mü’minlerin Annesi’ olma şerefine erdi.

Bu evlilik olayı şöyle olmuştu. Hafsa (Radiyallahu Anha) dul kalınca babası Ömer (Radiyallahu Anh) arkadaşı Osman(Radiyallahu Anh)’a Hafsa’yı teklif etti. Osman (Radiyallahu Anh) düşünmek için zaman istedi ve birkaç gün sonra ihtiyacı olmadığını belirterek reddetti. Bunun üzerine Ömer (Radiyallahu Anh), Hafsa’yı diğer arkadaşı Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’a teklif etti. Ebu Bekir bu teklife susarak bir şey söylemedi.

Ömer (Radiyallahu Anh) bu sükutundan dolayı, ona Osman (Radiyallahu Anh)’dan daha çok gücenmişti. Birkaç gün sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hafsa’ya talip oldu. Ömer (Radiyallahu Anh)’da kızını ona nikahladı. Bu nikahtan hemen sonra Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) Ömer (Radiyallahu Anh) ile karşılaştığında şunları söyledi:

“Sanıyorum ki Hafsa’yı bana teklif ettiğinde sana cevap vermediğim için bana darıldın. Teklifini kabul etmeme mani olan tek şey, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Hafsa’yı zikretmesini bilmemdi ve ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sırrını açıklayacak değildim. Şayet Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, ben teklifini kabul eder ve onunla evlenirdim.”Buhari 5213

Bu hadiste birçok hüküm ve hikmet bulunmaktadır. Bunlardan birisi sırrı gizlemenin faziletine dairdir. Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kendisine verdiği bir sırrı, arkadaşının kendisini kınamasını bile göze alarak açıklamamış ancak, o sır olmaktan çıkınca durumu izah edip özür beyan ederek arkadaşının gönlünü almıştır.

Hadisten çıkarılan diğer ve belki de en önemli hüküm de, kişinin kızını evlenmesi için hayırlı gördüğü salih insanlara teklif etmesinin caizliğidir.

Böyle bir şey her ne kadar içinde yaşadığımız bu dönemde bize yanlışmış gibi gelse de böylesi bir konuda utanma, sıkılma ve benzeri duyguların yeri yoktur. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

“Dinini ve ahlakını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip olursa onu evlendirin. Yoksa yeryüzünde fitneler ve çok büyük fesat olacaktır.”
Tirmizi 1090, İbni Mace 1967

Günümüzde, insanların dini ve ahlakından önce, maddi imkanı ile toplumdaki mevkii ve konumunun araştırılıp ehemmiyet verilmesi sebebiyle evliliklerin büyük çoğunluğu ya boşanmalarla neticelenmekte ya da huzursuzluklarla devam etmektedir. İşi olmadığı veya istenen eşyaları alamadığı için evlenemeyen nice gençlerimiz ise dinen yasaklanmış haramların hemen her çeşidini işleyerek eşya düzmeye gayret etmektedir.

Ellerimizle ektiğimizin karşılığının bundan daha farklı olması beklenemez. Bu fitnelerle yüz yüze gelmek istemiyorsak maddiyatı ön planda tutmadan evlatlarımızı dindar olan, kendilerine denk kişilerle evlendirmemiz gerekir. Çünkü Allah-u Teâlâ yeryüzündeki tüm canlıların rızkını sadece kendi üzerine almıştır. Hud 6 


Geriye, onların sebeplere yapışıp takvaya sarılmaları ve kanaatkar olmaları kalır.

Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Kadın dört şeyden dolayı nikahlanır:

1) Malı için,

2) Soyu için,

3) Güzelliği için

4) Dini için. Sen dindar olanı ele geçirmeye bak, teribet yedak.”  
Buhari 5183, Müslim 1466/53

Teribet yedak: Kelimesi Arapların manasını kast etmedikleri teşvik sadedinde kullandıkları bir ifadedir. Anlamı ise elin fakir olsun demektir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Allah herhangi bir kimseyi saliha bir eş ile rızıklandırmışsa şüphesiz ki dininin yarısını yaşamak üzere ona yardım etmiştir. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun, takvaya sarılsın.” Taberani Mucemu’l-Evsad 976, Hakim 2/161

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hafsa (Radiyallahu Anha)’yı bir talakla boşamış, akabinde Cebrail (Aleyhisselam)’ın kendisine gelerek:

“Hafsa’ya dön! Zira o çok oruç tutar, çok namaz kılar. Ve o muhakkak cennette de senin hanımındır” demesi üzerine hanımına geri dönmüştür. Ebu Davud 2283, Heysemi 9/244

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ölümünden sonra Kur’an hafızı sahabilerin şehit olmaları sebebiyle Kur’an’ın muhafazası gayesiyle Ömer (Radiyallahu Anh)’ın teklifiyle Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) tarafından Zeyd bin Sabit (Radiyallahu Anh)’e toplatılıp cem edilerek tek bir mushaf haline getirilen Kur’an’ı Kerim’i muhafaza görevi Hafsa (Radiyallahu Anha)’ya verilmişti.

Osman (Radiyallahu Anh) döneminde İslam’ın birçok beldeye yayılması neticesinde kıraat hususunda hata derecesinde ihtilaflar ortaya çıkınca Osman (Radiyallahu Anh) Kur’an’ın bir nüshasının çıkartılması için Zeyd bin Sabit, Abdullah bin Zübeyr, Said bin As ve Abdullah bin Haris bin Hişam’dan oluşan heyeti görevlendirdi. Bu arada Hafsa’dan da ondaki nüshayı geri iade etmek üzere istedi.

Neticede mushaflar halinde ortaya koyma işi bitti ve Osman (Radiyallahu Anh) her beldeye bir mushaf göndererek bunun dışında kalan her sahife ve mushafın yakılmasını emretti.

Mü’minlerin Annesi Hafsa (Radiyallahu Anha)’dan 60 hadis rivayet edilmiştir. Kendisinden de kardeşi Abdullah ibni Ömer, Harise bin Vehb, Şüteyr bin Şekel, Muttalip bin Ebi Vedea, Abdullah bin Safvan el-Cühmi ve bir gurup Müslüman hadis rivayet etmiştir.

Hafsa (Radiyallahu Anha) Cemel Vak’ası esnasında Aişe validemizin tarafında olmayı isteyerek Basra’ya gitmeye niyet ettiyse de kardeşi Abdullah ibni Ömer’in müdahalesiyle Medine’de kalmıştır.

Mü’minlerin Annesi ve yeryüzündeki tek mushaf halinde bulunan Allah’ın Kelamı’nın muhafızı olan Hafsa binti Ömer(Radiyallahu Anha) Afrika’nın fethedildiği hicri 41 yılında vefat etmiş ve Cennetu’l-Baki’deki ortaklarının yanına defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

10 Kasım 2016 Perşembe

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI: 3) Aişe binti Ebi Bekir es-Sıddîk (Radıyallahu Anha)

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Hz. Aişe validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zekî ve kabiliyetli idi. Her bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi, onun zekâsına bir delildir. Öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyen unutmazdı. Çok akıllı, zekî, âlime, edibe ve afife ve saliha idi.

Resulullah efendimiz Hz. Hadice'nin vefatından sonra, ikinci defa olarak, Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Aişe'yi nikahladı, fakat düğünü yapılmadı. Peygamberimizin Hz. Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus, nikah akdinin Hz. Peygamberin arzusuyla değil, Allahü teâlânın emri ile olmasıdır. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde Peygamberimiz Hz. Aişe'ye şöyle buyurdu:

- Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış “Bu senin hanımındır” dedi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise cenab-ı Hak imza eylesin” dedim. [Yani eğer rüya Rahmânî ise Allahü teâlâ müyesser kılsın demektir.]

Resulullah efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman, ev halkını Mekke'de bırakmıştı. Medine'yi şereflendirince, Ebu Rafiî ile azatlı kölesi Zeyd bin Hârise'yi, iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla Mekke'ye gönderdi.

Hz. Ebu Bekir de Abdullah bin Ureykıt'ı iki deve ile onların yanına katıp, hanımı Ümm-i Ruman ve kızı Hz. Aişe ile kızkardeşi Esma'yı develere bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah'a mektup yazarak emretti. Hz. Aişe, annesi Ümm-i Ruman ve Resulullahın kerimeleri kafile olarak yola çıktı. Kubeyd mevkiinde Hz. Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye Talha bin Ubeydullah da katıldı. Mina mevkiinden Beyda denilen yere ulaştıkları zaman, Hz. Aişe'nin devesi kaçtı. Hz. Aişe buyuruyor ki:

“Devem kaçtı. Ben devenin üstünde mahfe'nin içindeydim. Annem de yanımdaydı. Annem, “Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim” diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medine'ye geldik. Ben Hz. Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte indim.”

Birer oda yapıldı


O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı. Mescid-i şerif yapılırken, Peygamberimizin hanımları Hz. Aişe ve Sevde için birer oda yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adetleri dokuz oldu. Odalar, Arap âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi.

Odalar mescidin cenup, şark ve şimâl taraflarında idi. Kerpiçten yapılmış olanı da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi. Hz. Fâtıma ile Hz. Aişe'nin odaları arasında kapı vardı.

Mekke'den gelen Resulullahın ev halkı, kendi odalarının önünde indi. Hz. Aişe validemiz, Hz. Ebu Bekir'in evinde bir müddet ikâmet buyurdular. Hz. Ebu Bekir birgün Resulullaha şöyle arzetti:

- Ya Resulallah, ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?

Bunun üzerine Resulullah efendimiz, gerekli hazırlıkları yaparak, Hz. Aişe ile, nikahlarının vuku bulduğu Şevval ayında evlendiler.

Hz. Aişe validemiz, Medine'de, Resulullahın gazalarına katılmış diğer sahabî hatunları gibi, yaralıların tedavisi ve bakımıyla meşgul olmuş, büyük hizmetler görmüştür. Cephelerde eline kılıç alıp, çarpışmayı istemiş ise de, Resulullah efendimiz buna müsaade buyurmamıştır. 


Arkalarında su taşıyorlardı

Hz. Aişe validemiz de sırtında yiyecek ve içecek su taşıyarak Uhud'a gelmişti. Hz. Aişe ve Ümm-i Süleym kırba ile su taşıyorlar, Hamne ise susuzlara su veriyordu. Enes bin Malik diyor ki:

"Uhud gazasında müslümanlar bozulup, Resulullahın yanından dağıldıkları zaman, Hz. Aişe ile Ümm-i Süleym'i gördüm. Arkalarında kırbalarla koşa koşa su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı. Kırbaları boşaldıkça koşarak gidiyorlar, doldurunca koşarak gelip, yine yaralılara su veriyorlardı.”

Kadınların Uhud savaşına katılmasına müsaade edilmesinin sebebi, yaralıları tedavi için idi.

Hz. Aişe, Müreysi gazasına katılmış ve bu gazada bazı münafıkların çıkardığı bir iftiraya maruz kalmış, bunun üzerine Allahü teâlâ Nur suresinde 17 ayet-i kerime göndererek, onun temizliğini bildirdi. Hz. Aişe buyurdu ki:

"Resulullahın ilk hastalığı, Hz. Meymune'nin evinde oldu. O gün Resulullahın Hz. Meymune'ye uğradığı gündü. Burada Resulullahın hastalığı arttı. Diğer ezvac-ı tahirat gelerek Resulullahın hizmetine koyuldular. Peygamberimiz de buyurdular ki:

- Ey benim zevcelerim, mâzur görün, takatım yoktur ki, evlerinizi dolaşayım. İzin verirseniz Aişe'nin evine gideyim, bana orada hizmet edersiniz.

Hz. Aişe'nin odasına gitti

Resulullah efendimiz Hz. Abbas ve Hz. Ali'nin omuzlarına dayanıp, benim odama geldiler. Döşeğe yattılar. Bu odada mübarek başı, göğsümde olduğu hâlde vefat ettiler."

Resulullahın vefatından sonra da, eshab-ı kiramın, Hz. Aişe validemize hürmetleri, ikramları ve izzetleri çok fazla idi. Hatta bu hususta Hz. Ömer, bunda o derece ileri gitti ki, Hz. Aişe, "Resulullahın vefatından sonra Hz. Ömer bana çok iyilik etti. Ya Rabbi, bundan böyle, beni, onun ihsan ve iyilikleri için ayakta tutma" buyurdu.

Hz. Aişe validemiz, Hz. Osman zamanında da din-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu. Hz. Aişe müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu. Çünkü Hz. Aişe, hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehid idi. Ayet-i kerime ile medh ve sena olundu. Alim, edip, çok akıllı ve üstad idi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu.

Aişe-i Sıddıka hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Eshab-ı kirama fetva verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin dörtde birini Hz. Aişe haber vermiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

- Dininizin üçte birini Humeyra'dan öğreniniz!

Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok sevdiği için, ona "Humeyra" derdi.

Aişe hakkında, beni incitmeyiniz!

Eshab-ı kiramdan ve tâbiînden çok kimse, Hz. Aişe'den işittikleri hadis-i şerifleri haber vermişlerdir. Ürvet übnü Zübeyr hazretleri buyuruyor ki:

"Kur'an-ı kerimin manalarını ve helal ve haramları ve Arap şiirlerini ve nesep ilmini Hz. Aişe'den daha çok bilen kimse görmedim."
Eshab-ı kiram, hediyelerini, Resulullaha, Aişe'nin evinde getirip, böylece sevgisini kazanmak için yarışırlardı. Zevceler, iki grup idi. Aişe tarafında Hafsa, Safiyye, Sevde vardı. İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi. Bunlar, Ümm-i Seleme'yi Resulullaha gönderip, "Eshabına emir buyursanız da, hediye getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirse" dediklerinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki:

- Beni, Aişe hakkında incitmeyiniz! Cebrail bana yalnız Aişe'nin yanında iken geldi.

Ümm-i Seleme de dediğine pişman olup, tevbe ve af diledi.

Resulullah efendimiz bir defasında, kızı Hz. Fâtıma'ya buyurdu ki:

- Ey kızım, benim sevdiğimi, sen sevmez misin?

Hz. Fâtıma'nın, “Elbet severim” demesi üzerine, yine buyurdular ki:

- O hâlde, Aişe'yi sev!

En çok kimi severdi?


Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok severdi. Resulullaha, “En çok kimi seviyorsun” denildiğinde buyurdular ki:

- Aişe'yi.

"Erkeklerden kimi" dediklerinde, buyurdu ki:

- Aişe'nin babasını.

Yani, en çok Hz. Ebu Bekir'i sevdiğini bildirdi.

Hz. Aişe'ye sordular ki:

- Resulullah efendimiz en çok kimi severdi?

- Fâtıma'yı severdi.

- Erkeklerden en çok kimi severdi?

- Fâtıma'nın zevcini.

Bundan anlaşılıyor ki, zevceleri arasında, Hz. Aişe'yi, çocukları arasında Hz. Fâtıma'yı, Ehl-i beyti arasında. Hz. Ali'yi, eshabı arasında ise, Hz. Ebu Bekir'i en çok severdi.

Hz. Aişe buyuruyor ki: “Birgün Resulullah efendimiz, mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyor, gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakarak buyurdular ki:

- Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?

Ben de, "Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim” dedim.

Bunun üzerine, Resulullah efendimiz kalkıp yanıma geldi. Alnımdan öptü ve buyurdular ki:

- Ya Aişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim.

Yani, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, buyurdu. Hz. Aişe'nin mübarek alnından öpmesi, Resulullahı severek, onun cemalini anlayarak gördüğü için, aferin ve takdir olmaktadır.


Resulullahı teselli ederdi

Hz. Aişe validemiz, Resulullahın rızasına kavuşmak için, gecesini gündüzüne katardı. Onu birazcık üzgün görse, teselli etmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Hatta Resulullahın akrabalarını da gözetir, onlara karşı da her türlü iyiliği yapardı. Hz. Aişe buyuruyor ki:

"Günde ikinci defa yemek yiyordum. Resulullah efendimiz görünce buyurdu ki:

- Ya Aişe! Yalnız mideni doyurmak, sana, her işten daha tatlı mı geliyor? Günde iki kere yemek de israftandır. Allahü teâlâ, israf edenleri sevmez.”

Hâdimî hazretleri, burayı şöyle açıklıyor: “Resulullah efendimiz Hz. Aişe'nin ikinci yemeği, acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştur. Yoksa, kefaretler için, günde iki kere yedirmek lazım olduğu meydandadır.”

Resulullahın vefatından sonra, Hz. Aişe'ye, yemek yiyip yemediğini sordular. “Hiçbir zaman doyasıya yemedim” buyurdular ve ağladılar.

Hz. Aişe buyurur ki: “Peygamber efendimizin karnı hiçbir zaman yemek ile doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç içinde olmak, onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile, Onun bu durumu, gündüz orucundan onu alıkoymazdı.

Tahammül gösterdiler


İsteseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazinelerini, meyvelerini ve refah hayatını isterdi. And olsun ki, Onun, o hâlini gördüğüm zaman acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki:

- Canım sana feda olsun! Sana güç verecek, şu dünyadan bazı menfaatler, yiyecek ve içecekler temin etsem olmaz mı?

Bunun üzerine bana buyururdu ki:

- Ey Aişe, dünya benim neyime! Ulul'azm olan peygamber kardeşlerim, bundan daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular. Bu sebeple Rableri, onların kendisine dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevaplarını artırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat, beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır.

Bu sözlerinden sonra fazla zaman geçmedi, bir ay kadar sonra vefat ettiler."

Peygamber efendimiz Hz. Aişe'ye birçok tavsiyelerde bulunmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:

"Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Ey Aişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma:

1- Kur'an-ı kerimi hatim etmeden,

2- Benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan,

3- Müminleri kendinden hoşnut etmeden,

4- Hac etmeden.

Ondan kolay ne var?

Resulullah efendimiz bunları söyledikten sonra namaza durdu. Namazını bitirip de yanıma geldiğinde, kendilerine dedim ki:

- Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem, babam, canım sana feda olsun. Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?

Bunun üzerine tebessüm ederek buyurdular ki:

- Ya Aişe! Ondan kolay ne var? Üç İhlâs-ı şerifi ve bir Fâtiha suresini okursan, Kur'an-ı kerimi hatmetmiş; bana ve diğer peygamberlere salevat getirirsen, şefaatımıza kavuşmuş; önce müminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnut etmiş; “Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr” tesbihini okursan hac etmiş sayılırsın.”

- Ey Aişe, yumuşak ol; zira Allahü teâlâ bir ev halkına iyilik murad ederse, onlara rıfk, yumuşaklık kapısını gösterir.

- Ey Aişe bilmez misin; kul secde ettiği zaman, Allah onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.

- Ey Aişe, hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyamet gününde Allah katında en kötü insan, şerrinden kaçarak insanların terkettiği kimsedir.

- Ey Aişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.

- Ey Aişe, sana birisi, istemeden, birşey verirse, kabul et! Çünkü o, Allahü teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.

Kendini tutamadı


Sevgili Peygamberimizin huzurlarına, birtakım yahudiler girdiler. “Essâmü aleyk” diyerek, sırıttılar. Allahü teâlânın Resulü de, "Ve aleyküm" karşılığında bulundular. Bunları duyan Hz. Aişe, yahudilere “lânet” etmeye başladı. Çünkü “Essâmü aleyk!” sözlerinin manası, “Ölüm, senin üzerine olsun” demekti. İşte bu yüzden Peygamber efendimizin hanımı, kendini tutamamıştı.

Bu şaşkın yahudiler, güya kurnazlık ettiler! Selam verir gibi görünüp, Hak teâlânın en şerefli Peygamberine hakarete yeltendiler. Hz. Aişe'yi üzen de onların bu “sefîl” niyetleriydi.

Fakat Peygamber efendimiz sakin görünüyorlardı. Hanımına sordular:

- Ey Aişe! Sana ne oldu ki, onlara lânet ettin?

Hz. Aişe-i Sıddıka hâlâ hiddetini yenememişti. “Ne söylediklerini işitmediniz mi, ya Resulallah” dedi. Peygamber efendimiz de, "Sen de, benim onlara, (Ve aleyküm...) dediğimi işitmedin mi” buyurdu.

Gerçekten, “Ve aleyküm” demek, “Sizin üzerinize olsun” manasına geliyordu. Böylece yahudilerin “ölüm” temennisini; sevgili Peygamberimiz, aynen kendilerine iade etmişlerdi.

Şehitlerin derecesi


Hz. Aişe, birgün Resulullah efendimize sordu:

- Şehitlerin derecesine yükselen olur mu?

- Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesini bulur.

- Ya Resulallah! Sizin üzerinize, Uhud gününden (harbinden) daha şiddetli bir gün geldi mi?

- Ya Aişe! Gördüğüm eziyetin en şiddetlisi, Tâif şehrinde olmuştur.

Hz. Aişe'nin annesi Ümm-i Ruman binti Amir'dir. Lâkabı Sıddıka'dır. Hz. Aişe'nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu. Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. Aişe üzülürdü. Birgün Hz. Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki:

- Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine izafeten de künye alırsın.

Bundan sonra Hz. Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izafeten ümm-i Abdullah diye künyelendi.

Hz. Aişe, Hicret'ten dokuz sene önce Mekke-i mükerremede doğdu. 676 senesinin Ramazan ayının 17. salı günü Medine-i münevverede vefat etti.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

9 Kasım 2016 Çarşamba

Doğruyu ve eğriyi seçen kuldur - Hayrettin Karaman

...İnsanoğlu hoşlandığı, mutluluk veren şeyler olduğunda, işler kendine göre düzgün gittiğinde Allah'ı unutabiliyor, bunları kendi marifeti sayıyor, kötü şeyler olduğunda veya yaptığında ise suçu Allah'ın üzerine atıp yanlış bir kader inancına sığınıyor. Dünya nimetleri içinde yüzen günahkârlara bakarak “neden onlara refah, bize sıkıntı” diyenler oluyor. “İnsan Allah ve din” ilişkisinde de sapkınlık veya hidayeti, kulun bir dahli, seçimi, etkisi olmaksızın Allah'tan bilenler, O'nun dilediğini saptırdığını, dilediğini de razı olduğu inanç ve amele muvaffak kıldığını sanıyor, söylüyor, böyle inanıyorlar....

...Dünya hayatında iktidar, refah, bolluk veya bunların tersi Allah'tandır, hedefi de imtihandır. Bolluk ve darlık, vermek veya vermemek Allah'ın kulu sevdiğine veya sevmediğine delalet etmez, dünyada verilenler ve verilmeyenler imtihan için olduğundan imtihanda Allah'ın dostları ve düşmanları eşittir, sıra ahirete gelince karşılık (mükâfat ve ceza) bakımından dost ile düşman ayrılacaktır...

“Allah mâdem ki kendisine kulluk edilmesinden hoşnut oluyor öyle mucizeler yaratsaydı ki, bunları gören ve yaşayan herkes ister istemez hidayete yönelse, iman ve itaat etseydi” diyenler oluyor. Düşünmüyorlar ki, böyle olsaydı imtihan (Allah'ın kullarına verdiği kabiliyeti hayırda veya şerde kullanma tercihleri) ortadan kalkar, iman mecburi hale gelirdi. Halbuki Allah kullarını ne zorla imana ne de zorla sapkınlığa mahkum diyor; Mâtürîdî'nin deyişiyle “Allah öyle âyetler gönderir ki, hür irade ve seçimleriyle onlara yönelen, itibar ve iltifat edenler doğru yolu bulur, onlara sırtını dönenler ise saparlar. Olup biten kulların tercihi (ihtiyarı) iledir; sapkınlık ve hidayet de mecburi değil, seçimledir...


 ... temel kural şudur: Allah zaman ve mekana bağlı olmayan ilmiyle hidayeti ve imanı tercih edeceğini bildiği kulu için bunu dilemiş, davranışı tercih edeceğini bildiği kulu için de bunu dilemiştir; yani her bir kul için neyi tercih edeceğini bilmiş ise onun için onu dilemiştir.”

Yazının tamamı için:

8 Kasım 2016 Salı

Ashabı Kiram'ın Etrafındaki Şüpheler

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
Ashâb-ı Kiram, nezih bir nesildir. Onların etrafında meydana getirilen şek ve şüpheler, İslâm dini etrafında meydana getirilmek istenen şek ve şüphelere eşdeğerdir. Yani Ashâb-ı Kirâm'ın etrafında meydana getirilen şüpheler, İslâm'ın etrafında meydana getirilmek istenen şüphelerden sayılırlar.

Ashâb-ı Kiram düşmanlığı, İslam düşmanlığıdır. Ashâb-ı Kirâm'a şüpheyle bakan ve yaklaşan, Rasûlüllah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e şüphe ile bakmış ve yak­laşmış olur. Sahabelere yapılan saldırı, İslam'a yapılan saldırıdır. Bu nedenle diyoruz ki; her kim nesil olarak ashâb-ı kirâm'ı kötüleyip aleyh­tarlığını yaparsa, bizzat İslam'ın aleyhtarlığını yapmış olur.

Ömer Nasuhi Bilmen 
Rahmetüllahi aleyh der ki: "Ashâb-ı Kiram, arasında ihtilaf zuhur ettiği zaman, ashâb üç fırkaya ayrılmıştı. Bir fırka, hakkın İmam Ali (r.a.) tarafında olduğuna delil ile, ictihad ile bilmiş, ona yardımı iltizam eylemişti. Diğer bir fırka da hakkın diğer tarafta olduğu­na yine delil ile, ictihad ile kail bulunmuş, bu tarafa meyletmişti. Üçüncü fırka ise tevakkuf etmiş/durmuş bir tarafı diğerine delil ile tercih etmemişti.”

 Bu üç fırkadan her biri kendi içtihadına göre amel etmiş, kendi zimmetine düşen vacibi edaya çalışmıştı. Cumhuru ehl-i sünnete göre; hak, Ali 
(radıyallahu anh)'ın tarafında idi. Muhalifleri ise hatâ yoluna salik bulunmuşlardı. Fakat bu hatâ, bir hatâyi içtihadı olduğu cihetle melâmetten, ta'andan uzaktır, tahkirden münezzeh, teşri'den beridir. Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Kardeşlerimiz bize bağy ettiler, onlar ne kâfirdirler, ne de fasıktırlar. Çünkü onların te'villeri vardır ki kendilerini küfr-ü fısktan meneder.” [1]

Sahabelerin hepsi adildir. Onların adaletine ALLAH'ın Rasûlü, İslâm'ın imamları şahidlik etmişlerdir. Kesinlikle bütün sahabe masum değildirler. Günahları vardır. Yani Rasûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hiçbir sahabesine "ismet" sıfatı vacip değildir. Ehl-i sünnet ve'l Cemaat'in katında, Peygamberlerin dışında hiçbir kimseye "ismet" sıfatı vacip değildir. Ancak sahabenin günahı sabit olan adaletlerini yıkmada herhangi bir etkisi olmaz. Zira bundan korunmuşlardır. İnsan olmanın bir gereği olarak onlardan bir hata sadır olsa, bu hata onların bazılarının birtakım kebairi/büyük günahları işlemiş olduğu sabit olmuştur. Onlar derhal o büyük günahtan vazgeçme­ye ve o hatadan tevbe etmeye koşuşurlardı. Onu telafi etmek için kendi­lerine had vurulmasına derhal razı olurlardı. Nefislerini hesaba çeker, ona uymazlardı. Onlar salih amelleri çokça işliyorlardı. [2]

Sahih bir yolla sahabelerden sabit olanlar, eğer onların adil oluşlarında bir şüphe meydana getirirse, bilinsin ki, bu ancak bir te'vil veya bir ictihad ile onlardan sadır olmuştur. Onlar içtihadlarında yanılsalar dahi sevab sahibidirler. Çünkü vahyin fikir işçiliği, mükâfaatsız değildir!

Müfessirin ulemadan İmam Kurtubî 
Rahmetüllahi aleyh şöyle diyor: "Sahabeler­den hiç kimseyi yüzdeyüz bir yanılgıya nisbet etmek caiz değildir. Çünkü onların hepsi yaptıklarında içtihad ediyorlardı. Yaptıklarıyla ALLAH'ın rızasını arıyorlardı. Onların hepsi bizim için önderdirler. ALLAHû Teâla, onların aralarında başgösteren münakaşalara burnu­muzu sokmamakla bizi mükellef kılmıştır. Onları ancak en güzel bir şekilde anmak, sahâbî olmalarından dolayı hürmetlerini gözetmekle bizi mükellef kılmıştır. ALLAHû Teâla onları affettiğini ve onlardan razı olduğunu bize haber vermiştir.”

Hasan-ı Basrî 
Rahmetüllahi aleyh'e, sahabelerin arasındaki çarpışmaların hükmü sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Sahabe arasında ortaya çıkan o çarpışma; Hz. Muhammed(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabının hazır bulunduğu, bizim de hazır bulunmadığımız, kendilerinin bildiği, bizimse bil­mediğimiz bir çarpışmadır. Onların ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi oluruz, aralarındaki anlaşmazlıklarda da haddimizi bilir, orda dururuz."

El- Muhasibî 
Rahmetüllahi aleyh de dedi ki: "İşte biz de el-Hasen'in dediği gibi diyoruz ve şunu biliyoruz ki, onlar içine girdikleri işi bizden daha iyi biliyorlardı. Üzerinde ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi olu­ruz. ihtilaf ettikleri yerde ise dururuz ve kendiliğimizden bid'at bir görüş ortaya koymayız. Onların ictihad ederek ALLAHû Teâla'nın rıza­sını gözetmeye çalıştıklarını da biliyoruz. Çünkü onlar dinleri husu­sunda itham altında tutulan kimseler değildir.”[3]

Bilinmesi gereken hakikatlerden birisi de şudur: Ashâb-ı Kiram iftira etmez, fakat Ashâb-ı Kirâm'a iftira edenler bulunur, onlara söylememiş oldukları, yapmamış bulundukları şeyleri isnad edenler görülebilir.[4]

Tarih boyunca Ashâb-ı Kirâm'a iftira edenler hep olagelmiştir. Ancak iftiracıların iftiraları Ashâb-ı Kirâm'ın yüceliğine halel getiremez.Çünkü onların makamı çok yücedir. Selef-i Salihin, "Sahâbîlik mer­tebesine hiçbir mertebe denk gelmez" inancını taşıyordu. [5]

Ebû Zerr el-Gıfari
(radıyallahu anh)dan nakledilen rivayette ise;

"Siz, bilenleri çok, konuşanları az bir dönemde yaşıyorsunuz. Bu ortamda kim bildiklerinin onda birini terkederse, sapar (veya helak olur). Bilenleri az, konuşanları çok bir zaman gelecektir. O ortamda bildiğinin onda birini yaşayan kurtulur” [6] buyurulmaktadır.

Bu iki rivayetin birbirini desteklediği açıktır. Rivayetlerde
sosyal gerçek ve şartlara göre dini yaşama oranlarının değişebileceği, nimet-külfet dengesinin ve zaruret kavramının zamana göre takdir edileceği müştereken ortaya konulmaktadır. Tümü elde edilemeyenin tümden terkedilmemesi gerektiğine, sorumluluğun şartlara bağlı olarak değerlendirileceğine dikkat çekildiği de anlaşılmaktadır. Zira bilinen bir gerçektir ki İslâm'da güç yetirilemeyecek bir sorumluluk söz konusu değildir. Nitekim geçmişte bilginler bu rivayetlerin karamsarlığa ve umutsuzluğa düşmemek gerektiğini vurguladığını, gerek bireysel gerekse toplumsal anlamda ağırlaşan şartlarda ayakta kalabilme teşviki içerdiğini söylemişlerdir. Meselâ Münâvî'nin kaydettiğine göre İmam Gazali hadisi şöyle yorumlamıştır: "Hadisin ikinci kısmındaki öyle bir devir gelecek ki o gün yaşayanlardan emrolunduğunun onda birini yerine getiren kurtulur müjdesi olmasaydı, olumsuz amellerimize bakarak bizlerin ye's ve ümitsizliğe kapılmamız kaçınılmaz olurdu. Oysa şimdi biz, Rabbimizden bize, zatına yakışır şekilde muamele etmesini, fazl ve keremiyle kötü amellerimizi örtüp gizlemesini dileriz." [7]

Sahabe dönemi gibi emniyetin ve izzet-i İslâm'ın tam olduğu bir dönemde emir ve nehiylerin terk ve ihmali, tamamen kişisel kusurlardan ileri gelir ki bu, helake götürücü bir durumdur. Ancak İslâm'ın ve müslümanların zayıf düştüğü, zulmün ve fışkın yaygınlaştığı, İslâm'a hizmet ve yardım edenlerin azaldığı devir ve ortamlarda müslümanlar güç yetiremedikleri için bazı emirleri işleyemediklerinden dolayı mazur sayılırlar. Dolayısıyla da yükümlülüklerini ne ölçüde yerine getirebilirlerse, -şartların olumsuzluğu sebebiyle- o ölçüden daha fazla mükafat görürler. Bazen tek bir amel veya eylem, bütünüyle İslâm'ı temsil etmeye yetebilir. O amel ve eylemi yerine getiren de dini bütünüyle yaşamış gibi hem topluma mesaj vermiş hem de ALLAH katında değer kazanmış olur. Nitekim Peygamberimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir başka hadis-i şeriflerinde: 

"Ümme­timin bozguna uğradığı dönemde terkedilmiş bir sünnetimi yaşayan ve yaşatan (yüz) şehit sevabı kazanır” [8] buyurmak suretiyle bu gerçeği açıkça" ortaya koymuşlardır.

[1] Ashâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları/Ö.Nasuhi Bilmen, Sh:186-187, İst/1975

[2] Ashâb-ı Kiram Etrafındaki Şüpheler/M. Salih Ekinci, Sh:18, İst/1986
[3] El- Camiu Li Ahkâmi'l Kur'an (İmam Kurtubi) C: 16, Sh: 321-322, Mısır/ 1967
[4] Ashâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadlan/Ö.Nasuhi Bilmen, Sh: 60, İst/1975

[5] El- İsabe Fi Ma'rifeti's Sahâbe/İbn-i Haceru'l Askalanî, C:l, Sh: 8-9, Beyrut/ty
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 155; Hâkim, Müstedrek, I, 529
[7] Münâvî, Feyzu'l-kadîr, 11, 556
[8] Münzirî, et-Terğîb ve't-terhîb, 1,41; Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, I, 172


http://www.ilimdunyasi.com/fikhus-sahabe/ashabi-kiramin-etrafindaki-supheler/?imode

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

7 Kasım 2016 Pazartesi

SADECE SENİN İÇİN..

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

İslam'ı gerçek anlamıyla bilmeyen kimse Allah'ı tanımamış insandır. Allah'ı tanıyamamış biri O'nu gerektiği gibi sevmekte, O'nun istediği gibi O'na teslim olmakta ve O'nun için fedakarlık yapmakta zorlanır. Hatta O'nun sevgisi önüne dünyevi şeyleri koyarak evlatlarını, mallarını Allah'tan daha çok sever.

Ancak, Allah'ın dilemesiyle var olduğunu ve her şeyin O'ndan geldiğini farkeden mümin yaptığı her işi O'nun için yapmaya gayret eder. O zaman o mümin Allah için yaşar, Allah için çalışır, Allah için sever.

"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır..."
(Bakara Suresi,165.ayet)

Ayette görüldüğü üzere, Allah'a ortak koşup, tümü O'na ait olan özellikleri kendilerince başka varlıklara verenler bu varlıkları Allah'ı sever gibi sevmektedirler. O'nu bir ve tek olarak kabul eden, var olan her şeyin Allah'a ait olduğunu ve O'ndan geldiğini bilen müminler ise en çok Allah'ı severler.

Peki İslam'ı yaşamaya çalışan biz günümüz Müslümanları "Allah-u Teala'yı ne kadar seviyor ve "O'nun için" ne yapıyoruz?

Niçin yaratıldığımızı unuttuğumuz, günlük meşguliyetlere daldığımız bir hayatı yaşıyor ve faydasız işlerle vakit öldürüyoruz. Halbuki ebedi hayatımızı bu dünyada kazanacağız .

Yaşamımız, ölümümüz, işlerimiz, ibadetlerimiz hep O’nun için olmalı değil midir?

“De ki; şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am Suresi,162.ayet)

Halbuki Ashab-ı Kiram Efendilerimiz Radıyallahü anhüm "Allah için" sözünü işittiklerinde bunu bütün hücreleri ile hissetmiş ve hiç tereddüt etmeden mallarını, canlarını vererek bu güne kadar kimsenin yapamadığı fedakarlıklarda bulunmuşlardır.

"Bir gün Hazreti Ali (radıyallahu anh), selam verip namazını bitirdikten sonra içini şöyle dökmüştü: 
Ben Resûlullah'ın ashabını gördüm, tanıdım. Bugün onlara benzeyen hiç kimse görmüyorum. Vallahi onların (çok namaz kılıp secde etmekten) benizleri atar, saçları, başları dağılır, yüzleri gözleri toz içinde kalırdı. Sabahlara kadar ya Kur’an okur ya namaz kılarlardı. Yanlarında Allah anılınca, rüzgârda ağaçların salındığı gibi salınırlardı. Gözlerinden yağmur gibi yaş boşalırdı, gözyaşlarıyla elbiseleri ıslanırdı. Allah'a yemin olsun ki, bugün insanlar gecelerini gaflet içinde geçiriyorlar." (M.Yusuf Kahdehlevi-Hayatu's Sahabe)

Sahabe-i Kiram Efendilerimiz "Allah için" canları ve malları ile cihat ettiler, O'nun için işkencelere katlandılar, O'nun için hicret ettiler, O'nun için akrabalarına karşı savaştılar.

Hz. Mus'ab b. Umeyr (radıyallahu anh) Allah için zenginliğinden vazgeçti. Medine'ye giderken üzerinde sadece bir elbisesi vardı ve başkaca da eşyası yoktu, Medinelilere İslâm'ı anlattı, onlara namaz kıldırdı, Kur'an öğretti, insanları İslâm'a davet etti, Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehit oldu.

Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşarken şimdi onu kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. (Buharî, Cenâiz 27)

Sadece Allah için..


Onlar, öyle bir imana sahiptiler ki, karşılarına her ne engel çıktıysa Allah aşkı onları hedeflerinden alıkoyamadı. Savaşırken bazen karşılarına kardeşleri, bazen de baba ve amcaları çıktı ama, onlar hiç tereddüt etmeden verilen emri yerine getirdi.

Bedir'de Hz. Ali (radıyallahu anh) atını ileri sürdüğü vakit kardeşi Akil'i karşısında gördü. Hz. Ebubekir (radıyallahu anh) oğlu Abdurrahman'ı, Hz. Ömer (radıyallahu anh) de dayısı Âs b. Hişâm'ı karşısında gördü. Ebu Ubeyde (radıyallahu anh) ise, babası Cerrah ile karşılaştı. O, babasından kaçtıkça babası da hışımla onu takip ediyordu. Nihayet babasıyla çarpışmak zorunda kalınca da: "Al Allah aşkına!" deyip onu yere indirmesini bildi. (İbn Hacer, 2:252-253)

Sadece Allah için..

Kur'an'ı Kerim'de olgun bir imana sahip olmanın ve samimî bir Müslüman olabilmenin adeta şartı kabul ettiği hususlardan biri Allah için karşılıksız harcamadır.

Tebük gazâsı sırasında her tarafta kıtlık ve kuraklık hâkimdi. Savaşa katılacak Sahabeden bir çoğunun silah satın alacak parası yoktu. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Müslüman zenginleri harp hazırlığı ve teçhizatı için yardıma çağırdı. Zengin Müslümanlar, bu davete hemen icabet ettiler. O gün Hz. Ebubekir (radıyallahu anh) malının tamamını, Hz. Ömer(radıyallahu anh) malının yarısını verdi.

Hz. Osman (radıyallahu anh), üç yüz deveyi üzerindeki mallarla birlikte verdi. Ayrıca elli at ve bin altın nakit hibe etti. Abdurrahman b. Avf (radıyallahu anh), malının yarısını verdi . (Suruç 1993, 2:451, Taberî'den naklen).

Diğer Müslümanlar ise, kimi hurma getirerek, kimi devesini ordunun hizmetine vererek ama hiç biri, getireceği şeyin küçüklüğüne, azlığına bakmadan yardıma koşmaktan geri kalmıyordu. Kadınlar ne kadar ziynet eşyası varsa, Allah yolunda cihada çıkacak olan ordunun hazırlığı için getirip onları Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teslim etmekte asla tereddüt göstermiyorlardı.

Sadece Allah için..

Ensâr topluluğu, Allah'ın dinini yaşamak ve tebliğ etmek için her şeylerini Mekke'de bırakıp gelen Muhacir topluluğuna bağrını açtı. Onlar da Allah için tarihte bir benzeri görülmemiş fedakârlıkta bulundular ve her şeylerini ikiye böldüler. Sahip oldukları şeylerin yarısını, Allah Resûlü'nün kardeş yaptığı Muhacir kardeşlerine verdiler.

Sahabe Efendilerimizin "Allah için" yaptıkları bu kadarla kalmamış Kur ân-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviye'yi muhafaza etmiş, sonraki nesillere ve bize nakletmişlerdir.

Kul olmak derdine düşenler "Allah için" bir şeyler yapmaya çalışırlar.

Peki; bu zamanın Müslümanları biz ne yapıyoruz?

Hiç olmazsa bize de bu dertle dertlenmeyi nasip et Rabbim.

Sadece Senin için...


AMİN.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR