28 Şubat 2016 Pazar

622.SÜNNETE UYGUN İBADET-40-Yanında Olmayan Bir Kimseye Dua Etmek

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki üç ayet ve iki hadis-i şeriften müslümanın geçmişine ve yanında olmayan kimselere dua etmesinin uygun olacağını böyle dua edene meleklerin de duan kabul olsun, sana da aynı şeyler verilsin diye dua etmekte olduklarını öğreneceğiz. [1]

"Bunlardan sonra gelenler şöyle yalvarırlar: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla..." (Haşr: 59/10)

"Hem kendi kusurlarından ve hem de mü'min erkek ve kadınların kusur ve günahlarından dolayı bağışlanma dile." (Muhammed: 47/19)

Allah, İbrahim (a.s.)'dan bahsederek şöyle dediğini bize duyurur: “Hesabın görüleceği gün beni, anamı, babamı ve bütün mü'minleri bağışla.” (İbrahim: 14/41)

1497. Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:

“Bir müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.”[2]

1498. Yine Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyururdu:

“Bir müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin’ diye dua eder.”[3]


kitap.mollacami.com/riyazus-salihin- 251) Yanında Olmayan Bir Kimseye Dua Etmek

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 426.
[2] Müslim, Zikir 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 29.
[3] Müslim, Zikir 87, 88. Ayrıca bk. İbni Mâce, Menâsik 5.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

26 Şubat 2016 Cuma

621.Riyâzü's Sâlihîn'in Namaz Bölümü-6-EZAN DUASI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

13. Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim ezanı işittiği zaman: Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın rabbi Allahım! Muhammed'e vesîleyi ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaadettiğin makâm-ı mahmûda ulaştır, diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim vâcip olur."

Buhârî, Ezân 8, Tefsîru sûre(17), 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 37; Tirmizî, Mevâkît 43; Nesâî, Ezân 38; İbni Mâce, Ezân 4

Bir sonraki hadis ile birlikte açıklanacaktır.

14. Sa'd İbni Ebî Vakkas radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim müezzini işittiği zaman: Tek olan ve ortağı bulunmayan Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve resûlü olduğuna şahitlik ederim. Rab olarak Allah'tan, resûl olarak Muhammed'den, din olarak İslam'dan razı oldum, derse, o kimsenin günahları bağışlanır."
Müslim, Salât 13. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 42; Nesâî, Ezân 38; İbni Mâce, Ezân 4

Açıklamalar

Her iki hadiste geçen "ezanı işittiği zaman" sözüyle anlatılmak istenen, ezanın tamamını işittikten sonra demektir. Çünkü ezanı işiten kimsenin müezzinin söylediklerini aynen tekrar etmesi gerektiğini ve bunun Resûl-i Ekrem 
sallallahu aleyhi ve sellem tarafından emredildiğini önceki hadiste açıklamıştık. Ezan bittikten sonra ise, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e salâtü selâm getirilir; sonra da ezan duası okunur. Yaygın olarak bilinen ve okunan ilk hadiste geçen dua ise de, bundan başkasının da okunabileceğine bu ikinci hadis delil teşkil eder. Hatta bunlar dışında me'sûr olan yani Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet edilen ve hadis kitaplarında yer alan dualardan herhangi biri de yapılabilir.

Beyhakî'nin rivayetinde ilk duanın sonunda bir de: "İnneke lâ tühlifü'l-mîâd = Şüphesiz ki sen vaadinden caymazsın" ilâvesi vardır ki, biz de dualarımıza bunu ilâve ederiz. Yaygın olan bu duanın çok kısa tahlilini yapacak olursak: Buradaki "davet" ezanın lâfızlarıdır. Daha önce izah edildiği gibi, bu tevhîde davettir. "Tam" olmasının anlamı ezanda kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdetin bulunmasıdır. Tam ve kâmil olmanın bir yönü de değişikliğe ve bozulmaya uğramadan kıyamete kadar hem lâfzının hem muhtevasının korunacak olması ve itikad esaslarının hiçbir zaman değişmeyeceğidir. "Vesîle"nin buradaki anlamı önceki hadiste de işaret edildiği gibi cennetteki çok yüce bir makamdır. "Fazilet" de üstün bir makamın adı olup, diğer mahlûkattan yüce bir mertebedir. "Makâm-ı mahmûd", her lisanın övgü ve yüceltmesine lâyık makam demektir. O makamda olanı ilk yaratılan insandan son yaratılacak olana kadar herkes över ve yüceltir. Makâm-ı mahmûd, şefaat makamıdır ki, Resûlullah Efendimiz 
sallallahu aleyhi ve sellem'e ihsân olunmuştur. Kur'an'ın: "Rabbin seni makâm-ı mahmûda ulaştırır" dediği makamdır [İsrâ sûresi (17), 79]. 

İbni Abbâs'ın açıklamasına göre: "Öyle bir makam ki, orada öncekiler ve sonrakiler sana hamd ve senâ eder ve mertebece bütün yaratılmışların önünde olursun. Şefaat edersin de şefaatin makbul olur. Senin sancağın altında olmadık kimse bulunmayacaktır" diye tarif edilir (Alî el-Kârî, el-Mirkât, II, 353). Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli hadislerinde bu makamdan bahsetmiş ve onun vasıflarını anlatmıştır.

Önce de ifade ettiğimiz gibi, ezan İslam'ın temel prensiplerini kendinde toplayan bir dînî tebliğ, bir davettir. Bunu duyup dinleyen ve kalben inanarak tekrar eden bir mü'min, istikamet üzere olduğu, sahih bir iman ve sâlih bir amele sahip bulunduğu için Allah'a her ezandan sonra dua eder. Bu duanın mahiyet ve muhtevasını da böylece özet olarak bile olsa görüp anlayan bir müslüman artık bu fazileti işlemekten kendini müstağni göremez. Bütün bunları pekiştirmek üzere, ezandan ayrı olarak her farz namazdan önce bir de kamet getirilir.

Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. Ezanı, müezzinin söylediklerini tekrar ederek sonuna kadar dinlemek, bitince de dua etmek faziletli sünnetlerdendir.

2. Ezan vakitleri duaların reddedilmediği vakitler olup, her ezandan sonra dua etmek bu sebeple faziletli kabul edilmiştir.

3. Ezandan sonra duaya devam etmek hayırlara ulaşmanın sebebi olduğu gibi, kıyamet gününde Peygamberimiz 
sallallahu aleyhi ve sellem'in şefaatine nâil olabilmenin de vesilesidir.

4. Ezan bittikten sonra Peygamber Efendimiz 
sallallahu aleyhi ve sellem'in öğrettiği dualardan biri ezan duası olarak okunmalıdır.

5. Vesîle, fazîlet ve makâm-ı mahmûd kıyamet gününde sadece Peygamber Efendimiz 
sallallahu aleyhi ve sellem'e has üstün mertebe ve makamlardır.

http://www.namazzamani.net/

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

22 Şubat 2016 Pazartesi

620.Riyâzü's Sâlihîn'in Namaz Bölümü-5-EZAN

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

12. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan ezanı duymamak için arkasını dönüp yellenerek kaçar. Ezan bitince tekrar geri gelir. Namaz için kamet edilince yine arkasını dönüp kaçar. Kamet bittiğinde yine gelir ve kişi ile nefsi arasına sokulur ve ona: Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla diyerek, namazdan önce aklında olmayan şeyleri hatırlatır da, neticede insan kaç rek'at namaz kıldığını bilemez olur."Buhârî, Ezân 4, Amel fis'-salât 18, Sehv 6, Bed'ü'l-halk 11; Müslim, Salât 19, Mesâcid 83. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 31; Nesâî, Ezân 20, 30

Açıklamalar
Efendimiz'in bu hadisleri, ezandan kaçan şeytanın halini güzel bir benzetme ile ortaya koymaktadır. Onun ezandan kaçtığı sıradaki hali, ansızın büyük bir korku ve dehşete düşen insanın haline benzetilmiştir. Böyle bir kimsenin dizlerinin bağı çözülür, mafsalları gevşer ve sinir sistemi alt üst olur. Neticede büyük ve küçük abdestini tutamaz hale gelir. Ezanı işiten şeytan da böyle bir korkuya kapıldığı için ne yapacağını şaşırır; onun bu hali, bir felâkete uğradığında ne yapacağını şaşıran insanın haline benzer. Şeytana yellenme isnad edilmiş olması, bu korku halinin şiddetini anlatmak içindir. Yoksa onun gerçekte yellenmesi söz konusu değildir. Fakat Kâdî İyâz gibi bazı âlimlere göre bunun gerçek anlamda olması da mümkündür; çünkü şeytan da bir cisimdir. Meşhur hadis âlimi Tîbî, şeytanın ezanı işitmemek için kendi sesiyle kendisini meşgul ettiğini, onun bu tavrının çirkinliği sebebiyle, çıkardığı sesin çirkinliğinin yellenmeye benzetildiğini söyler.

Şeytanın ezandan kaçmasının çeşitli sebepleri vardır:

Birincisi, daha önce açıkladığımız hadiste geçtiği gibi, ezan sesini işiten her şey müezzine kıyamet gününde şahitlik edecektir. Kendisinin hiç hoşlanmadığı böyle zor bir durumda kalmaktan çekindiği içindir.

İkincisi, ezanın büyüklüğünden korktuğu içindir. Çünkü ezan, dinin bütün kaidelerini içine alan bir bildirimdir. Şeytan, tabiatı gereği bunlardan nefret eder; çünkü o tepeden tırnağa şer ve günahtan ibarettir.

Üçüncüsü, ezan namaza ve cemaate davettir. Namaz insanı Cenâb-ı Hakk'a en çok yaklaştıran ibadet olup, en önemli rüknü secde halidir. Şeytan ise Allah'ın emriyle Âdem aleyhi's-selâm'a secde etmekten yüz çevirdiği için O'nun rahmetinden kovulmuştur. Müslümanlar büyük bir cemaat haline gelip Allah'a ibadete ve secdeye yöneldikleri için, şeytan onları kandırmaktan ümidini kesip ye'se düştüğünden dolayı ezan ve kametten kaçar. Fakat vazifesi onları saptırmak ve yoldan çıkarmak olduğu için, tekrar tekrar geri döner. Neticede namaz kılanın kalbine birtakım dünyevî düşünceler getirerek onun gönlünü namazdan uzaklaştırır ve kaç rek'at namaz kıldığını unutturup yanıltır.

Burada açıkça görüldüğü gibi namaz kılan mü'minlere şeytan musallat olur. Birçok müslümanın en olmayacak şeylerin namazda hatırına geldiğini söylemesinin sebebi bu olsa gerektir. Bundan kurtulmanın çaresi, hatıra gelen şeyi düşünmemeye çalışmak ve namazda Allah'ın huzurunda bulunduğunu hatırlamaktır.

Hadisten Öğrendiklerimiz


1. Şeytanın ezanı işitince deliye dönmesi, ezanın faziletini ve büyüklüğünü gösterir.

2. Ezanı gür ve yüksek sesle okuyan müezzinin Allah katındaki ecri ve mükâfatı çok büyüktür.

3. Şeytanın ezandan süratle kaçmasının sebebi, onun namaza ve cemaate davet, İslam'ın parolası, dinin itikadî ve amelî bütün ahkâmını kapsayıcı oluşundandır. Çünkü şeytan bunlardan nefret eder.

4. Şeytan, namaz da dahil her zaman mü'minlere musallat olur. Onun şerrinden ve zararlarından korunmanın tedbirlerini almak gerekir.

5. Şeytanın tasallutundan kurtulmanın çaresi namazı huşû ve huzû içinde kılmaktır.

http://www.namazzamani.net/

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

21 Şubat 2016 Pazar

619.İSLAMİYETTE SIRA

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İslamiyette sıra şöyledir:

1.doğru iman(ehl-i sünnet itikadı)

2.ilim öğrenmek(neyi nasıl yapacağını bilmek)

3.haramlardan sakınmak

4.farzı yapmak

5.mekruhtan sakınmak

6.vacibi yapmak

7.tenzihen mekruhtan sakınmak

8.sünneti yapmak

9.müstehabı ve nafileyi yapmak

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

18 Şubat 2016 Perşembe

618.İNSANLAR İMANİ KONULARDA NASIL ALDANIYORLAR?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

    
İlk insan Âdem(Aleyhisselam)'dan beri insanlık, birbirine zıt iki yolda yürüye gelmiştir. Bu, kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Bu yollardan biri, iman ve hidayet yolu; diğeri de küfür ve dalalet yoludur.

İnsaf ve vicdan ışığında bakıldığında, bütün güzelliklerin, hayır ve kemalatın, huzur ve saadetin iman yolunda; çirkinlik, şer, tahrip ve hakka tecavüzlerin de küfür yolunda olduğu açık bir şekilde görülecektir.

Dış dünyadaki bu kutuplaşma ve zıtlaşma, insanın iç dünyasında da cereyan etmekte, duygular ve hisler arasında çatışma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kalp, akıl, vicdan insanı iman yoluna sevk ederken; nefis, his, heva ve vehim de inkâr yoluna iterler. İnsanın iç dünyası bu zıtların çarpışmalarına her zaman sahne olur. Bunlardan hangisi ağırlık kazanırsa, insan o cephede yerini alır, o yolda yürümeye başlar.

Bu alanda, insanı küfre sevk eden, fikri sapıklığa (dalalete) düşüren sebeplerin bazıları şunlardır:


1. Cehalet
Geçmişte ve günümüzde insanların küfre girmesine sebep olan saiklerin başında cehil gelir. Feza araştırmaları yapan insan da eğer Allah'a inanmıyorsa, inanmamasındaki birinci sebep cehalettir.

Burada kastedilen cehalet, eşyanın var oluşundaki niçin ve nedeni muhakeme eksikliği, yani basit ve sathi düşünmedir.

Cehaletin bir sebebi de taassup ve taklittir. Geçmiş peygamberler, kavimlerini imana ve tevhide davet ederken, karşılarına çıkan en büyük engel, bu olmuştur. Onlar, kavimlerinin taassubu ve atalarının sapık inançlarına körü körüne bağlılıkları ile ciddi mücadele vermişlerdir. Kur'an'da da bu husus üzerinde önemle durulur ve yanlışlığı vurgulanır.

Amr Bin As'a, bir gün: "Sen akıllı bir adamsın, İslamiyet’i kabulde gecikmene ne sebep oldu?" diye sorulmuştu. Amr Bin As'ın cevabı düşündürücü ve konumuza ışık tutucudur:

"Biz, bizden önceki kuşaktan yaşlı-tecrübeli, bize hakim bir toplulukla bir arada bulunuyorduk. Onlar karşılıklı dağlar arasındaki bir dağ yolunu tutup gittiler. Biz de oraya çıkıncaya kadar onlara uyduk. Onlar Peygamberi
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)inkâr ettiler, onlarla birlikte biz de inkâr ettik. O zaman yaptığımız iş üzerinde hiç düşünmedik. Sadece onları taklit ettik. Onlar ölüp gidince, işler bize kaldı. Kendimiz düşünüp karar vermek zorunda kaldık. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)işine bizzat bakıp doğruluğunu anlayınca, İslamiyet sevgisi kalbimize düştü..."

Günümüzde de durum değişmiş değildir. Çağdaş inkârcılar da, kendilerine büyük tanıdıkları, üstat kabul ettikleri şahısların ilkelerine, doktrinlerine, ideolojik fikirlerine, taassupla bağlı, körü körüne sadıktırlar.

2. Kibir ve Gurur
İnsanların iman yoluna girmelerine mani olan ikinci husus, kibirdir. Şeytanın Hakk'tan sapmasına ve rahmetten kovulmasına, bu duygu sebep olmuştur.

Kibir, büyüklenme ve kendini yüksek görme hissidir. Kibir duygusunun asıl yeri, Allah hesabına, bütün kâfir ve inkârcılara karşı üstün olmak, imanın izzetini korumak uğrunda hiç kimseye baş eğmemektir. Fakat düşüncesizlik ve gaflet yüzünden bu duygu insanı yoldan çıkarır, Allah'a ve Resulü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e isyan bayrağını açtırır. Nitekim Nemrut’un ve Firavun'un kibri, onları, Allah'a karşı üstünlük taslamaya sevk ederken; Ebu Cehil'in kibri de kendisini Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e karşı üstün görmeye sevk etmiştir.

3. Duygu Yanılmaları ve Yanlış

Değerlendirmeler (İnhiraf)
İnsanı küfre atan mühim bir sebep de inhiraf denen duyguların yanılmasıdır. Tıpkı suyun içindeki bir cismi kırılmış gibi yanlış görme, hükmü ona göre verme ve o hüküm üzerinde fikir yürütmedir. Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:

"İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazen batıl eline gelir, hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız dalalet başına düşer, hakikat zannederek kafasına giydiriyor."

Kişiyi inkârcılığa sürükleyen inhirafın pek çok sebepleri vardır.Mühimlerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

a) Maddi meselelerle devamlı meşguliyet, insanı maneviyattan uzaklaştırır.İman hakikatlerine karşı insanı anlayışsız hâle getirir.

b) Allah Teala'yı yarattığı varlıklara (mahlukata) kıyas etmek de mühim bir yanılma ve inkâr sebebidir. Allah kainatın yaratıcısıdır. Her şey O'nun mahlukudur. Usta, eserine benzemeyeceği gibi kainatın yaratıcısı da kainata benzemeyecektir.

c) İmani meselelerin yüceliği sebebiyle, aklın, onların mahiyetini tamamen kavrayamayacağını düşünmemek... Bir şeyin varlığını bilmek başka, mahiyetini bilmek başkadır. Kainatta varlığını bildiğimiz halde, mahiyetlerini bilemediğimiz o kadar çok şey var ki... Mahiyetini kavrayamayışımız, o şeylerin varlığını inkâr etmeyi nasıl gerektirmiyorsa, Allah Teala'nın, meleklerin, cennet ve cehennem'in mahiyetlerini bilmememiz de onları inkâr etmeyi gerektirmez.

d) Kafirlerin sayıca çokluğu, onların bazı imani meselelerin inkârında birleşmeleri de insanı dalalete atan sebeplerden biridir. Halbuki, kıymet ve ehemmiyet, sayı çokluğunda değildir. Nitekim, hayvanlar, sayıca büyük bir çoğunluğa sahipken, insan bütün hayvan türleri üstünde hakim olmuştur.

e) Maneviyatta ihtisas sahibi kimselere müracaat etmemek... Bir ilmin münakaşa konusu olmuş bir meselesinde, o ilmi bilmeyen kimselerin, başka bir ilimde ne kadar büyük ve kudretli de olsalar, sözleri geçerli değildir. Mesela, büyük bir mühendisin, bir hastalığını teşhis ve tedavisinde bir tıp öğrencisi kadar sözü geçmez. Aynı şey manevi meselelerde de geçerlidir. Madde ile çok meşgul olduğundan maneviyattan uzaklaşmış, aklı gözüne inmiş, manevi meseleleri idraki daralmış kimselerin manevi meselelerdeki inkârları geçerli olamaz. Başta Peygamberimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olarak umum 124.000 peygamber ve asırlarca yetişmiş büyük alimler imani meselelerde ihtisas sahibidirler. O meselelerde onların sözleri dinlenir.

4. Günahlara müptela olmak
İşlenen her bir günah, insanın kalp ve ruhunda yaralar açar, iman nurunu karartmaya başlar, insan günahta ısrar ettikçe kalbi, siyahlaşıp katılaşarak iman nurunu bütünüyle kaybedecek dereceye gelir. Bu bakımdan her günah içinde küfre gidecek bir yol vardır.

İşlenen günahların lekeleri tövbe ile hemen silinmezse, kalbi tamamen kaplayıp insanı küfre kadar götürebilir.


Sorularla İslamiyet

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR     

17 Şubat 2016 Çarşamba

617.SÜNNETE UYGUN İBADET-39-Allah Anılan Toplantıların Fazileti

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki bir ayet ve dört hadis-i şeriften, dünya hayatının süsüne ve aldatmacasına kapılıp Allah'ı hatırlamaktan ve hatırlayan kimselerden uzaklaşılmaması gerektiğini, Allah'ın kendisini ve cennetteki nimetlerini görmedikleri halde kendisine inanıp cehennemden uzaklaşmaya, cennete yaklaştıracak ameller yapmaya gayret edenlerin Allah tarafından bağışlanacağını, Allah'ı hatırlamak ve onun prensiplerini öğrenmek üzere bir araya gelen kimseleri Allah'ın rahmetinin kaplayacağını, Allah'a sığınan kimseyi Allah'ın barındıracağını, Allah'ın ismi anılan meclislerden yüz çevirenden Allah'ın da yüz çevireceğini, bu tür toplantılara katılan kimseleri Allah'ın meleklerine iftihar ederek övündüğünü öğreneceğiz. [1]

"Ve Rabbinin hoşnutluğunu umarak, sabah akşam O'na yalvarıp yakaranlarla birlikte, sen de sabret. Dünya hayatının cazibesine kapılarak gözlerini onlardan ayırma, iyi ve güzel olan ne varsa, hepsini terkedip bencil arzuları peşine düştüğü için, kalbini bizi hatırlamaya karşı duyarsız kıldığımız kimseye de uyma. Zaten o işinde sınırı aşmıştır." (Kehf: 18/28)

1450. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ’nın yollarda dolaşıp zikredenleri tesbit eden melekleri vardır. Bunlar Cenâb–ı Hakk’ı zikreden bir topluluğa rastladıkları zaman birbirlerine “Gelin! Aradıklarınız burada!” diye seslenirler ve o zikredenleri dünya semâsına varıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kuşatırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, meleklerden daha iyi bildiği halde yine de onlara:

– “Kullarım ne diyor?” diye sorar. Melekler:

– Sübhânallah diyerek seni ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, sana hamdediyorlar ve senin yüceliğini dile getiriyorlar, derler. Konuşma şöyle devam eder:

– “Peki onlar beni gördüler mi ki?”

– Hayır, vallahi seni görmediler.

– “Beni görselerdi ne yaparlardı?”

– Şayet seni görselerdi sana daha çok ibadet ederler, şânını daha fazla yüceltirler, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni daha çok tenzih ederlerdi.

– “Kullarım benden ne istiyorlar?”

– Cennet istiyorlar.

– “Cenneti görmüşler mi?”

– Hayır, yâ Rabbi! Vallahi onlar cenneti görmediler.

– “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”

– Şayet cenneti görselerdi onu büyük bir iştiyakla isterlerdi, onu elde etmek için büyük gayret sarfederlerdi.

– Bunlar Allah’a neden sığınıyorlar?”

– Cehennemden sığınıyorlar.

– “Peki cehennemi gördüler mi?”

– Hayır, vallahi onlar cehennemi görmediler.

– “Ya görseler ne yaparlardı?”

– Şayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, ondan pek fazla korkarlardı.

Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklerine:

– “Sizi şahit tutarak söylüyorum ki, ben bu zikreden kullarımı bağışladım” buyurur. Meleklerden biri:

– Onların arasında bulunan falan kimse esasen onlardan değildir. O buraya bir iş için gelip oturmuştu, deyince Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.”
[2]

Müslim’in bir rivayeti şöyledir:

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ’nın diğer meleklerden ayrı, sadece zikir meclislerini tesbit etmek üzere dolaşan melekleri vardır. Allah’ın zikredildiği bir meclis buldular mı, o kimselerin aralarına otururlar ve diğer melekleri oraya çağırarak cemaatin arasındaki boş yerleri ve oradan dünya semasına kadar olan mesafeyi kanatlarıyla doldururlar. Zikredenler dağılınca onlar da semâya çıkarlar. Allah Teâlâ daha iyi bildiği halde onlara:

– “Nereden geldiniz?” diye sorar. Melekler de:

– Yeryüzündeki bazı kullarının yanından geldik. Onlar Sübhânallah diyerek ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, lâ ilâhe illallah diyerek seni tehlil ediyorlar, elhamdülillâh diyerek sana hamdediyorlar ve senden istiyorlar, derler. (Konuşma şöyle devam eder):

– “Benden ne istiyorlar?”

– Cennetini istiyorlar.

– “Cennetimi gördüler mi?”

– Hayır, yâ Rabbi, görmediler.

– “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”

– Senden güvence isterlerdi.

– Benden neden dolayı güvence isterlerdi?”

– Cehenneminden yâ Rabbi.

– “Peki benim cehennemimi gördüler mi?”

– Hayır, görmediler.

– “Ya görseler ne yaparlardı?”

– Senden kendilerini bağışlamanı dilerlerdi.

Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Ben onları affettim. İstediklerini onlara bağışladım. Güvence istedikleri konuda onlara güvence verdim.

Bunun üzerine melekler:

– Yâ Rabbi, çok günahkâr olan falan kul onların arasında bulunuyor. Oradan geçerken aralarına girip oturdu, derler. O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Onu da bağışladım. Onlar öyle bir topluluktur ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.”
[3]

1451. Yine Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.”[4]

1452. Ebû Vâkıd Hâris İbni Avf radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mescid–i Nebevî’de oturmuş, sahâbîler de onun etrafını almışken karşıdan üç kişi çıkageldi. İkisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e doğru yöneldi, diğeri gitti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelenlerden biri cemaatin arasında bir boşluk görüp oraya oturdu. Öteki ise cemaatin arkasına gidip oturdu. Üçüncü adam da çekip gitti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü bitirince (bunlar hakkında) şöyle buyurdu:

“Size şu üç kişinin durumunu haber vereyim mi? Onlardan biri Allah’a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri (insanları rahatsız etmekten) utandı, Allah da ondan hayâ etti. Ötekine gelince, o (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.”
[5]


1453. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Muâviye radıyallahu anh mescidde halka halinde oturan bir cemaatin yanına geldi ve:

– Burada niçin böyle toplandınız? diye sordu.

– Allah’ı zikretmek için toplandık, diye cevap verdiler. O tekrar:

– Allah aşkına doğru söyleyin. Siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz? diye sordu.

– Evet, sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Muâviye:

– Ben sizin sözünüze inanmadığım için yemin vermiş değilim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e benim kadar yakın olup da benden daha az hadis rivayet eden yoktur. Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ilim halkasında oturan sahâbîlerinin yanına geldi de onlara:

– “Burada niçin oturuyorsunuz?” diye sordu.

– Bize İslâmiyet’i nasip ederek büyük bir lutufta bulunması sebebiyle Allah’ı zikretmek ve ona hamdetmek için oturuyoruz, diye cevap verdiler. Resûl–i Ekrem:

– “Gerçekten siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz?” diye sordu.

– Evet, vallahi sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü:
– “Ben size inanmadığım için yemin vermiş değilim. Fakat bana Cebrâil gelerek Allah Teâlâ’nın meleklere sizinle iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle söyledim” buyurdu
.[6]


sadakat.net/riyazus-salihin- 247) Allah Anılan Toplantıların Fazileti

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 414.
[2] Buhârî, Daavât 66. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251–252, 358–359.
[3] Müslim, Zikir 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 129.
[4] Müslim, Zikr 39, 38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 14; Tirmizî, Daavât 7; İbni Mâce, Mukaddime 17.
[5] Buhârî, İlim 8, Salât 84; Müslim, Selâm 10. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 29.
[6] Müslim, Zikir 40. Ayrıca bk. Nesâî, Kudât 37.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

16 Şubat 2016 Salı

616.HUD SURESİ 15. ve 16. AYETLERİN TEFSİRİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


“Her kim Dünya hayatı ve zinetini murad ederse (onun süsünü-güzelliklerini isterse), Biz, onlara amellerini Dünya’da (yaptıklarının karşılığını) tamamen öderiz / veririz ve bu bâbda kendilerine densizlik yapılmaz (bu hususta kendilerine bir eksiklik yapılmaz, zarara uğratılmazlar).” 

-Hud suresi, 15-

“Fakat onlar Âhıret’te öyle olurlar ki, kendilerine nâr’dan / ateşten (Cehennem azabından) başka bir şey yoktur. Orada / Dünya’da işledikleri bütün iyilikler heder olmuştur ve bütün yaptıkları bâtıldır / boştur.” 
-Hud suresi, 16-


Son asrın büyük müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Efendi merhum, meşhur tefsiri Hak Dini Kur’an Dili’nde bu ayetleri şöyle tefsir etmiştir:

15’inci ayet: Her kim dünya hayatını ve ziynetini isterse, yani muradı ve niyeti dünya nimetleri olur ve hep buna çalışırsa, dünyada amellerinin karşılığını kendilerine öderiz. Ne kadar çalışmış, neyi hak etmişlerse eksiksiz veririz. Ve onlar bu dünyada hiç mağdur edilmezler. Yani hakları yenmez, emek ve çalışmalarının bedelinden hiç bir şey eksik verilmez, bekletilmez ve ertelenmez. Hepsi emeklerinin karşılığını bu dünyada muhakkak alır.

Hâsılı ulûhiyetin şânı, kullarının istediklerini çalıştıklarından daha aşağı olmamak üzere vermeyi gerektirir.

Ameller de niyetlere göredir. Onun için muradı sırf dünya olanların çalışma ve gayretlerinin karşılığı bütün değeriyle, hatta fazlasıyla bu dünyada kendilerine verilir; alacak-verecek kalmaz, hesap kesilir ve iş bitirilir. Bundan "Onların hepsinin eşit olarak bütün dünya muratları hâsıl olur." gibi mânâ çıkarılmamalı ve böyle bir vehme kapılmamalıdır. Zira onlara ödenen muratları ve emelleri değil, amelleridir [yaptıklarının karşılığıdır]. Bundan anlaşılacak olan şudur ki;

Dünyada insanlar güzel amellerde yarış yapmak ve imtihan vermek için yaratılmış olduklarından, her amelin üzerine gerekecek iyi ve kötü bir ürün vardır. Her çalışan, çaba ve çalışması ölçüsünde mutlaka bir yere gelir, bir sonuca, bir ürüne kavuşur. "Ve emeği ilerde görülür."
[Necm suresi, 40] ki, söz konusu ürün kendi muradı ve arzusu kadar olmasa bile, muhakkak ki, ameli ve çalışması kadardır. Verdiği emekten daha az, daha aşağı olmaz. Mesela bir inci bulmak niyetiyle denize dalan bir kimse, arzu ettiği inciyi bulamazsa da denize dalıp çıkarak dalgıçlığı öğrenir. Denize dalmayı öğrenme niyetine erer. Buna da acı veya tatlı bir sonuç bir semere terettüp eder. Ya inci avcılığına devam eder, belki beklediğinden de fazla inci daneleri elde eder ya da bir kazaya uğrar, ölür veya sakatlanır.

İşte her amelin asıl semeresi ve âkıbeti Allah'ın ona takdir ve tayin etmiş olduğu neticesidir. Bunun a’zamî hakkı da bundan amel sahibinin gözetmiş olduğu maksat ve hedefi geçmemektir. Bundan dolayı en büyük muradları, fâni olan bu dünya hayatının lüksünden ibaret olan kimselerin emek ve çalışmalarının ecri de, dünya hayatından ileri geçmez. Bâki olan ahiret hayatına birşey kalmaz. Bunlar maksat ve niyetlerine göre emek ve gayretlerinin bütün mükâfatını dünyada iken almış tüketmişlerdir. 

16’ncı ayet: Bunlar, yani dünya hayatının nimetini ve lüksünü gaye edinmiş bulunanlar, o kimselerdir ki; ahirette kendilerine ateşten başka hiç bir şey yoktur. Ve bütün yaptıkları orada yok olmuş olur. Yani dünya hayatında bir iyilik de işlemiş olsalar, ahiret sevabı elde etmek gibi bir niyetleri bulunmadığı, bütün çabalarını ve niyetlerini dünya hayatına yöneltmiş bulundukları için ahirette hepsinin eli boş kalır; amelleri, fani olan dünya hayatı ile birlikte yok olup gitmiştir. Ahirette durum böyle tezahür eder. Ve yaptıkları herşey bâtıldır. Hadd-i zâtında boştur, temelsizdir, sonu yoktur. Çünkü zaten dünya hayatı fânidir, onu tutmak veya donatmak için her ne yapılsa boştur. Ecel gelince hepsini siler, süpürür götürür. Açıkçası Allah'tan başkası fâni olduğundan, sırf Allah için yapılmış olmayan her amel bâtıldır. Çünkü "Yeryüzünde ne varsa hepsi fânidir, bâki kalacak olan yalnızca celâl ve ikrâm sahibi olan Rabbinin zâtıdır".
[Rahmân suresi, 26-27]

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

14 Şubat 2016 Pazar

615.Mezhepte, sevgide ve Kur’an-ı Kerim’i anlamada orta yol-Faruk Beşer



...Hz. Ali der ki: “Sağ ve sol sapık yollardır, doğru yol orta yoldur”...


...Resulüllah'tan sonra ortaya çıkan bütün fikirlerin ve mezheplerin daha doğru olanı hep ortada olanıdır. Mezhep denecek ilk ayrışmalar Hz. Ali ile ilgili olaylarla başlamıştı. Onun hakkında şöyle bir hadis nakledilir: “Senin sebebinle iki sınıf insan helak olacaktır; seni sevmeyip sana düşman olanlar, seni sevmede aşırı gidenler”. Vakıa da böyle olmuştur.

Bu kural Hz. Peygamber'i sevmede bile geçerlidir. Hıristiyanlar peygamberlerini aşırı yüceltip sonunda tanrı yapmışlar, bazı Müslümanlar da Resulüllah'ı, hatta şeyhlerini üstatlarını aynen böyle yüceltmişler. Diğer bazıları da Hz. Peygamber'i sıradan bir postacı yerine koymuş. Oysa adalet her şeyi yerli yerine koymaktır, nasılsa öyle bilmektir. Bu da elbette ancak sağlam bilgi ile mümkün olabilir. Bu olmadı mı, duygular devreye girer ve terazi bir yöne doğru kayar....

...Akide konusunda sağa sola ilk sapmalar muhtemelen kader konusunda yaşandı. Daha sahabe döneminde bazı Müslümanlarda cebri bir kader anlayışı doğdu ve Allah yazmışsa çare yok, kulun elinden hiçbir şey gelmez gibi bir inanç ortaya çıktı. Sonra Emeviler bu fikri sevdiler ve bunu kendilerine itaat edilmesi konusunda kullandılar. Ne yapalım, sizin beğenmediğiniz yönlerimiz olabilir ama kader buymuş, boyun eğmek zorundasınız dediler. Bu tefrit anlayışa bir tepki olarak bunun ifratı ortaya çıkmada gecikmedi ve kader diye bir şey yoktur, her şeyi insan kendisi yapar diyen Kaderiyye doğdu. Sonra işin ortası yeniden öğrenildi ve kaderin var olduğu, ama insanın da yapıp ettiklerinde özgür olduğu tekrar anlaşıldı. Yani işin ortasının Cebriye ile Kaderiyye/Mutezile arasında olduğu görüldü, buna da bilahare Ehlisünnet dendi.

Mezhep anlayışında orta yol

... Fıkıh mezheplerine gelince, önceleri bunlar sadece birer anlama ve ehlinden sadır olmuş bağlayıcı olmayan içtihatlar olarak görülürken, sonraları birbirinden yalıtlanmış birer farklı anlayışa dönüştüler. Mezhep bağlılarında cahillik arttıkça tek doğru bizim mezhebimizdir anlayışı da artar. Ve işin sonunda bu ayrışma o kadar ifrata gitti ki, kaçınılmaz olarak Selefiyye denen tefritini doğurdu. Mezheplerin oluşturduğu içtihat zenginliği hesaba katılmaz oldu. Ama onlar da sadece naslarla hayatı yorumlamada zorlanınca kendi imamlarının görüşlerine/mezhebine tutunmak zorunda kalıyorlar. O halde mezhep anlayışındaki orta yol, mezheplerdeki binlerce içtihadı hesaba katma, rahmet bilme, ama mezhepleri sınırları aşılamaz birer din, birer paket program gibi görmemedir.

Kur'an-ı Kerim'e bakışta orta yol

...Hindistan'da belki bir tefrit olarak, onu anlamak için hiçbir şeye, yaşanan birikime, hatta sünnete bile ihtiyaç yoktur gibi bir fikir doğdu...

Ardından belki de buna tepki olarak, biz Kuranı kerim'i anlayamayız, büyüklerimize sorup onlar ne derlerse onu yapmalıyız gibi diğeri kadar sakat bir düşünce oluştu. Bu o kadar ifrata gitti ki, tefritini bir kez daha doğurdu, biraz da oryantalistlerin etkisiyle Kur'an-ı Kerim sıradan bir metin haline getirildi, anlaşılması imana ve amele değil de Hermönetiğe teslim edildi. Bu durum da bizde meal müçtehitlerinin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Oysa Kur'an-ı Kerim'den herkes kendi seviyesine göre anlayabilir. Onun çok kolay olduğunu bizzat kendisi söylüyor. Hatta ondan bir şeyler anlamak için meallerden de yararlanılabilir. Ama Kur'an-ı Kerim'in dilini ve makasıdını bilmeden meallerden kendince hükümler çıkarmak, tıp okumamış birinin tıp kitaplarına bakıp hastaya ilaç yazmasından daha tehlikeli bir şeydir.


Yazının tamamı için:

9 Şubat 2016 Salı

612.Modern ve gelenek arasında orta yol-Faruk Beşer

Faruk Beşer Hoca'nın  Sıratımüstakim, Sevad-ı Azam ve içtihadla ilgili  bu açıklayıcı yazısını okumanızı tavsiye ederim.


... fıkıh sözlükte anlama demektir. Dini bir terim olarak da; işin ehli olan insanların sünnet örneğini göz önünde bulundurarak, hayatı Kur'an-ı Kerim'e göre anlamalarıdır.Anlayanlar anladıklarını bir tarafa yazmışlar, arkadan gelenler artık anlamasın da dememişler. Anlama devam edecek. Çünkü Allah'ın; düşünün, anlayın, tefekkuh edin, tefekkür edin… emirleri herkes için geçerli....


...geleneği şöyle tarif edebilirdiniz: Resulüllah'tan günümüze İslam adına oluşan usulüne uygun anlamaların/içtihatların üzerinde ittifak edilenleri, ya da ittifaka yakın çoğunluk oluşanları gelenektir. Böyle derseniz geleneğe karşı çıkamazsınız. Çünkü Sıratımüstakim budur. Kesin bir bilgiye ulaşmadıkça bundan ayrılmanın duruma göre, dalalete ya da hataya götürebilme riski vardır. Gerçi naslara aykırı olmadıkça teorik olarak böyle bir farklı içtihat isabetli de olabilir, ama bu onun da eleştiri tezgâhına alınıp ehli olanlar tarafından yine ittifakla, ya da ittifaka yakın bir kabul görmesine bağlıdır.

Biz buna yine de gelenek demiyoruz, İslam'ın kendi kavramlarını kullanmayı tercih ediyoruz. Mesela cumhurun görüşü diyoruz, Sevad-ı Azam diyoruz. Resulüllah şöyle buyuruyor: “Benim ümmetim asla bir hata üzerinde sözbirliği etmeyecektir. O halde ihtilaf edilen bir konu gördüğünüzde size düşen Sevad-ı Azamla birlik olmaktır”. Vallahi, aklın yolu da budur.

Sevad-ı Azam, en büyük karartı, yani çoğunluk demektir. Bu hadisi şerifin işaret ettiği önemli bir nokta da şudur: Demek ki, Sevad-ı Azam'a muhalif görüşler de olabilir, ona muhalif düşünmeyin denmiyor. Ama karar ve hüküm verecekseniz bu, o karar ya da hüküm aykırı fikirlere göre olamaz....

... içtihat din demek değildir, anlamadır, ama dine uygun hareket edebilmek için bir içtihada tutunmak ise dindir. Çünkü Allah (cc), “bilmiyorsanız işin ehline sorun”buyuruyor. Yani işin ehlinin verdiği bilgiye uymak da Allah'ın emridir. Bir içtihatla fetva verdiğinizde din budur demiş oluyorsunuz....


8 Şubat 2016 Pazartesi

611.SÜNNETE UYGUN İBADET-38-Alış Verişle İlgili Faziletli Davranışlar

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


(Satışta, Alışta, Alıp Vermekte Cömert Davranmak, Borcunu Güzelce Ödeyip Alacağını Bağışlamak, Ölçü Ve Tartıda Teraziyi Alacaklı Tarafa Eğdirmek, Eksik Ölçmekten Kaçınmak, Zengin Ve Fakir Borçluya Mühlet Vermek Ve Alacağından Bir Kısmını Bağışlamak)

Bu bölümdeki üç ayrı surenin ayetleri ve 9 hadis-i şeriften, Allah'ın rızasını kazanmak için yapılacak her hayrın Allah tarafından bilinmekte olduğunu, ölçü ve tartıyı adaletle yapmanın gerekliliğini, ölçü ve tartıda taşkınlık yapanların da kıyamet günü Allah'ın huzurunda diriltilip hesaba çekileceklerini, alacaklı olan kimsenin söz söylemeye hakkı olduğunu, alış ve satışta kolaylık gösterene Allah'ın rahmet edeceğini, kıyamette Allah'ın kendisini kurtarmasını isteyen kimsenin bu dünyada darda kalan borçluya zaman tanımasını veya borcun bir bölümünü indirmesinin uygun olacağını, darda kalanlara yapılan iyiliğin karşılığının Allah tarafından mutlaka verileceğini, borçluların borcunu affedenin Allah tarafından affedileceğini ve arşın gölgesinde gölgeleneceğini, borçlunun gerektiği hallerde alacaklının durumuna göre borcunu biraz ilave ederek ödeyebileceğini, alıcı isterse satıcıya istediği fiattan daha fazla ücret ödeyebileceğini öğreneceğiz. [1]

"Siz ne iyilik yaparsanız, mutlaka Allah onu çok iyi bilir." (Bakara: 2/215)

"Bunun içindir ki, ey kavmim! ölçü ve tartı işlerinizde dürüst ve duyarlı olun, insanların mal, eşya ve paralarını eksik vermeyin." (Hud: 11/85)

"Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar ki insanlardan birşey ölçüp aldıklarında, ölçüyü tam tutarlar. Fakat diğer insanlara ölçüp tarttıklarında ölçü ve tartıyı eksik yaparlar. Onlar tekrar diriltilip kaldırılacaklarını sanmıyorlar mı? Korkunç bir gün ki, mutlaka hesaba çekilecekler. O gün tüm insanlar alemlerin Rabbi huzurunda hazır olup dikilecekler." (Mutaffifin: 83/1-6)

1370. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir adam alacağını istemek üzere Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi ve Peygamberimiz'e karşı ağır bir ifade kullandı. Bunun üzerine ashâb ona haddini bildirmek istediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Onu bırakınız. Çünkü alacaklı olanın söz söylemeye hakkı vardır" buyurdu. Sonra da:

– "Onun devesiyle aynı yaşta olan bir deve veriniz" diye emretti. Sahâbîler:

– Yâ Resûlallah! Ancak onun devesinden daha iyi olan yaşlısını bulabiliyoruz, dediler. Peygamber Efendimiz:

– "O halde onu veriniz; şüphesiz ki sizin hayırlınız borcunu en güzel şekilde ödeyendir" buyurdu.[2]


1371. Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gösteren kimseye Allah rahmet etsin."[3]


* İslam kolaylık dinidir. İslam dinine mensup olanların aralarında muamelelerde de kolaylık esastır, bu yüzden peygamberimiz bu tip kimselere dua etmiştir. [4]

1372. Ebû Katâde radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kıyamet gününün sıkıntılarından Allah'ın kendisini kurtarmasından hoşlanan kimse, borcunu ödeyemeyene mühlet tanısın veya ondan bir bölümünü indirsin."[5]


1373. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanlara borç para veren bir adam vardı. O hizmetçisine şöyle derdi:

– Darda kalmış bir fakire vardığında onu affediver; umulur ki Allah da bizim günahlarımızı affeder.

Nihayet o kişi Allah'a kavuştu ve Allah onu affetti."[6]


* Bakara: 2/280. ayeti de bize bunu tavsiye eder. Bu ayet ve hadislere bakıp borçlu kimse bu durumu istismar etmemeli, alacaklı ise borçlulara daima müsamahalı davranmalıdır. İyilik ister büyük ister küçük olsun, ahiretteki karşılığı bağışlanmak ve ebedi saadet olabilir.

Bu ve benzeri hadislerdeki borç meselesini iyi anlamamız gerekiyor. Borçlanma, bugünkü yapıldığı şekliyle lüks şeylere harcamakla değil, kişinin zaruret durumlarında yani can kaybı, mal kaybı gibi veya açlık, sıhhi yardım, afet gibi durumlarda borçlanıp ödeyememesi durumlarını kapsar. Değilse otomobilinin yaşını beğenmeyip daha kalitelisiyle değiştirmek için borçlanan, dükkan ve deposundaki mal varlığı ile yetinmeyip birkaç misli daha borca giren bir evi ve dükkanı varken birkaç kooperatife daha girip borçlanan veya aldığı maaşın 5-6 kat fazlası ev eşyası alarak lüks ve israfa batarak borçlanan kimsenin borçlanması değildir. Bu konuyla alakalı Rasûlullah'ın birkaç hadisini mealleriyle hatırlatmada faydalar umuyoruz.

1. Rasûlullah 
sallallahu aleyhi ve sellem namazlarında tahiyyattan sonra "Günahtan ve borçtan sana sığınırım" diye dua ederlerdi. Aişe validemiz "Hiçbir şeyden Allah'a sığınmanız borç kadar çok olmadı" deyince, şöyle buyurdular: "Kişi borçlanınca ileri geri konuşur durur. Ödeyeceğine dair söz verir de sözünde durmaz."

2. Rasûlullah
 sallallahu aleyhi ve sellem borcu olan bir şahsın cenaze namazını kılmadı da, "Onun borcu vardır, arkadaşınızın namazını siz kılın" buyurdular.

3. Yine Rasûlullah 
 sallallahu aleyhi ve sellem bir duasında: "Ey Allahım, borcun ve düşmanın bana galip gelmesinden sana sığınırım"buyurdular.

4. Yine duasının bir bölümünde, "Küfürden ve borçtan sana sığınırım" buyurdu.

5. Yine borçlanan biri için, “Borçlu arkadaşınız borcuna karşılık esir edilmiştir. (Borcu ödenince esaretten kurtulacaktır)” buyurdular.

6. Yine bir başka hadiste, "Mü'minin nefsi (kafası, kalbi, zihni) borcu ödeninceye kadar borcuna takılıdır."

7. Allah yolunda şehid düşmek, borç hariç her türlü günaha keffarettir. [7]


1374. Ebû Mes'ûd el–Bedrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden önceki ümmetlerden bir adam hesaba çekildi; hayır namına hiçbir şeyi bulunamadı. Fakat bu adam insanlarla düşer kalkardı ve zengin bir kimse idi. Hizmetçisine, darda kalan fakirlerin borcunu affetmesini emrederdi. Azîz ve Celîl olan Allah:

"Biz affetmeye ondan daha lâyıkız; onu affediniz" buyurdu."[8]


1375. Huzeyfe radıyallahu anh şöyle dedi:

Allah'ın kendisine mal ihsân ettiği kullarından biri Cenâb–ı Hakk'ın huzuruna getirildi. Allah Teâlâ ona:

– Dünyada ne yaptın? diye sordu. Hadisin râvisi Huzeyfe, kullar Allah'tan hiçbir sözü gizleyemezler, demiştir. Bu adam da:

– Ey Rabbim! Bana malını verdin; ben de insanlarla alış veriş yapardım. Alış verişte kolaylık göstermek benim huyumdu. Zengine kolaylık gösterir, fakire mühlet verirdim, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

– "Ben buna senden daha lâyıkım" dedi. (Meleklere de) "Kulumu affediniz" buyurdu.

Ukbe İbni Âmir ve Ebû Mes'ûd el–Ensârî radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

– Biz bunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ağzından böylece işittik.[9]


* İnsanlara borç para verip onları sıkboğaz etmeyen, ödeyemeyecek durumda olanların borcunu affeden kimselerin cennetle müjdelendiklerini görüyoruz. Dünyada bir kimsenin sıkıntısını giderenin Allah da kıyamet gününde sıkıntılarını giderir. [10]

1376. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kimse darda bulunan borçluya mühlet verir veya borcunun bir kısmını ya da tamamını bağışlarsa, Cenâb–ı Hak o kişiyi Allah'ın gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde arşının altında gölgelendirir."[11]


1377. Câbir radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ondan bir deve satın almıştı. Devenin parasının tartılmasını ve üzerine bir miktar ilâve edilmesini emretti.[12]

1378. Ebû Safvân Süveyd İbni Kays radıyallahu anh şöyle dedi:

Ben ve Mahreme el–Abdî, satmak üzere Hecer kasabasından bezden yapılmış elbise getirttik. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi ve bizden iç çamaşırı almak istedi. Yanımda paraları tahsil eden bir muhasebecim vardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona:

"Alacağın ücreti tart; bir miktar da ilâve et" buyurdu.[13]


* Alıcı ve satıcı ticari münasebetlerinde anlayış içinde hareket etmeliler ve her iki taraf da birbirlerinin memnuniyetini temin için gayret göstermelidir. Her işte olduğu gibi müslümanlar alışverişte de "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız" emrine uymalı ve birbirlerini memnun etmeliler. Çünkü Peygamber Efendimiz çoğu kere aldığı mal karşılığında kararlaştırılan fiatın üstünde ödediği de bir gerçektir. [14]

sadakat.net/riyazus-salihin-
240) Alış Verişle İlgili Faziletli Davranışlar


[1] Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 393.
[2] Buhârî, İstikrâz 4, Vekâlet 6, Hibe 23; Müslim, Müsâkât 120. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû‘ 75; Nesâî, Büyû‘ 64.
[3] Buhârî, Büyû‘ 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ticârât 28.
[4] Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 394.
[5] Müslim, Müsâkât 32. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 23.
[6] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Müsâkât 31. Ayrıca bk. Buhârî, Büyû‘ 18.
[7] Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 394-395.
[8] Müslim, Müsâkât 30. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 120.
[9] Müslim, Müsâkât 29.
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 395.
[11] Tirmizî, Büyû‘ 67. Ayrıca bk. Müslim, Zühd 74; İbni Mâce, Sadakât 14.
[12] Buhârî, Büyû‘ 34, Hibe 23; Müslim, Müsâkât 109–115.
[13] Ebû Dâvûd, Büyû‘ 7; Tirmizî, Büyû‘ 66. Ayrıca bk. Nesâî, Büyû‘ 54; İbni Mâce, Libâs 12, Ticârât 34.
[14] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 395.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

6 Şubat 2016 Cumartesi

610.SÜNNETE UYGUN İBADET-37-Cihadın Fazileti

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki 6 ayeti kerimeden, müşrikler nasıl ki her an müslümanlarla savaşıyorlarsa müslümanların da topyekün savaş üzere olmaları gerektiğini, hoşumuza gitmese bile savaşın farz kılındığını, mal ve canlarla her an ağır veya hafif silahlarla savaşa çıkılması gerektiğini, Allah’ın mü’minlerin can ve malları karşılığında kendilerine cenneti vereceğini ve bu alışverişe sevinilmesi gerektiğini, oturan kimselerle cihad edenlerin derece bakımından bir olmadıklarını, acıklı azaptan kurtaracak en kazançlı ticaret yolunu öğreneceğiz. 


68 hadis-i şeriften de; Allah katında en faziletli amellerin neler olduğunu, insanların en üstün derecelisinin kim olduğunu Allah için İslam davası uğrunda yürümek ve nöbet tutmanın dünyadan ve içindeki her şeyden hayırlı olduğunu, şehidliğin derecesini, İslam için hududlarda nöbet bekleyenlerin şehid olmaları halinde defterlerinin kapanmayacağını, Allah yolunda bir gün nöbetin diğer bin günlük nöbetlerden hayırlı olacağını, şehidlerin Allah katındaki durum ve derecelerini ve şehidlikle alakalı ne mesajlar verdiklerini, dağ başlarına çekilmeyip cihad etmenin yetmiş yıl namaz kılmaktan hayırlı olduğunu, deve sağılacak kadar bir süre cihad edilirse cennete girileceğini, Allah yolunda cihad edene denk bir işin bulunmadığını, hayırda olan kimselerin hangileri olduğunu, mücahidlere hazırlanan yüz derecenin her birinin arasının yerle gök arası kadar olduğunu, cennetin kılıçların gölgesi altında olduğunu, ayakları Allah yolunda tozlanana cehennem ateşinin dokunmayacağını, Allah korkusundan ağlayan kimsenin cehenneme girmeyeceğini, cihadın tozu ile cehennemin dumanının bir kul üzerinde birleşmeyeceğini, nöbet bekleyen ve Allah korkusundan ağlayan göze ateşin dokunmayacağını, cihada gideni donatan kimse ile mücahidin arkada kalan kimselerine bakanın aynı sevabı alacaklarını, sadakaların en faziletlisinin neler olduğunu, genel seferberlik olmadığı zamanlarda savaşa iki erkekten biri katılırsa sevabın, ikisi arasında ortak olduğunu önce müslüman olup müslümanlar safında savaşa devam edip şehid olan ve az çalıştı çok kazandı sözüne muhatap olan sahabinin durumunu, cennete girenlerden sadece şehitlerin dünyaya dönüp tekrar şehid olmayı istediklerini, şehidin kul borcu dışında her günahına şehidliğin kefaret olduğunu, şehidlerin ne büyük mükafatlarla cennette mükafatlanacaklarını, şehidliği gönülden arzu eden kimsenin şehid olmasa bile o sevaba nail olacağını, şehidin vefat ederken karınca ısırması kadar acı duyduğunu, savaşın istenmeyeceğini savaş çıkarsa da sabredilmesi gerektiğini, duanın kabul olunacak iki vaktini, savaşa çıkılınca nasıl dua edileceğini, savaş vasıtası olan atların hayır olduğunu, İslam düşmanları için savaş hazırlığı yapmanın gerekliliğini, savaş eğitiminden usanılmaması gerektiğini, savaş eğitimini öğrenip terk eden kimsenin müslüman olmayacağını, Allah için savaş aleti yapan, atan ve ona yardımcı olanların cennete gireceğini, savaş eğitimi için verilen emirleri Allah yolunda atılan bir okun köle azadına denk olduğunu, Allah yolunda malını harcayana 700 misli sevap verileceğini, Allah yolunda oruç tutanın mükafatını, İslam uğrunda savaş endişesi duymayan kimsenin nifak üzere öleceğini, savaşa mazeretleri dolayısıyla katılamayıp, fakat niyetleri halis olanların aynı sevaba nail olacaklarını, savaşta ölenlerin hepsinin şehid olmadığını, ancak Allah’ın dini yüce olsun diye savaşanların şehid olacaklarını, gazilerin ganimet alarak dünyada ecirlerini aldıklarını, ganimet elde edemeden şehid düşenlerin tüm ecirlerinin cennette verileceğini, Allah rızasını kazanmak için yapılacak seyahatin dahi cihat gibi sevap olacağını, savaşa gitmek ve gelmekte de aynı sevabın olduğunu, bir kimse savaşa çıkmaz, savaşa çıkan mücahidi techiz etmez veya mücahidin ailesine yardımda bulunmazsa Allah’ın o kimseyi kıyametten önce büyük bir belaya uğratacağını, cihadın mal, can ve dillerle de olabileceğini, harbin hileden ibaret olduğunu öğreneceğiz. [1]

“...Bununla beraber o kafir ve müşrikler sizinle, nasıl topyekün savaşıyorlarsa, siz de Allah’tan başkalarına ilahlık yakıştıranlarla öylece topyekün savaşın; ve bilin ki, Allah, yolunu yordamını kendi kitabıyla bulmaya çalışanlarla beraberdir.” (Tevbe: 9/36)

“Ey inananlar! Gerçi hoşunuza gitmez, ama savaş size farz kılındı. Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda iyi olabilir ve yine hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir, ama siz bilmezsiniz bu gerçekleri.” (Bakara: 2/216)

“Sizin için kolay da olsa, zor da olsa, gerek hafif gerek ağır olarak hangi halde bulunursanız bulunun, hep birlikte savaşa çıkın ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda yürekten çaba gösterin, eğer bilirseniz bu sizin kendi iyiliğiniz içindir.”(Tevbe: 9/41)

“Bilesiniz ki Allah, kendi yolunda savaşan, öldüren ve öldürülen mü’minlerden, canlarını ve mallarını satın almıştır, hem de karşılığında cenneti vererek. Bu O’nun yerine getirilmesini Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da bizzat güvence altına aldığı gerçek bir vaattir. Kimdir verdiği sözü Allah’tan iyi tutan? o halde yaptığınız alım satımdan dolayı, müjdelenip sevinin, çünkü en büyük kurtuluş ve bahtiyarlık budur.” (Tevbe: 9/111)

“Bir mazeretleri olmaksızın mücadeleden kaçınan mü’minler ile, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla çaba gösterenler bir olamaz. Allah mallarıyla canlarıyla çaba gösterenleri, mücadeleden kaçınanlardan daha üstün bir mertebeye yüceltmiştir. Gerçi Allah tüm mü’minlere sonuçta güzellik vaad etmiş olmasına rağmen, Allah, yolunda çaba gösterenleri büyük bir mükafat vaad ederek, mücadeleden kaçınanlardan üstün kılmıştır. Kendi katından onlara büyük mertebeler bağış ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Nisa: 4/95-96)

“Ey iman edenler! Sizi hem bu dünyada, hem de öteki dünyada şiddetli bir azaptan koruyup kurtaracak bir alışveriş göstereyim mi size. Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda malınız ve canınızla gayret gösterirsiniz. Bu sizin için en iyi olan harekettir, keşke bilseydiniz. Eğer böyle yaparsanız Allah günahlarınızı bağışlayacak ve sizi öteki dünyada içinden ırmaklar akan bahçelere ve bu sonsuz mutluluk bahçelerindeki, güzel köşklere sokacaktır. İşte bu büyük bir kurtuluştur. Allah size seveceğiniz bir iyilik daha verecektir ki, o da düşmanlarınıza karşı her zaman yardım etmesi ve yakın bir zamanda nasip olacak ülkelerin fethidir ki, Ey Muhammed mü’minlere bu fethi ve yardımı şimdiden müjdele.”(Saff: 61/10-13)

1288. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallallahu aleyhi ve sellem'e:

–Hangi amel daha faziletlidir? diye soruldu.

–"Allah'a ve Resûlüne inanmak" buyurdu.

–Sonra hangisi? denildi.

–"Allah yolunda cihad etmek" karşılığını verdi.

–Bundan sonra hangisi? denilince:

–"Allah katında makbul olan hactır" buyurdular.[2]


1289. İbni Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

–Yâ Resûlallah! Hangi amel Allah'a daha sevimlidir? dedim,

–"Vaktinde kılınan namaz" buyurdu.

–Sonra hangisidir? diye sordum,

–"Ana babaya iyilik etmek" diye cevap verdi.

–Ondan sonra hangisidir? dedim,

–"Allah yolunda cihad etmek" buyurdular.[3]


1290. Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:

–Yâ Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir? diye sordum,

–"Allah'a iman ve Allah yolunda cihaddır" buyurdular.[4]


1291. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda yapılan bir sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz dünyadan ve dünya varlıklarından daha hayırlıdır."[5]


1292. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' e gelerek:

–İnsanların hangisi daha üstündür? diye sordu. Peygamberimiz:

–"Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse" buyurdu. Adam:

–Sonra kimdir? diye sordu. Efendimiz:

–"Bir vadiye çekilip Allah'a ibadet eden ve insanları şerrinden uzak tutan kimse" buyurdular.[6]


1293. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ'nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır." [7]


1294. Selmân radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim demiştir:

"Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur." [8]

* Bu konuda Al-i İmran: 3/169 ve 200. ayet ve Enfal: 8/60. ayet ve tefsirine de bakılabilir. [9]

1295. Fadâle İbni Ubeyd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hudutta Allah yolunda nöbet tutanlar dışında her ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta nöbet tutarken ölenin yaptığı işlerin sevabı kıyamet gününe kadar artarak devam eder, kabirdeki imtihanda da güvenlik içinde olur."[10]


1296. Osman radıyallahu anh 'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda hudutta bir gün nöbet tutmak, başka yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır."[11]


1297. Ebû Hüreyre radıyallahu anh 'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah Teâlâ kendi yolunda cihada çıkan kimseye, onu sadece benim yolumda cihad, bana îman, benim resullerimi tasdîk yola çıkarmıştır, buyurarak kefil olur. Allah, o kimseyi şehid olursa cennete koymaya, gazi olursa manevî ecre ve dünyalık ganimete kavuşmuş olarak, evine döndürmeye kefil olmuştur. Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda açılan bir yara, kıyamet gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur. Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer müslümanlara zor gelmeseydi, Allah yolunda cihada çıkan hiçbir seriyyenin arkasında asla oturup kalmazdım. Fakat maddî güç bulamıyorum ki onları sevkedeyim, onlar da bu gücü bulamıyorlar. Benden ayrılıp geride kalmak ise onlara zor geliyor. Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine öldürülmeyi, sonra tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim." [12]


1298. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh 'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyamet gününde yarasından kan akarak Allah'ın huzuruna gelir. Renk, kan rengi, koku ise misk kokusudur."[13]


1299. Muâz radıyallahu anh 'den rivayet edildiğine göre, Nebiy–yi Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müslümanlardan bir şahıs, deve sağılacak kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, cennet onun hakkı olur. Allah yolunda yaralanan veya bir sıkıntıya düşen kimse, kıyamet gününde yaralandığı gün gibi kanlar içinde Allah'ın huzuruna gelir. Kanının rengi zağferân gibi kıpkırmızı, kokusu da misk kokusu gibidir."[14]


1300. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve:

–Keşke insanlardan ayrılıp şu dağ kısığında otursam. Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den izin almadan bunu asla yapmam, dedi. Sonra arzusunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattı. Peygamberimiz:

–"Böyle bir şey yapma. Çünkü sizden birinizin Allah yolunda çalışıp gayret sarfetmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha faziletlidir. Allah'ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada çıkınız. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer" buyurdu.[15]


* Uzlet yani insanlardan uzak kendi halinde yaşamak dünyanın tabii güzelliklerinden istifade edip toplumdan uzak kalmak Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem tarafından kabul edilmemiş, 5-10 dakika gibi kısa bir süre dahi olsa Allah yolunda onun rızasını kazanacak ameller yapmanın müslümanı cennete sokabileceğini duyurmuş, bu gayret ve çabanın kişinin evinde veya kendi başına başka tenha bir yerde yetmiş yıl namaz kılmasından daha hayırlı olacağını belirtmiştir. Bunun için her Müslüman durumu ve bilgisi ne olursa olsun Allah rızası ve cenneti kazanmak için toplumdaki yerini mutlaka alacak ve bir gayret içinde olacaktır. Hadisten bunu anlamalıyız. [16]

1301. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûl–i Ekrem Efendimiz'e:

–Yâ Resûlallah! Allah yolunda cihada denk hangi iş vardır? denildi.

–"Ona denk bir iş bulamazsınız" buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de her defasında "Ona denk bir iş bulamazsınız" cevabını tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu:

"Allah yolunda cihad eden kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah'ın âyetlerine hakkıyla itâat eden ve Allah yolunda cihad eden kimse, cepheden dönünceye kadar, namaza ve oruca hiç bir şekilde ara vermeyen kimsenin benzeridir."[17]
Buhârî'nin rivayeti şöyledir:

Bir adam:

–Yâ Resûlallah! Bana cihada denk bir iş gösterseniz? dedi. Resûl–i Ekrem:

–"Cihada denk olacak bir iş bulamıyorum ki" buyurdu; sonra da şöyle devam etti:

"Allah yolunda cihad eden kimse yola çıktığında, sen de mescidine girip hiç ara vermeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?" Soruyu soran kişi:

–Buna kim güç yetirebilir ki? dedi.[18]

1302. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanların en hayırlı geçim yolu tutanlarından biri, Allah yolunda atının dizginine yapışıp, onun üzerinde âdeta uçan kimsedir. Düşman geldiğine dair bir ses veya düşman üzerine hücum feryadı işittiğinde, düşmanın bulunması muhtemel yerlere atının üzerinde uçarcasına saldırıp, öldürmeyi ve ölmeyi göze alır. Bir diğeri de, bir tepenin başında veya bir vadinin içinde koyuncuklarının arasında namazını kılan, zekâtını veren ve kendisine ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet eden kimsedir. İnsanlardan ancak bu şekilde yaşayan kimseler hayırdadır."[19]
* Bu hadis ile 1298 numaralı hadis birbirine zıd gibi görünürse de öyle değildir. Buradaki fitnelerin çıktığı zamanlarda insanların uzlet için dağ başlarına çıkmaları kastedilmektedir. Bunun için 596-600 numaralı hadislere bakınız. [20]


1303. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda cihad edenler için Allah Taâlâ cennette yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır."[21]


1304. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, resûl olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e inanıp razı olan kimse cenneti hak eder." Bu söz Ebû Saîd'in çok hoşuna gitti ve:

–Yâ Resûlallah! Bu sözü bana tekrarlasanız, dedi. Peygamber Efendimiz sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu:

"Bir başka haslet daha vardır ki, onun sayesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası kadardır." Ebû Saîd:

–O haslet nedir, yâ Resûlallah? diye sordu. Hz. Peygamber:

"Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihaddır" buyurdu.[22]


1305. Ebû Bekr İbni Ebû Mûsa el–Eş'arî şöyle dedi:

Babam Ebû Mûsa radıyallahu anh'i düşmanın karşısında durup:

Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i: "Şüphesiz cennet kapıları kılıçların gölgeleri altındadır" derken işittim. Bunun üzerine üstü başı perişan biri ayağa kalkıp:

–Ey Ebû Mûsa! Bu sözü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söylerken sen mi işittin? diye sordu. Ebû Mûsa:

–Evet, ben işittim, cevabını verdi. Bunu duyan adam, arkadaşlarının yanına dönüp:

–"Sizleri selâmlıyorum" dedi ve kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü ve ölünceye kadar düşmanla savaştı.[23]


1306. Ebû Abs Abdurrahman İbni Cebr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda ayakları tozlanan bir kula cehennem ateşi dokunmaz."[24]


1307. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah korkusundan ağlayan bir kimse, sağılan süt tekrar memeye girmedikçe cehenneme girmez. Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kulun üzerinde birleşmez."[25]


1308. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İki göze cehennem ateşi dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyerek geceleyen göz."[26]


1309. Zeyd İbni Hâlid radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır."[27]


1310. Ebû Ümâme radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sadakaların en faziletlisi Allah yolunda kurulan bir çadırın gölgesi, Allah yolundaki bir mücâhide verilen hizmetçi ve Allah yolunda bağışlanmış bir erkek devedir."[28]


1311. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Eslem kabilesinden bir delikanlı:

–Yâ Resûlallah! Ben cihada katılmak istiyorum, fakat savaşabilmem için gereken malzemeyi temin edecek durumda değilim, dedi. Peygamber Efendimiz:

–"Filân adama git. O, cihada katılmak üzere hazırlanmıştı; fakat hastalandı" buyurdu. Delikanlı Hz. Peygamberimiz'in dediği kişiye gidip:

–Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana selâm ediyor ve savaşa gitmek için hazırladığın malzemeleri bana vermeni söylüyor, dedi. Bunun üzerine adam hanımına seslenerek:

–Hanım! Savaş için hazırladığım şeyleri bu delikanlıya ver; onlardan hiçbir şey alıkoyma. Allah hakkı için onlardan hiçbir şey bırakma ki, berekete nail olasın, dedi.[29]


1312. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Benî Lihyân üzerine asker gönderdi ve:

“İki erkekten biri cihada gitsin; elde edilecek sevap ikisi arasında ortaktır" buyurdu.[30]


* Her zaman genel seferberlik ilan edilmez, bazen de cihada gidebilecek kimselerin yarısına ihtiyaç duyulursa o cihadda kazanılacak sevap, gazaya gidenle geride kalan kimseyle müşterek olmuş oluyor.

Hayati bir zaruret ve tehlike olmadıkça bütün insanların cepheye gitmesi de gerekmez. Cepheye gitmeyenler kaldıkları memleketlerinde diğer görevleri yaptıkları takdirde cihada katılmış gibi sevap kazanırlar. [31]


1313. Berâ radıyallahu anh şöyle dedi:

Tepeden tırnağa silâhlı bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi ve:

–Yâ Resûlallah! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım? dedi. Resûl–i Ekrem:

–"Önce müslüman ol, sonra savaş" buyurdu. Bunun üzerine adam müslüman oldu, sonra savaştı ve neticede şehit oldu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

–"Az çalıştı, çok kazandı" buyurdu.[32]


* Bu hadis bilhassa bugünün müslümanı için çok büyük mesajlar yüklü, şimdi insanlar istikbalde hedefledikleri şeylere ulaşmak için tam gayret ve kuvvetlerini birleştirip çalışıyorlar ama esas yapılması gerekeni unutuyorlar. Önce müslüman olmalı, sonra İslamın Kur'an'ın emri ne ise onu yapmalı. Sıralamada yapılan hatadan dolayı insanlar kendi elleriyle kendilerini ateşe atıyorlar, hem bu dünyaları huzursuz, hem de öteki dünyaları perişan oluyor. Şimdilik bu işi yaparım, ileride işleri yoluna koyunca veya emekliye ayrılınca, iyi bir müslüman olurum diye müslüman olmak erteleniyor, belki de işler yoluna konulmadan ve emeklilik gerçekleşmeden ecel yakalayıveriyor ve iş tümden bitiyor. Allah korusun cümlemizi.[33]

1314. Enes radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister."


Bir rivayette: "Şehitliğin faziletini gördüğü için" denilir.[34]


1315. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şehidin kul borcu dışındaki bütün günahlarını Allah bağışlar."[35]


* Yani şehidlik kul borcu dışındaki tüm günahlara keffaret olmuş oluyor. Bu konuda 943 no'lu hadise ve 1371 nolu hadisin açıklamasına bakınız. [36]

1316. Ebû Katâde radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâb arasında ayağa kalktı ve "Allah yolunda cihad ve Allah'a iman etmek amellerin en faziletlisidir" diye hatırlattı. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp:

–Yâ Resûlallah! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma kefâret olur mu? diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:

–"Evet, şayet sen sabrederek, ecrini de sadece Allah'tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur" buyurdu. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

–"Nasıl demiştin?" diye sordu. Adam:

–Şayet ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarıma kefâret olur mu? diye sözünü tekrarladı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:

–"Evet, şayet sen sabrederek, ecrini sadece Allah'tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi" buyurdu.[37]


* Cepheden kaçmamak şartıyla Allah'ın dini olan İslam'ı diğer tüm dinlere ve hayat tarzlarına üstün gelsin için sabır ve metanetle kim savaşıp, gayret edip o gayret içerisinde de ölür veya öldürülürse o kimse gerçek manada şehid olur. Kul borçları haricindeki tüm günahları da Allah tarafından bağışlanır. Cihad geniş anlamıyla Allah'ın adını yüceltmek ve hak din olan İslamı bütün insanlığa ulaştırmak için yapılan tüm savaşlar, dini tebliğ faaliyetleri ve her türlü İslami çalışma ve gayreti de içine alır. Şehidlik alelade bir ölüm değildir. Dünyada ulaşılabilecek en büyük mertebedir. [38]

1317. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir adam:

–Yâ Resûlallah! Eğer Allah yolunda öldürülürsem ben nerede olacağım, dedi. Resûl–i Ekrem:

–"Cennette" diye cevap verdi. Bunun üzerine adam elinde bulunan hurmaları attı, sonra düşmanla savaştı ve neticede şehit düştü.[39]


1318. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı yola çıktı ve müşriklerden önce Bedir'e vardılar. Müşrikler de geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden hiçbiriniz, ben başında olmadıkça herhangi bir şey yapmasın". Sonra müşrikler yaklaştı; bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!" buyurdu. Enes der ki:

Ensardan Umeyr İbn Hümâm radıyallahu anh:

–Yâ Resûlallah! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi? diye sordu. Peygamberimiz:

–"Evet" buyurdu. Umeyr:

–Ne iyi, ne âlâ! dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

–"Niye öyle söyledin?" diye sordu. Umeyr:

–Allah'a yemin ederim ki, yâ Resûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım yok, dedi. Resûl–i Ekrem:

–"Şüphesiz sen cennetliksin" buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından bir kaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra:

–Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır, diyerek elindeki hurmaları attı, sonra şehit oluncaya kadar müşriklerle savaştı.[40]


* Hayırlı işlerde acele etmek gerekli zaman kaybetmeden o işi yapıp sevabına nail olmak ve hayrı gerçekleştirmek esastır. [41]

1319. Yine Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Birtakım kimseler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek, bize Kur'an'ı ve Sünnet'i öğretecek insanlar gönderseniz, dediler. Resûl–i Ekrem, içlerinde dayım Harâm'ın da bulunduğu, ensârdan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur'an okuyor, geceleri onu aralarında müzakere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyor, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onlara bu kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar (öldürülmeden önce):

–Allahım! Bizim haberimizi Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana kavuştuk ve senden razı olduk; sen de bizden razı oldun, dediler.

Bir adam, yaklaşıp Enes'in dayısı Harâm'a mızrağını sapladı, hatta vücudunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine Harâm:

–Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki, cenneti kazandım gitti, dedi. Bu olay üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Şüphesiz ki din kardeşleriniz öldürüldüler. Onlar hem de şöyle dediler: Allahım! Bizim haberimizi Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana kavuştuk ve senden razı olduk; sen de bizden razı oldun" buyurdu.[42]


* İslam Tarihinde Bi'ri Maune faciası diye bilinen bu olay H. 4. yılda olmuştur. Necidlilerden Beni Süleym kabilesi Ri'l, Zekvan, Usayye ve Beni Lihyan kolları ile birlikte gelip düşmanlarına karşı imdad ve Kur'an hadis öğretecek öğretmenler istemek üzere gelmişlerdi. Fakat yolda hepsi müşrikler tarafından şehid edildiler, bunların haberlerini de Cibril Peygamberimize bildirmiştir. Bu konuda geniş bilgi için İslam Tarihi kitapları Asrı Saadetten 1/270 ve Tecrid Tercemesi 3/240 sayfalarına bakılabilir. [43]

1320. Yine Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Amcam Enes İbni Nadr radıyallahu anh Bedir Savaşı'na katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple:

–Yâ Resûlallah! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Taâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı muhakkak Allah görür, dedi.

Uhud Savaşı'nda müslüman safları dağılınca, Enes İbni Nadr –arkadaşlarını kastederek–Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan ederim, dedi. –Müşrikleri kestederek de–, bunların yaptıklarından da uzak olduğumu arzederim, deyip ilerledi. Derken Sa'd İbni Muâz ile karşılaştı ve:

–Ey Sa'd İbni Muâz! İşte cennet. Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki, Uhud'un yakınlarından ben onun kokusunu alıyorum, dedi. Sa'd (bu olayı anlatırken):

–Ben onun yaptığını yapmaya güç yetiremedim, yâ Resûlallah! dedi. Hadisin ravisi Enes, amcasıyla ilgili olayı şöyle anlatır:

Amcamı şehit edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok izi vardı. Müşrikler ona müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu hiç kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıyabildi.

Enes, biz şu âyetin amcam ve onun gibiler hakkında inmiş olduğu görüşündeyiz, dedi:

"Mü'minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpışıp şehit düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar sözlerini asla değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 33/23)[44]


* Cesur ve yiğit sahabiler Allah yolunda şehid olabilme uğrunda çok büyük gayretler sarfetmişler, değişik savaşlarda şehid olamadıkları için bir sonraki savaşta şehid olmayı arzu ederek kahramanca savaşmaya and içerek böyle sözler söylemişlerdir. Cennetin kokusunu Uhud'da alıyorum diye şehidliğe koştuğunu anlatmıştır. Cihad saflarında nasıl çarpışılacağının örneğini vererek herkesin takdirini kazanarak seksenden fazla yara almıştır. Dolayısıyla müslüman kişi şehidlik, cihad vb. güzel şeyleri yapmayı vaad edebilir. Allah da böyle güzel şeyler vaadedenlerden razı olur ve onların isteklerini yerine getirir. Mü'mine de ma'ruf ve meşru yollarda verdiği sözü yerine getirmek yaraşır. [45]

1321. Semüre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve değerde idi. Sonra o iki kişi bana:

Bu eşsiz ev, şehitler sarayıdır, dedi."[46]


1322. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Ümmü Hârise İbni Sürâka diye bilinen Ümmü Rübeyyi' Binti Berâ, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi ve:

–Yâ Resûlallah! Bana Hârise'den haber verir misiniz? –Hârise Bedir Savaşı'nda şehit düşmüştü–. Eğer cennette ise sabredeceğim; böyle değilse ona ağlamaya çalışacağım, dedi. Peygamber Efendimiz:

–"Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz cennetin içinde cennetler vardır; senin oğlun bunların en yücesi olan Firdevs cennetindedir" buyurdu.[47]


1323. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Babamın müsle yapılmış cesedi getirilip Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in önüne konuldu. Yüzünü açmak üzere gittim, fakat oradaki topluluk bana engel oldu. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

"Melekler ara vermeksizin onu kanatlarıyla gölgelendiriyorlar" buyurdu.[48]


1324. Sehl İbni Huneyf radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah Taâlâ'dan bütün kalbiyle şehitlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah ona şehitlik mertebesine ulaştırır."[49]


* Ameller niyetlere göre değer bulur hadisine göre kişi iyi niyetlerine göre mutlaka bu dünyada veya öteki dünyada ecir alır, hiçbir ameli karşılıksız kalmaz. (Bu konuda 11 numaralı hadis okunursa konu daha iyi anlaşılır.) [50]

1325. Enes radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şehitliği gönülden arzu eden bir kimse, şehit olmasa bile sevabına nâil olur."[51]


1326. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar."[52]


1327. Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdüşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı ve:

"Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurdu. Resûl–i Ekrem sonra sözüne devamla şöyle dua etti:

"Ey Kur'an'ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah'ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl."[53]


1328. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İki dua reddolunmaz veya pek nadir reddolunur: Bunlar ezan okunurken yapılan dua ile savaş anında düşmanla boğaz boğaza gelindiği sırada yapılan duadır."[54]


* Duanın kabul edilebileceği yerler ve kimseler bu ve başka hadislerden öğrendiğimize göre şöyledir:


Kimseler
1. Darda ve sıkıntıda kalan
2. İnancı ne olursa olsun zulüm gören
3. Ana babanın çocuklarına
4. İmanlı ve adaletli devlet reisi
5. Salih insanlar
6. İftar açtığı esnada oruçlu kimse
7. Müslümanların birbirlerine haberleri yokken ettikleri dualar
8. Zulmetmeyen akraba ile bağını koparmayan kimse
9. Günahından tevbe eden kimse

Yerler
1. Kadir gecesi,
2. Kurban bayramı arifesi,
3. Ramazan ayı,
4. Cuma gecesi,
5. Cuma günü,
6. Cuma günü icabet saati,
7. Gecenin ortası,
8. Ezan okunduğu sırada,
9. Ezanla kamet arası,
10. Farz namazların sonunda,
11. Secde arasında,
12. Kur'an okunduğu esnada,
13. Zemzem suyu içilirken,
14. Allah'ın adının anıldığı mescidlerde.
15. Seher vakitlerinde[55]


1329. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gazâya çıktığı zaman şöyle dua ederdi:

"Allahümme ente adudî ve nasîrî, bike ehûlü ve bike esûlü ve bike ukâtilü Allah'ım! Benim dayanağım ve yardımcım sadece sensin. Senin sayende hareket ediyorum; senin yardımın sayesinde düşmana hücum ediyorum; senin verdiğin güç ve kuvvet sayesinde düşmanla savaşıyorum."[56]


1330. Ebû Mûsâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir topluluktan endişe duyduğu zaman şöyle dua ederdi:

"Allahümme innâ nec‘alüke fî nühûrihim ve ne‘ûzü bike min şürûrihim: Allahım! Senin korumanı onlara karşı siper ediniyoruz. Onların şerlerinden sana sığınıyoruz."[57]


1331. İbni Ömer radıyallahu anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kıyamet gününe kadar atların alınlarına hayır düğümlenmiştir."[58]


1332. Urve el–Bârikî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kıyamet gününe kadar atların alınlarına hayır, yani ecir ve ganimet düğümlenmiştir."[59]


1333. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim Allah'a gerçekten inanarak ve va'dine gönülden bağlanarak O'nun yolunda cihad etmek için at beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyamet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır."[60]


1334. Ebû Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir adam, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e yularlanmış bir deve getirdi ve:

– Bunu Allah yolunda bağışladım, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Bunun karşılığı olarak sana kıyamet gününde hepsi yularlanmış yedi yüz deve verilecektir" buyurdu.[61]


1335. Kendisine Ebû Suâd, Ebû Esed, Ebû Âmir, Ebû Amr, Ebü'l–Esved veya Ebû Abs de denilen, Ebû Hammâd Ukbe İbni Âmir el–Cühenî radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' i minberde:

"Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayınız. Dikkat ediniz! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır" buyururken işittim.[62]


1336. Yine Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yakında size bir çok yerlerin fethi nasip olacaktır. Allah size yeter. Sizden biriniz oklarıyla tâlim yapmaktan bıkıp usanmasın."[63]


1337. Yine Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim atıcılık öğrenir de sonra onu terkederse bizden değildir (veya muhakkak isyan etmiştir)."[64]


* Bu ve benzeri hadislerden öğrendiğimiz müslümanın savaş için "kuvvet" ve "atmak" tabirleriyle ifade edilen tüm savaş aletlerinin hazırlık safhası olan savaş eğitimi ve tatbikatını içine alır. Bu öğretilere göre müslüman her devrin şartlarına göre uygun silahları kullanmalı ve kullanmayı da unutmamaları gerekir. Bu dünya sulhu ve selameti için gereklidir. Müslümanların her devir ve her zamanda güçlü kuvvetli olmaları, bu hazırlıkları yapmaları, İslam düşmanlarının onlara karşı besledikleri kötü niyet ve düşünceleri önler ve onların kalplerine korku salar. (Bkz. Enfal: 8/60; Mümtahine: 60/1) Atıcılık, binicilik ve benzeri savaş becerilerini öğrendikten sonra unutmamak ve terketmemek gerekir. Bu dini ve dünyayı korumanın temel şartından biridir.[65]

1338. Yine Ebû Hammâd Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah Teâlâ bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüz çevirirse, Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terketmiş veya küfrân–ı nimet etmiş olur."[66]


1339. Seleme İbni Ekva‘ radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem atış müsabakası yapan bir topluluğa uğradı ve:

"Ey İsmâiloğulları! Atınız; çünkü babanız İsmâil de atıcı idi" buyurdu.[67]


1340. Amr İbni Abese radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun bu hareketi bir köleyi âzat etme sevabına denktir."[68]


* Malum, İslam'da yapılan iyiliklere verilen mükafat en az 10 katından başlayarak 700 ve yediyüzün katlarıyla otuzbine varacak kadar katmerli biçimde verilir. (Bkz. En’am: 6/160, Bakara: 2/261, Kadr: 97/3) [69]

1341. Ebû Yahyâ Hureym İbni Fâtik radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda malını harcayana, harcadığının yedi yüz misli ecir verilir."[70]


1342. Ebû Saîd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kul Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, bu oruç sebebiyle Cenâb–ı Hak onun yüzünü yetmiş senelik mesâfeden cehennem ateşinden uzaklaştırır."[71]


1343. Ebû Ümâme radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kimse Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Cenâb–ı Hak onunla cehennem arasında yerle gök genişliğinde bir hendek açar."[72]


1344. Ebû Hüreyre radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim gazâ etmeden ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan vefat ederse, bir tür nifak üzere ölür."[73]


* Gerçek müslüman cihadın her türlüsüne katılmalı, katılma imkanı bulamayanlar da kalb ve gönüllerinde bu niyeti taşımalılar. Cihada katılmaz ve bunu niyetinden geçirmeme münafıklık işidir. [74]

1345. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile bir gazvede beraberdik. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz Medine'de birtakım insanlar var ki, siz bir yolda yürür veya bir vadiyi geçerken sanki sizinle beraberdirler. Onları hastalık alıkoymuştur."[75]

Bir rivayette şöyledir: "Onları geçerli mazeretleri alıkoymuştur."[76]

Bir başka rivayette ise şöyledir: "Onlar sevapta size ortak olurlar."[77]


1346. Ebû Mûsâ radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem' in yanına bir bedevî geldi ve:

–Yâ Resûlallah! Bir adam ganimet için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye savaşıyor; bir diğeri de kahramanlıktaki yerini göstermek için savaşıyor.

Bir rivayete göre: Kahramanlık taslamak için ve ırkının üstünlüğünü göstermek için savaşıyor.

Bir başka rivayete göre: Gazabından dolayı savaşıyor! Şimdi kim Allah yolundadır? diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

–"Kim Allah'ın dini daha yüce olsun diye savaşırsa, sadece o Allah yolundadır" buyurdu.[78]


* Allah yolunda savaşıp şehid olan ancak bu üçüncü gruba dahil olan kimselerdir, değilse başka kimseler şehid olmazlar. Her dinin kendisine göre bir şehidi vardır, her hayat tarzı ve yaşam biçiminin de yine bir şehidi vardır. Devrim şehidi, basın şehidi gibi. Gerçek şehid kimdir konusunda kitabımızın 8 numaralı hadisi ve hükmen şehid olan 1354-1358 numaralı hadislere bakınız. [79]

1347. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:

"Cihada çıkan bir birlik veya seriyye savaşır, ganimet alır ve ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçde ikisini önceden peşinen almış olurlar. Bir birlik veya seriyye cihada çıkar, ganimet elde edemez, şehit olur veya yaralı dönerlerse onların ecirleri ahirette tam olarak verilir."[80]


1348. Ebû Ümâme radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, sahâbeden bir adam:

–Yâ Resûlallah! Seyahata çıkmam için bana izin ver, dedi. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

–"Şüphesiz ki ümmetimin seyahati Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihada çıkmaktır" buyurdu.[81]


* Bu sahabi kimse Osman ibni Maz'un'dur. Kendisi peygamberimize gelerek kendisini hadımlaştırmak için izin istemişti. Peygamberimiz buna müsaade etmeyip, ümmetimin şehvetini önleme yolunun oruç tutmak olduğunu bildirmiş, ruhbanlığın caiz olmadığını bildirip seyahat ve gezinti için izin isteyince de ümmetimin seyahatinin cihad olduğunu haber vermiştir. Ticaret, ilim öğrenmek, hastalığa çare aramak gibi faydalı seyahatlerin yanısıra gayesiz ve maksatsız zaman öldürmek haram ve yasakları işlemek için bulunduğu memleketten çıkmayı İslam seyahat olarak kabul etmez. Kendi memleketinden müslüman ancak cihad için çıkabilir. Bu davet, emr-i bi'l-ma'ruf nehyi ani'l-münker için olabilir. O zaman yapılan tüm seyahatler bir nevi cihad yapmış gibi sayılır. [82]

1349. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Gazve dönüşü de sevap açısından gazveye gidiş gibidir."[83]


* Cihadın her anı kişiye sevap kazandırır. Giderken de sevap kazanılır, dönüşte de aynı sevap kazanılır. Çünkü hepsi Allah'ın rızasını kazanmak için yapılmıştır. [84]

1350. Sâib İbni Yezîd radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi' nden dönünce, sahâbe–i kirâm kendisini karşılamaya çıkmıştı. Ben de Resûl–i Ekrem'i çocuklarla birlikte Seniyyetü'l–vedâ'da karşılamıştım.[85]

Buhârî'nin rivayeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' i karşılamak üzere çocuklarla birlikte Seniyyetü'l–vedâ'ya gittik.[86]


* Cihada gidenleri uğurlamak ve cihaddan dönenleri ise karşılamak İslami adetlerden biridir ve sünnettir. Kıyamete kadar bu gaye ile gidenler şehid olmaları için uğurlanır, dönüşte de gazi olarak karşılanırlar. [87]

1351. Ebû Ümâme radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihada çıkan gazinin aile fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyamet gününden önce büyük bir belâya uğratır."[88]


* Allah'ın dinine yardım hususunda hiçbir ideal taşımayan ve her türlü hayırlardan yani cihada çıkmamak, çıkana yardımcı olmamak, cihada çıkanın arkada kalan aile fertlerine destek olmamak, arka çıkmamak gibi faaliyetlerden mahrum kalırsa, her türlü sevap ve korunmadan mahrum kalıyor demektir. Bu tip kimseler bela ve musibetlere uğrarlar. Allah yolunda cihaddan ve cihada yönelik geri hizmetten yüz çeviren kimse ve toplumlar her türlü bela ve musibeti hak etmiş olurlar. [89]

1352. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz."[90]


* Cihadın ana esaslarıyla ilgili genel talimat niteliği taşımaktadır. "Dil ile Cihad" demek, mücahidleri cihaddan önce ve cihad esnasında düşmanla savaşa teşvik edici, onların cesaret ve şecaatlarını coşturucu vasıfta sözler söyleyip, şiir ve makaleler yazarak faaliyet göstermek, cihadın bir parçası sayılır. Kafir ve müşriklerin kınanması, tehdid ve kötü akibetlerinin ortaya konulması, sapıklık ve batıl yolda olmalarının ortaya konulması ve morallerinin bozulması da dil ile cihadın bir çeşididir. Cihadın her çeşidinin toplumda canlı tutulması bir vazifedir. Bu konuda cihad ayetleri olan (Bakara: 2/218, Al-i İmran: 3/142, Maide: 5/54, Enfal: 8/72, 74, Tevbe: 9/20, 41, 88, Hucurat: 49/15, Saff: 61/11)'e bakınız. [91]

1353. Ebû Hakîm de denilen Ebû Amr Nu'mân İbni Mukarrin radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir arada bulundum. Gündüzün evvelinde harbe başlamadığı zaman, savaşı güneşin öğleden sonra batı tarafa yöneldiği, rüzgârların esip ilâhî yardımın ineceği vakte kadar ertelerdi.[92]


* Rasûlullah'ın savaşlardaki uygulamaları yani savaş taktiği ashab tarafından dikkatle takip edilmiş ve bu zamanlamaya çok dikkat ettiği tesbit edilmiştir. İnsanların akıl, idrak ve her türlü güçlerini kullandıkları zamanların en zayıfı olan vakitlerde savaşa başlardı, savaş stratejisi açısından bu husus üzerinde durulmaya değerdir. Çünkü insanların yorgun, bitkin ve bıkkın oldukları anlar cihadın neticesine doğrudan tesir eder. Havanın serinlemesi ve rüzgarın esmesi, Allah'ın yardımının bir eseridir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem harp siyasetini ve stratejisini en iyi bilendi.[93]

1354. Ebû Hüreyre radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Karşılaştığınız zaman da sabır ve sebat gösteriniz."[94]


* Savaş istenmez ama savaşla karşılaşınca da sabır ve sebat gösterilir, savaştan kaçılmaz. İslam dini savaşı istemeyi emretmez, fakat herhangi bir sebeple savaş çıkarsa müslümanlar o savaşa katılmak, savaşta sabır ve dirençli olmak durumundadırlar. [95]

1355. Ebû Hüreyre ve Câbir radıyallahu anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Harp hileden ibarettir."[96]


* Aldatmak, hile yapmak, kalbinde gizlediği niyeti açığa vurmak gibi anlamlara gelen hud'a kelimesine göre müslümanlar harb esnasında nasıl imkan bulurlarsa o şekilde hile yaparak harbi kazanmaya çalışırlar, yalanın söylenebileceği üç yerden birisi de savaştır. (Bkz. 1548 no'lu hadis) İslam ordusunun sayısını gizlemek, azı çok göstermek gibi harb taktiği çeşidinden herşeyi müslümanlar yapabilir, sulh halindeki şartlar savaşta beklenemez. Düşmanı yanıltmak için her türlü hileye başvurulabilir. [97]
sadakat.net/riyazus-salihin- 234) Cihadın Fazileti

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 373.
[2] Buhârî, Îmân 18, Hac 4, Tevhîd 47; Müslim, Îmân 135. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 22; Nesâî, Hac 4, Cihâd 17.
314 ve 1274’de geçmişti.
[3] Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137–139. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51.
[4] Buhârî, Itk 2, Keffârât 6; Müslim, Îmân 136. Ayrıca bk. İbni Mâce, Itk 4.
[5] Buhârî, Cihâd 5, Rikâk 2; Müslim, İmâre 112–115. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 17, 26; Nesâî, Cihâd 11, 12.
[6] Buhârî, Cihâd 2, Rikâk 34; Müslim, İmâre 122–123. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 5; Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 24; Nesâî, Cihâd 7; İbni Mâce, Fiten 13.
598’de geçmişti.
[7] Buhârî, Cihâd 6, 73, Bed'ü'l–halk 8, Rikâk 2; Müslim, İmâre 113–114. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 17, 25, Tefsîru sûre (3) 22; İbni Mâce, Zühd 39.
[8] Müslim, İmâre 163. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 2; Nesâî, Cihâd 39; İbni Mâce, Cihâd 7.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 375.
[10] Ebû Dâvûd, Cihâd 15; Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 2.
[11] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 26. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 39.
[12] Müslim, İmâre 103. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 7(Hadisin kısa bir bölümü); Nesâî, Îmân 24.
[13] Buhârî, Cihâd 10, Zebâih 31; Müslim, İmâre 105. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 21; Nesâî, Cihâd 27.
[14] Ebû Dâvûd, Cihâd 40; Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 21. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 25.
[15] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 17.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 377.
[17] Buhârî, Cihâd 1; Müslim, İmâre 110. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 1; Nesâî, Cihâd 17.
[18] Buhârî, Cihâd 1.
[19] Müslim, İmâre 125. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 13.
601’de geçmişti.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 378.
[21] Buhârî, Cihâd 4, Tevhîd 22. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18.
[22] Müslim, İmâre 116. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18.
[23] Müslim, İmâre 146. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 23.
[24] Buhârî, Cihâd 16. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 7; Nesâî, Cihâd 9.
[25] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 8. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 8; Nesâî, Cihâd 8.
[26] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 12.
[27] Buhârî, Cihâd 38; Müslim, İmâre 135–136. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 20; Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 6; Nesâî, Cihâd 44.
179'da geçmişti.
[28] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 5.
[29] Müslim, İmâre 134.
178'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[30] Müslim, İmâre 137.
180'de geçmişti
[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 379.
[32] Buhârî, Cihâd 13; Müslim, İmâre 144
[33] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 380.
[34] Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre 109. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 13, 25.
[35] Müslim, İmâre 119.
[36] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 380.
[37] Müslim, İmâre 117. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 32.
219'da geçmişti.
[38] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 380.
[39] Müslim, İmâre 143 . Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî 17; Nesâî, Cihâd 31.
[40] Müslim, İmâre 145. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 137.
[41] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 381.
[42] Buhârî, Cihâd 9, Meğâzî 28; Müslim, İmâre 147.
[43] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 381.
[44] Buhârî, Cihâd 12; Müslim, İmâre 148. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîr 34.
[45] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 382.
[46] Buhârî, Cihâd 4, Cenâiz 93.
[47] Buhârî, Cihâd 14. Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî 9, Rikâk 51; Tirmizî, Tefsîru sûre(23).
[48] Buhârî, Cenâiz 3, 35, Cihâd 20, Meğâzî 26; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 129–130. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 12, 13.
[49] Müslim, İmâre 157. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 36; İbni Mâce, Cihâd 15.
Bu hadis 57 numarada geçmişti.
[50] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 383.
[51] Müslim, İmâre 156.
[52] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 26. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 35; İbni Mâce, Cihâd 16.
[53] Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 89.
Bu hadis önceden 53 numarada geçmişti, 1352 numarada tekrar gelecektir. Bkz. Enfal: 8/45-47 ayeti.
[54] Ebû Dâvûd, Cihâd 39.
[55] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 383-384.
[56] Ebû Dâvûd, Cihâd 90; Tirmizî, Da'avât 121.
[57] Ebû Dâvûd, Vitir 30.
981'de geçmişti.
[58] Buhârî, Cihâd 43, Menâkıb 28; Müslim, İmâre 96–99, Zekât 25. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 41; İbni Mâce, Cihâd 14, Ticârât 29.
[59] 1331 numaralı hadisin kaynaklarına bk.
[60] Buhârî, Cihâd 45. Ayrıca bk. Nesâî, Hayl 11.
[61] Müslim, İmâre 132. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 46.
[62] Müslim, İmâre 167. Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Tirmizî, Tefsîru sûre(8) 5; İbni Mâce, Cihâd 19.
[63] Müslim, İmâre 168. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 157.
[64] Müslim, İmâre 169. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Nesâî, Hayl 8; İbni Mâce, Cihâd 19.
[65] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 384.
[66] Ebû Dâvûd, Cihâd 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 11; Nesâî, Hayl 8.
[67] Buhârî, Cihâd 78, Enbiyâ 12, Menâkıb 4. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 19.
[68] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 11; Ebû Dâvûd, Itk 14. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 26; İbni Mâce, Cihâd 19
[69] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 385.
[70] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 4. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 45.
[71] Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167–168. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 3; Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 3; Nesâî, Sıyâm 44; İbni Mâce, Sıyâm 34.
1219'da geçmişti.
[72] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 3.
[73] Müslim, İmâre 158. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 18; Nesâî, Cihâd 2.
[74] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 386.
[75] Müslim, İmâre 159. Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî 81; Ebû Dâvûd, Cihâd 19; İbni Mâce, Cihâd 6.
Bu hadis 4 numarada geçmiş, orada açıklama yapılmıştı.
[76] Buhârî, Cihâd 35.
[77] Müslim, İmâre 159. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 6.
[78] Buhârî, Cihâd 15; Müslim, İmâre 149–151. Ayrıca bk. Buhârî, İlm 45, Humus 10, Tevhîd 28; Ebû Dâvûd, Cihâd 24; Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 16; Nesâî, Cihâd 21; İbni Mâce, Cihâd 13.
[79] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 386.
[80] Müslim, İmâre 154. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 12; Nesâî, Cihâd 15; İbni Mâce, Cihâd 13.
[81] Ebû Dâvûd, Cihâd 6.
[82] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 387.
[83] Ebû Dâvûd, Cihâd 7. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 174.
[84] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 387.
[85] Ebû Dâvûd, Cihâd 176. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 38.
[86] Buhârî, Cihâd 196.
[87] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 387.
[88] Ebû Dâvûd, Cihâd 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 5.
[89] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 387.
[90] Ebû Dâvûd, Cihâd 18. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 2, 48.
[91] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 387-388.
[92] Ebû Dâvûd, Cihâd 111; Tirmizî, Siyer 46. Ayrıca bk. Buhârî, Cizye 1.
[93] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 388.
[94] Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 89.
Bu hadis 53 numarada ve 1325 numarada geçmişti.
[95] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 388.
[96] Buhârî, Cihâd 157, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Cihâd 17, 18. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihâd 5; İbni Mâce, Cihâd 28.
[97] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 388.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR