19 Temmuz 2016 Salı

SADAKA RESULULLAH(Allah Resûlu aleyhisselam doğru söyledi)

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: 
"Size, kendilerine sımsıkı yapıştığınız zaman, asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Resûlü'nün Sünneti." -Suyûtî, Camiu's-Sağîr, hadis no: 3282;

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu âlemden ayrılırken bize iki şey bıraktı. Biri Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim, diğeri de Kur'an'ı açıklayan hadisler yani O'na ait söz ve davranışlardır.

"Hadisler ve Sünnet" olmasa İslam'ın sadece hukuki yönü değil, ahlakî ve imanî yönü de anlaşılmamış olur ve Kur'an-ı Kerim'deki genel hükümler herkesin farklı anlayacağı göreceli talimatlar haline gelir. Din herkesin elinde farklı bir şekle dönüşür. 

"... Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yola iletiyorsun."- Şura Suresi, 52.ayet -

Ayette buyurulduğu üzere "doğru yola iletme" işi Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme isnad edilmiştir. Bu da gösteriyor ki Resûlullah'ın söz ve fiillerinin İslâm şeriatında önemli bir yeri vardır. Şayet Resûlullah'ın sözü dinlenmeyecek ve fiilleri işlenmeyecek olursa, onun insanlara doğru yolu göstermesi gerçekleşmiş olmazdı.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin görevi; Kur’an’ı insanlara getirmekle sınırlı değildir; aksine Kur’an-ı Kerim'i açıklamış ve fiilen uygulayarak ümmeti için canlı bir örnek olmuştur: 

“Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik.”  -İbrahim Suresi, 4.ayet-

 “Hadisler Kur’an’ın tefsiridir.”

Sahabe Efendilerimiz, hadis-i şerifleri Kur’an'ı anlamanın kaynağı olarak görmüşler ve bir kısım farzlar ve genel kaidelerin detayını ancak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin açıklamasıyla uygulayabilmişlerdir.

 Allah Teâlâ; "Ey iman edenler! Oruç size farz kılındı..."-Bakara Suresi, 184.ayet"Namazı kılın, zekatı verin..."-Bakara Suresi, 43.ayet"Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin..."-Maide Suresi, 1.ayet- buyuruyor. Allah Teâlâ bunların nasıl yapılacağını öğretmeyi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme bırakmıştır.


 Bu da gösteriyor ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Sünnet'i olmadan bu emirlerin nasıl yapılacağını bilmek mümkün değildir.

 Nitekim Allah Teâlâ:"... Sana da Kur'an'ı indirdik ki, insanlara vahyedilenleri açıklayasın..."-Nahl Suresi, 44.ayet - buyurmuştur.

“Sünnet İkinci Kaynağımızdır”

Kur’an-ı Kerim'de ikinci bir kaynak olarak devamlı şekilde Peygamberimiz sallallahu Aleyhi ve selleme  işaret eder: 

"Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki, Allah azabı pek şiddetli olandır. "-Haşr Suresi,7.ayet- 

İbn Mesud, bu ayeti "umum ifade eden bir ayet" olarak genel anlamda tefsir etmiştir. Ve Resûlullah'ın buyurduğu veya yasakladığı her şeyin ayetle zikredilmiş gibi hüküm ifade edeceğini söylemiştir.

Bir gün Abdullah bin Mesud: "Allah Teâlâ dövme yapan, dövme yaptıran, tüylerini alan, güzellik için dişlerinin arasını törpületen ve Allah'ın yaratma şeklini değiştiren kadınlara lanet eder" demiştir. Onun bu sözü, Esedoğullarından Ummu Yakub isimli Kur'an'ı çok iyi okuyan ve anlayan bir kadına ulaşmış kadın da İbn Mesud'a gelerek: "İşittiğime göre sen şöyle ve şöyle olan kadınlara lanet okumuşsun." demiştir. Abdullah bin Mesud da o kadına şu cevabı vermiştir:
"Niçin ben, Resûlullah tarafından lanetlenen ve Allah'ın Kitabı’nda da hükmü bulunan kimseleri lanetlemeyeyim?" Kadın: "Ben Kur'an'ın iki kapağının arasında bulunan bütün ayetleri okudum. Böyle bir lanetleme bulamadım." demiş, Abdullah bin Mesud da "Eğer okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen Allah Teâlâ'nın "Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının!" ayetini okudun mu?” diye sormuş, kadın: "Evet, okudum." demiştir. Bunun üzerine Abdullah: "Kadınların bunları yapmalarını Resûlullah yasaklamıştır."
 demiştir.
-Buhari, Libas,  82,84,85,87;Müslim, 2125-

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Muaz bin Cebel radıyallahu anhı Yemen'e gönderdiğinde aralarında geçen bu karşılıklı konuşmada kendisi de Sünnet'ine dikkat çekerek, Sünnet'in ikinci kaynak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Muaz bin Cebel radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile aralarında şu konuşmanın geçtiğini rivayet eder:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:- "Bir mesele ile karşılaştığında ne yaparsın?" buyurdu.

Muaz:- 'Allah'ın Kitabı’nda olanlarla hüküm veririm." dedi.

Resûlullah:- "Şayet Allah'ın Kitabında bulunmazsa?"

Muaz:- "Allah Resûlü’nün Sünneti ile.." Resûlullah:- "Allah'ın Resûlü’nün Sünneti’nde de bulunmazsa?"

Muaz:- "Görüşümle ictihad ederim. Elimden gelen gayreti harcamadan geri kalmam."

Muaz der ki: Resûlullah göğsüme vurdu ve şunları söyledi: "Allah'ın Peygamberinin elçisini Allah ve Resûlü'nün razı olacağı şeylere muvaffak kılan Allah'a hamd olsun."
-Ebû Dâvûd, 3592; Tirmizî, 1327

 “Aşama Aşama Hadisler”

1- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yirmi üç yıllık nübüvveti süresince sürekli kendisine inen Kur’an ayetlerini ve o ayetleri açıklayacak nitelikteki hadisleri (ona ait sözleri) ashabına söylediği sabittir. Yirmi üç yıllık sürenin ardından büyük bir Kur’an ve Sünnet birikimi oluşmuştur.

2- Bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, kendisine inen ayetleri ‘vahiy kâtipleri’ olarak bilinen sahabiler aracılığı ile yazdırdığı da bilinen bir gerçektir. Ancak hadisler için yani Kur’an dışında Peygamber aleyhisselama ait sözler için ilk etapta bizzat kendisi hadislerin yazılmamasını emretmiştir.

3- Kur’an ayetlerinin yazılması, hadislerin ise yazılmaması daha sonraki dönemlerde Kur’an’ın tek bir kelimesine bile zarar gelmeden saklanmasını, hadislerin ise korunabildiği kadarıyla bir sonraki kuşağa intikal etmesini doğurmuştur.

4-Hadisler de ise şöyle bir süreç vardır:Peygamber aleyhisselam ilk önce ashabın hadisleri yazmasını yasaklamıştı.

Bir görüşe göre yasaklama; hadisin Kur'an'a karışmasından korkulduğu zaman için söz konusu idi. Bu husustan emin olununca hadis yazmaya izin verildi.
Bir diğer görüşe göre hadisin aynı sahifede Kur'an'ı Kerim ile birlikte yazılması yasaklanmıştır. Maksat birbirlerine karışmamalarıdır. Böylelikle aynı sahifede her ikisini okuyanın şüpheye düşmesi önlenmek istenmiştir.

 Daha sonra Peygamber aleyhisselam hadislerinin yazılmasına izin verdiğini söyledi.

Hadislerin yazılmasına ruhsat veren, yazıldığını gösteren rivayetler çoktur. Bunlardan biri, yazdığı hadisler, kitap halinde sonraki nesillere intikal eden Abdullah İbni Amr radıyallahu anha aittir. Der ki:
“Ben Peygamber aleyhisselatu vesselamdan işittiğim şeyleri, ezberlemek arzusuyla yazıyordum. Kureyş beni menederek: 'Sen Resûlullah aleyhisselatu vesselamdan her duyduğunu yazıyorsun, hâlbuki Resûlullah aleyhisselatu vesselam bir insandır, öfke ve rıza, her iki hâlde de konuşur.' dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Ancak durumu da Peygamber aleyhisselatu vesselama arz ettim. Resûlullah aleyhisselatu vesselam parmağıyla mübarek ağızlarına işaret buyurarak:

'Yaz, Nefsimi elinde tutan Allah'a kasem ederim, buradan haktan başka bir şey çıkmaz.' dedi."-Ebu Davud,İlm,3-

Şu ayet-i kerime de aynı mealdedir:

O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez. 
-Necm Suresi 3 ve 4. ayetler-

Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhın sistemli şekilde hadis yazdığını teyid eden bir rivayet de Ebu Hureyre radıyallahu anha aittir. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle buyurur:
"Peygamber aleyhisselatu vesselamdan çok hadis (bilmede) Abdullah İbni Amr hariç, bana yetişen yoktur. O, beni geçer, zira o yazardı, ben ise yazmazdım."-Buhari,113-

"Benden hadis bildirin. Ama bana yalan isnat eden Cehenneme hazırlansın." 
-Müslim,7435-72/2; Tirmizi,2665-

"Burada olanlar, olmayanlara sözlerimi tebliği etsin, duyursun."
-Buhari,1741,4406-

Hadislerin yazılması hususunda ruhsat ifade eden rivayetler bundan ibaret değildir. Hafızasından şikâyet edenlere Resûlullah aleyhisselatu vesselamın:"Sağ elinizi yardıma çağırın.", "İlmi yazı ile bağlayın." gibi tavsiyeleri, bazı konuşmaların yazılı metnini isteyenlere yazılı verilmesi (Ebu Şâh'ın olayı-Buhari 112'de geçer), hepsi de hadisten ibaret olan uzunluğu birkaç satırdan birkaç sayfaya ulaşan ve sayısı üç yüzü bulan pek çok "mektup -yazılı vesika"ların varlığı Peygamber aleyhisselatu vesselamın, hadislerin yazılması hususundaki ruhsatına yeterli delillerdir. Sadece mektuplar değerlendirilse bile Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselamın Kur'an'dan başka bir şeyin yazılmasına sistematik, ısrarlı bir muhalefette bulunmadığı, tam tersine, medenî hayatta yazının geniş çapta kullanılmasına büyük ehemmiyet verdiği anlaşılır.

5. Ashabı Kiram, hadisleri ezberlediler. Peygamber aleyhisselamdan duydukları tek bir hadisi öğretmek için yollara düştüler. Binlerce sahabi, bildiği hadisi on binlerce insana ulaştırdı. Bu ikinci nesil yani tabiin nesli, sahabiden öğrendikleri hadisleri ve onun paralelinde Kur’an’ı iyice hıfzettiler. Fakat bu nesilde de ciddi bir hadisleri Kur’an gibi yazma, kitaplaştırma hamlesi olmadı. Tek tük denecek gelişmeler oldu.

6. Hadislerin sadece dilden dile aktarılarak taşınması mü’minlerin endişelenmelerine neden oldu. Birinci sorun, hadis bilenlerden birinin ölmesi veya ihtiyarlaması bir kaynağın kaybolması sonucunu doğurdu. İkinci sorun da hadislerin yazılı bir belge hâline getirilmemiş olmasının tabi sonucu olarak ‘bu hadistir’ diyerek, hadis olmayan sözleri hadis gibi uyduran iyi niyetli veya kötü niyetli kimselerin yaptığı işler ortaya çıktı. Böylece uydurma hadis faciası korkuttu. Bunun yanında da, herhangi bir kasıt olmadan bir hadisin yanlış aktarılması ihtimali de sıkıntı veriyordu.

7. Müslümanların elindeki HADİS HAZİNESİ, Peygamber aleyhisselamın vefatından bir asır sonra ‘kaybolma ve içine hadis olmayanın karıştırılması’ tehlikesi ile karşı karşıya kalmış oldu. Kur’an için ise böyle bir tehlike yoktu. Çünkü Kur’an bir yandan yazılı nüshaları ile korunuyor bir yandan da Müslümanların büyük bölümü tarafından harflerine bile sadık kalınarak ezberleniyordu. Kimsenin bir harf ilave veya eksiltme yapamayacağı muazzam bir koruma altında idi.

8. Birinci asrın sonunda Raşid Halife Ömer bin Abdülaziz’in gayreti ile ilk HADİSLERİ YAZIP KORUMA ALTINA ALMA hamlesi başladı.

Ömer İbni Abdülaziz Medine valisi Ebu Bekr İbnu Hazm'a gönderdiği mektupta şöyle demiştir:

“Beldende Peygamber aleyhisselatu vesselamla ilgili rivayetleri araştır, topla ve yaz. Ben ilmin (hadislerin) yok olmasından ve âlimlerin tükenmesinden korkuyorum. Bu iş yapılırken sâdece Resûlullah aleyhisselatu vesselamın sünneti kabul edilsin. Âlimler mescid gibi herkese açık ve malum yerlerde oturup tedrisatta bulunarak ilmi yaysınlar, bilmeyenlere öğretsinler. Zira ilim gizli kalmadıkça yok olmaz.''
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/113-115.)

 Bu tarihten önce de tek tük yazan bulundu ise de ilk defa yazma girişimi devlet eliyle başlatılmış oldu. Ömer bin Abdülaziz, bu işin sonunu göremeden vefat etti ama İslam topraklarında bir HADİSLERİ YAZMA SEFERBERLİĞİ başlamış oldu. On binlerce ilim mücahidi mü’min, üç asra yakın bir zaman adeta bütün dünyayı bir medreseye çevirdi. Binlerce kilometrelik yollar defalarca kat edildi. Buhara’dan Yemen’e, oradaki yirmi hadisi bilen birinden o bildiği hadisleri öğrenmek için insanlar, binekli bineksiz, aç tok seferlere çıktılar. Bilen bildiğini öğretti, bilmeyen bilmediğini öğrendi. İnsanlık tarih yazdığından beri bugüne kadar öyle bir ilim hamlesi gerçekleştirememiştir. Binlerce kitap çıktı ortaya. Bu kitaplarda on binlerce PEYGAMBERE İZAFE EDİLMİŞ HADİSLER yazılıydı. Hadisler kaybolmasın diye endişe edilirken, bir hadis kütüphanesi kurulmuş oldu.

9. Hicretin üçüncü asrından itibaren ise, Peygamber aleyhisselama aittir denerek kitaplara yazılan bu hadislerin hangisinin ne oranda gerçek olduğunun irdelenmesi ihtiyacı belirdi. Bu sefer de hadisler üzerinde, Peygamber aleyhisselama ait olup olmama oranına göre bir değerlendirme hamlesi başlamış oldu. Âlimlerin bir kısmı hadis derlemeye çalışırken bir kısmı da derlenenlerin niteliğini araştırmaya koyuldu. Râviden, hadisi kimden duyduğunu, ona öğretenin kimden duyduğunu belgelemesi istendi. Hadis ilmiyle meşgul olanların yaşayışları, dindarlık ve dürüstlükleri, bidatle ilgilerinin bulunup bulunmadığı, özellikle yalan söyleyip söylemedikleri, hafızalarının zayıf olup olmadığı en ince ayrıntılarına kadar araştırıldı.

10. Muhaddisler, ilk asırlardan itibaren hadislerin korunması için ömür harcamış ve “isnad” ilmi sayesinde hadislerin “sahih”ini, “zayıf”ını, “mevzû”sunu ayırmışlardır.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hadisleri kayıt altına alınırken bu Ümmet'e mahsus bu sistem de ilk defa ilim dünyasına kazandırılmıştır. Bir söz, son nakledeninden itibaren Peygamber aleyhisselama ulaşıncaya kadar kimin kime söylediği belgelenecek şekilde kayıt altına alınmış, bu sisteme de “isnad”-hadis senedi-adı verilmiştir. Kimin kimden duyduğu, isimler olarak belirlendikten sonra asırlar süren muhteşem bir çalışmayla da hadisleri birbirlerine nakledenlerin üzerinde biyografi çalışması yapılmıştır. Her birinin ilmî birikimi, aralarındaki buluşma şekli ve süreci incelenmiş, neticede bu kişiler arasındaki bilgi alışverişinin mümkün olup olmadığı, nerede ve ne zaman olduğuna varıncaya kadar büyük bir inceleme sonuçlandırılmıştır. 

Abdullah b. Mübarek 
(radıyallahu anh); “İsnad dindendir. Şayet isnad olmasaydı dileyen dilediğini söylerdi” demiştir.-Müslim.Mukaddime,bap 5,I-.

Ancak, hadisi ilk rivayet eden sahabi için bir araştırma yapılmaz. Çünkü sahabinin sözü muteberdir. Diğer isimler içinse tam bir araştırma yapılmıştır. "Rical Kitabı" adı verilen bu biyografilerin bulunduğu kitaplara müracaat edildiğinde, bu isimlerin her biri için uzun uzun bilgiler yazıldığı görülecektir.

 11. Neticede hadis ilminde sivrilmiş bazı âlimler, oluşturdukları kıstaslarla rivayet edilen hadisleri toplayıp kitaplaştırdılar. Yüzlerce hadis âlimi, yazılan kitaplar üzerinde çalıştı. Yapılan çalışmalar onlarca yıl sürdü. Eldeki kitapların sağlamlığı hakkında ciddi kanaatler oluştu. Ümmet'in ortak kanaati olarak güvenilirlik sıralamasına göre şu kitaplar sahiplenildi:

*Buharî'nin Sahih'i
*Müslim'in Sahih'i
*Ebu Davud'un es-Sünen'i
*Tirmizî'nin es-Sünen'i
*Nesaî'nin es-Sünen'i
*İbni Mâce'nin es-Sünen'i

 Bu listeye ALTI KAYNAK anlamına KÜTÜBİ SİTTE adı verildi. Bunların dışındaki eserler ise dışlanmış olmadı ama ileriki zamanda araştırılmaya devam edilmesi gereken eserler olarak görüldü. Bu altı kaynağın içinden ikisi BUHARİ ve MÜSLİM en öne çıkan kaynaklar oldu.

12.Buharî ve Müslim’deki hadislerin TAMAMININ sahih olduğu kabul edildi. Hadisin sahih olması ise, Peygamber aleyhisselama ait olduğunda tereddüt bulunmaması anlamına kullanılan bir kavram olarak ortaya çıktı. Peygamber aleyhisselama ait olduğunda şüphe bulunulan hadislere ise ZAYIF hadis dendi. Hiçbir şekilde Peygamber aleyhisselama ait olmayacağı kararı verilene ise MEVZU dendi.

13.Bugün elimizde bulunan hadisler satır satır incelenerek her biri hakkında hükümler verilmiştir.
Bir hadisin SAHİH olması, onu okuyan Müslüman'ın önünde itiraz edilemez bir bilginin bulunması anlamına gelmektedir. Acaba denemeyecek bir bilgi olarak sahih hadisle her konuda uygulama yapılır. Eğer hadisin anlaşılmasında bir sıkıntı varsa-ki bu tabii bir durumdur, zira hadisler nihayetinde Peygamber aleyhisselamın ilmini ve ona gelen vahyi yansıtmaktadır- o takdirde hadisleri açıklayan HADİS ŞERHİ kitaplarına müracaat edilir.
O şerh de şerh edenin itikadını, ilmi birikimini yansıtmaktadır.

14.Hadis, hadis ulemasının ZAYIF gördüğü bir hadis ise o hadisle itikat ve muamelat konularında amel edilmez. Çünkü zayıf hadis, yüzde yüz seviyesinde bir katiyet göstermez. Peygamber aleyhisselama izafe edilen bir sözle de "inanmak, muamele yapmak ağır bir sorumluluk getirmektedir. Bu tür zayıf hadislerle, ahlaki konularda, zühde ait meselelerde ve bireyselliği geçmeyen fezail konularında amel edilebilir. Bir zayıf hadisin hadis kitaplarında bulunması onu belge olarak göstermeye yeterli değildir. Buharî ve Müslim'in dışında hiçbir kitap, zayıf hadis bulundurmama garantisi taşımaz. Bunun için hadisleri, hadis ehlinin yorumlarıyla aktaran kitaplardan okumak en doğru olanıdır.

15. MEVZU olduğu tespit edilmiş bir sözün içeriği ne denli güzel olursa olsun o, Peygamber Aleyhisselam'a ait bir söz niteliği taşımaz ve asla onunla dinî bir hüküm çıkarılamaz. Ulema o tür sözlerin mücerret nakledilmesini bile hoş karşılamamıştır.

16. Hadis kitaplarının bütün dinî konuları ihtiva edecek ağırlıkta olduğu muhakkaktır. Mesleği din ilimlerinde ihtisaslaşma olmayanların, o konu yoğunluğunda istifade edecek şeyleri gözden kaçırmaları, hatta iyi niyetle de olsa hataya düşme ihtimali vardır. Herkesin okuyabileceği düzeyde yazılmış "Riyazü’s Salihin" adlı kitap bu açıdan yararlı bir kitaptır. "Riyazü’s Salihin"de 1900 hadis vardır. Bu kitabın iki yılda hatmedilecek şekilde ailece okunması kesinlikle tavsiye edilir. Bir evde hadis okumak, o evde Peygamber aleyhisselamı konuşturmaktır. O'nu görmeden, sahabilerin yaşadığı hazzı yaşamaktır.

Rıhle-ilim yolculukları

Sahâbe Efendilerimiz İslâm’ın hükümlerini Allah Resûlü’nden öğrenip kabilelerine tebliğ etmek için meşakkatli ilim yolculukları yapmıştır. 

Cabir bin Abdillah, Abdullah bin Üneys radıyallahu anhumadan tek bir hadis almak için bir aylık mesafeyi kat etmiştir. -Sahih-i Buhari, İlim, 19-

Cabir bu durumun arka planıyla alakalı şöyle demektedir: “Allah Resûlü’nün ashabından birinin -ilgili olduğum- bir hadisi bildiği haberi bana ulaşınca hemen deve satın alıp yol hazırlığına koyuldum. Bir aylık seyahatten sonra Şam’a vardım. O sahâbenin Abdullah bin Üneys olduğunu öğrenince (evine gidip) kapıcısına: Abdullah’a “Cabir’in kapıda olduğunu iletmesini” söyledim. O, Abdullah’ın oğlu Cabir mi diye (sordurunca) “evet” dedim. Bunun üzerine kapıya gelip boynuma sarıldı. Kendisine: ‘Bir hadis var ki onu senin Allah Resûlü’nden işittiğin haberi bana geldi. Onu dinlemeden ikimizden birinin öleceğinden korktum, bu yüzden geldim, dedim.-Abdulfettah Ebû Ğudde, Sâfâhât min Sabri’l-Ulema, Beyrut, 1997, Sh: 44-

Ebû Eyyüb radıyallahu anh Mısır’da ikamet eden Ukbe bin Amir radıyallahu anha Allah Resûlü’nden duyduğu bir hadisi sormak için gittiğinde ilk olarak Mısır emiri Mesleme bin Muhalled radıyallahu anhın evine uğrar, Ukbe’ye Ebu Eyyüb’un geldiği haber verilince aceleyle çıkıp (eve varır) onunla kucaklaşır. Daha sonra: “Seni buraya kadar getiren sebep nedir?” diye sorar. Ebû Eyyüb: “Allah Resûlü’nden dinlediğim, yeryüzünde ikimizden başka işiten kimsenin kalmadığı “müminin kusurunu örtmeyle” alakalı hadisi te’kiden (dinlemek için) geldim” der. Ukbe: “Evet Allah Resûlü’nü şöyle derken işittim” deyip, hadisi rivayet eder: “Kim dünyada bir müminin günahını örterse, Allah da ahirette onun ayıbını örter.” Ebû Eyyüb: “Doğru söyledin!” deyip, hiç vakit kaybetmeden bineğine yönelir ve Medine’ye hareket eder.-Ahmed, Müsned, V, 923-4; Tercümede esas aldığımız rivayet ve benzerleri için bkz. Hatib el-Bağdadî, er-Rıhle fî Talebi’l-İlim, Beyrut, 2006, s. 50 vd.-


Kesir bin Kays şöyle rivayet etmektedir: Dımeşk Mescidi’nde Ebu’d Derdâ (radıyallahu anh) ile oturuyordum. Biri ona yaklaşıp şöyle dedi: “Ey Ebu’d Derdâ! Buraya senin Peygamberden rivayet ettiğini duyduğum bir hadis için O’nun şehri Medine’den geldim.”


Ebu’d Derdâ: Bir ihtiyaç için gelmedin mi?

-Hayır.

-Ticaret için de mi gelmedin?

-Sadece o hadis için geldim. Bunun üzerine Ebu’d Derdâ şu hadisi rivayet etti:

“Allah Resûlü’nden işittim: ‘Kim ilim için bir yola girerse cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler ilim talebesinin yaptıklarından razı olduklarından kanatlarını onlar üzerine sererler. Denizdeki balıklar dâhil gökte ve yerdekiler âlim için istiğfar ederler. Âlimin, abide üstünlüğü ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler miras olarak altın ve gümüş bırakmadılar. İlmi bıraktılar. Her kim onu tahsil ederse büyük bir nasip elde etmiş olur.”-Sünen-i Tirmizî, İlim: 20; el-Bağdadî, er-Rıhle, Sh: 17 vd.-

“Hadisler hakkında ilkelerimiz”
a- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah'ın kullar arasında onlar için tuttuğu örnek bir kuldur. O, örnektir. Hadisler de örnek kula ait bilgilerdir. Kur'an'ın yaşanabilir bir kitap olması için hadisler şarttır. Hadisler, her kafadan bir ses çıkmaması, herkese göre bir din olmaması ve bunun da Kur'an adına yapılmaması için gereklidir.

b- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yirmi üç yıllık konuşmaları, olaylara tepkileri, örnekliğini oluşturduğu eğitimi olarak bize ulaştırılan kültürün bütününü aktaran hadisler, bizim açımızdan bir dindir. Dinimizin ayrıntılarını bu hadislerden öğrenmekteyiz. Zira Kur’an’ımız, bir Müslüman için yeterli olacak düzeyde ayrıntı ve izah getirmemiş, izah ve ayrıntıya Peygamber aleyhisselama yani onun hadislerine bırakmıştır.

Müslüman olarak hadisleri sahiplenmemiz bir anlamda Kur’an’ımızın anlaşılmasını, uygulanmasını kolaylaştırma demektir. Hadisler olmadan ele alınan bir Kur’an, onu ele alanın aklına göre şekillendirilmiş Kur’an’dır. Çünkü hadisler, Allah Teâlâ’nın ‘açıklayıcı’ kimliği ile gönderdiği Peygamberinin açıklamalarından oluşmaktadır. Eğer bir hadis bize, sorunsuz bir şekilde ulaşmış ise teslim olmamız, Müslüman kimliğimizin bir şartıdır.

c- Hadislerin bize ulaşması ile, Kur’an’ımızın bize ulaşması aynı olmamıştır. Kur’an, tek bir harfinde bile sıkıntı olamadan bize ulaşmıştır. Bütün mü’minlerin imanı böyledir.


VE SON SÖZ....

Peygamber sözünün anlamı

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendi adına ve kendi kültürünü yansıtarak konuşmamıştır. O, Allah adına konuşmaya yetkili bir ağızdır. Onun sözlerinin teyidi, Allah Teâlâ tarafından yapılmıştır.

Bunun için bir Müslüman, Peygamberi’nin sözlerine tereddütle yaklaşmaz. Müslüman, hadisi tam bir teslimiyetle karşılamadıkça iman açısından sıkıntının giderilmesi mümkün değildir. Hadisin işimize, menfaatimize uyması veya bizimle ters düşmesi,yaşadığımız çağa uzak kalması gibi gerekçeler bizim hadise karşı bakışımızı değiştirmemelidir.Yeter ki okuduğumuz veya duyduğumuz sözün ona aitliği konusunda bir tereddüt bulunmasın.

 Kur'an-ı Kerim'de Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme  itaat edilmesini, verdiği hükme rıza gösterilmesini, ona muhalefet edilmemesini isteyen, bunu yapmayanları tehdit eden yüzden fazla ayeti kerime vardır. 

"Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak «işittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir."-Nur Suresi, 51.ayet-

“Allah ve Resûlü bir meselede hükmünü verdiği zaman, bir mü’min erkeğin yahut bir mü’min kadının artık işlerinde başka bir yolu seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüştür.” -Ahzab Suresi,36.ayet-

"De ki Allah'a ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez."-Ali İmran Suresi,32.ayet-

Allahu Teâlâ, Resûlü’nü kendi ile beraber bildirirken şu ayetlerde de sadece Resûlü’nü bildiriyor:

"Resûlüme uyun ki, doğru yolu bulasınız!" 
-Araf Suresi,158.ayet-

"Resûl’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur."
-Nisa Suresi,80.ayet- 

"İhtilaflarda seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmeyen iman etmiş olmaz." -Nisa Suresi,65.ayet-

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

Hiç yorum yok: