30 Ağustos 2015 Pazar

525.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-5

Mutlaka okuyun!

Sünnetin vahiy ile ne alakası var? "......bizzat Allah'ın kendisi bazı kullarına verdiği ilham anlamındaki bilgilere de belki mecazen vahiy demiştir. Mesela Hz. Musa'nın annesine, Hz. Meryem'e, hatta arıya ve yeryüzüne verdiği bilgiyi ya da kabiliyeti de O vahiy kelimesiyle anlatır. Hatta vahiyde gizlice fısıldama anlamı bulunduğu için şeytanın vesvesesi ve kötü insanların kötülüğü çağrıştırmaları da yine mecazen vahiy kelimesiyle ifade edilir.

Yani artık insanın kalbine doğan bilgiler Allah'tan bir ilham olabileceği gibi şeytanın fısıldaması da olabilir. Kul bu fısıldamaların kaynağını kesin olarak bilemez. Bu sebeple İslam âlimleri ittifakla kula gelen ilhamın başkaları için bir bilgi ifade etmeyeceğini, hatta kulun kendisini bile bağlamayacağını söylemişlerdir. Salih rüyalar da böyledir."......


Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnetin-vahiy-ile-ne-alakasi-var-2019963

29 Ağustos 2015 Cumartesi

524.KALEM SURESİ 10 ve 14. AYETLERİ-Nihat Hatipoğlu

Nihat Hatipoğlu'nun Kalem Suresi 10 ve 14. ayetlerinin iniş sebebini anlattığı bu video muhteşem! İzleyin inşallah.









28 Ağustos 2015 Cuma

523.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-4

Sünneti Kur'an-ı Kerim’e sorsak ne der?

Faruk Beşer'in bu yazısını da mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Çok önemli bilgiler vermiş.

"Bir avamın bir âlime fetva sorduğunda aldığı cevabı Allah dinden sayıyor. “Bilmiyorsanız ilmiyle amil olan âlimlere sorun” diyor. Böyle bir âlim fetvasında isabet etmemiş olsa bile, başka birinden başka bir fetva almış olmadıkça, onun fetvasına göre hareket etmesi dinen zorunludur. Eğer başka bir fetva daha almışsa “vicdanına sormak kaydıyla” dilediğini uygulama özgürlüğüne sahiptir. Ama bunların dışına çıkamaz."........

"Hüküm: “Biz kitabı hakikat olarak sana indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hüküm veresin…” (4/105). Buradaki gösterme 're'y' sahibi kılma anlamında bir göstermedir. Demek ki, Hz. Peygamber'in vahye dayalı olarak bir re'yi/görüşü olacak ve o bununla hüküm verecektir. Bu re'y Kur'an-ı Kerim'den mülhemdir, ama Kur'an-ı Kerim değildir. İşte bu da sünnetten başkası olamaz."........


26 Ağustos 2015 Çarşamba

521.SÜNNETE UYGUN İBADET-31- Allah'a Hamd Ve Şükretmek

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki dört ayet ve dört hadisten, Allah'a şükretmemiz, nankörlük etmememiz gerektiğini, şükrederek Allah'ın bize olan nimetlerini artıracağını, hamdetmemiz gerektiğini, mü'minlerin her zaman ve her yerde tüm nimetler karşısında daima hamdetmek durumunda olduklarını, bize doğruları bulmaya yönelten Allah'a daima şükretmemiz gerektiğini, Allah'a hamdederek başlanmayan her işin sonu kesik ve bereketsiz olacağını, Allah'tan gelen herşeye sabredip şükredene cennette nimetler bağışlanacağını, yeme içme ve her işimizin sonunda Allah'a hamdetmenin Allah'ı memnun edeceğini öğreneceğiz. [1]

"
Öyleyse siz, bütün zamanlarınızda beni anın, gündeminizden çıkarmayın, ben de sizi her an bağışlamak ve sevap vermekle anayım. Verdiğim nimetlere karşı bana şükredin, nankörlük etmeyin." (Bakara: 2/152)

"...Bana şükrederseniz muhakkak ki; size kat kat fazla veririm..." (İbrahim: 14/7)


"De ki: Her türlü eksiksiz övgüler Allah'adır..." (İsra: 17/111)


"....O, mü'minlerin o cennetteki dua ve selamlaşmalarının sonu ise, eksiksiz tüm övgüler Alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur" şeklindedir. (Yunus: 10/10)

1396. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e İsrâ gecesinde, birinde şarap, diğerinde süt bulunan iki bardak getirildi. Bardaklara şöyle bir baktıktan sonra süt bardağını aldı.

Bunun üzerine Cebrâil:

“Seni, insanın yaratılış gayesine uygun olana yönlendiren Allah’a hamdolsun. Şayet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi” dedi.[2]

* Kötülüklerin anası olan şarap insanı sarhoş edip baştan çıkarır. Eğer o gece ikram edilenler arasında tercih edilen içki türünden şarap olsaydı, ümmet içkiyi tabii görüp sapıtıp azarlardı. [3]

1397. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’a hamdederek başlanmayan her önemli iş bereketsiz olur.”[4]

1398. Ebû Mûsâ el–Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kulun çocuğu vefat ettiği zaman Allah Teâlâ meleklerine:

– “Kulumun çocuğunu elinden aldınız öyle mi?” diye sorar. Onlar da:

– Evet, diye cevap verirler. Allah Teâlâ:

– “Kulumun gönül meyvesini mi kopardınız?” diye sorar. Melekler:

– Evet, diye cevap verirler. Allah Teâlâ tekrar:

– “O zaman kulum ne dedi?” diye sorar. Melekler:

– Sana hamdetti ve “innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn: Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz” dedi, diye cevap verirler.

O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Kulum için cennette bir köşk yapın ve ona hamd köşkü adını verin.”[5]

1399. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur.”[6]

* Rabbimizin çok büyük lütuf ve ihsanının sınırsızlığına bir örnek olan hadisimiz; verilen herbir nimete karşı şükredip hamdetmenin de başlıbaşına bir iyilik olup sevap kazandıracağını ve Allah'ı razı edeceğini bize bildirmektedir. Bu sebeple bunca nimetler karşısında gafil ve nankör olmayıp, şükredip hamdederek kolayca sevap kazanmalıyız. Çünkü müslüman her an kârdadır ve sevap kazanacak yönleri çoktur.

Müslümanca yaşantı ve hareketin başlangıcı besmeledir. Sonucu ise elhamdülillah demektir. Bu ölçü hayatımızın her bölümünde ve anında geçerlidir. Bir iş ki başında besmele çekemiyor isek ve o işin sonucunda da Elhamdülillah diyemiyorsak o iş müslümanın yapacağı bir iş değildir. Başı besmeleli sonu ise elhamdülillahla biten her iş ise müslümanca bir hareket ve iştir. [7]
sadakat.net/riyazus-salihin- 242) Allah'a Hamd Ve Şükretmek

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 400.
[2] Müslim, Îmân 272 , Eşribe 92. Ayrıca bk. Buhârî, Tefsîru sûre (17), 3, Eşribe 1, 12; Nesâî, Eşribe 41.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 400.
[4] Ebû Dâvûd, Edeb 18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 19.
[5] Tirmizî, Cenâiz 36.
922'de geçmişti.
[6] Müslim, Zikir 89. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ime 18.
Bu hadis önceden 140 ve 437'de geçmişti.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 401.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

24 Ağustos 2015 Pazartesi

520.SÜNNETE UYGUN İBADET-30-İlmin Üstünlüğü

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki dört ayet ve on yedi hadis-i şeriften ilmimizi artırması için Rabbimize dua edeceğimizi, bilenlerle bilmeyenlerin hiçbir zaman bir olmadığını, Allah'ın iman eden ve ilimle uğraşanların derecelerini yükselttiğini, Allah'tan ancak ilim sahiplerinin korktuğunu, Allah'ın hakkında hayır istediği kimseye ilim verdiğini, gıbta edilecek iki kişiden birisinin ilim sahibi olduğunu, ilim sahibinin bereketli yağmura benzediğini, vahiy bilgisiyle bir kişinin doğru yolu bulmasının vadiler dolusu develerden hayırlı olduğunu, dinî ilmin yayılması gerektiğini, ilim tahsili için bir yola girene cennet yolunun kolaylaştırılacağını, hidayete çağıranlara kendisine uyanların sevabı kadar sevap verileceğini, sona ermeyen üç amelden birinin de faydalanılan ilim olduğunu, dünya ve içindeki herşeyin değersiz olduğunu, sadece alim ve öğrenci olmanın bunun dışında olduğunu, ilim tahsili için yola çıkanın evine dönünceye kadar Allah yolunda olduğunu, mü'minin cennete girmeye kadar hiçbir hayra doymadığını, alimin ibadet edene üstünlüğünün en alt seviyedeki bir kimsenin peygamberle durumu gibi olduğunu, melekler yer gök ehli karınca ve balıkların dahi ilim öğrenenlere dua ettiğini, duyulan, öğrenilen bilgilerin daima başkalarına aktarılması gerektiğini, bildiği bir şeyde sorulan soruya cevap vermeyenin ateşten bir gem ile gemleneceğini, dünyalık temini için ilim öğrenenin cennetin kokusunu bile duymayacağını, kıyamete yakın zamanlarda ilmin ortadan kaldırılıp insanların cahillere uyarak sapıtacaklarını öğreneceğiz. [1]

"...Ey Rabbim! ilmimi artır de." (Taha: 20/114)

"...Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer: 39/9)

"...Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir..." (Mücadele: 58/11)

"...Kulları arasından yalnızca, anlama ve kavrama yeteneğine yani vahiy bilgisine sahip olanlar Allah'tan gereği biçimde korkarlar." (Fatır: 35/28)

1379. Muâviye radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir."[2]

1380. Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir:

Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;

Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse."
[3]

1381. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir."[4]

* Hidayet: Allah'ın doğru yolunu bulma ve o yola girme anlamlarına gelir. Kasas: 28/56, Fussılet: 41/17. ayetler bunu en güzel şekilde açıklar. Peygamberimiz bu hassas konuyu güzel bir benzetmeyle bize açıklamıştır. Ölü toprağı dirilten yağmur ne ise, gökten gelen Allah'ın vahyi de insanları diriltmekte aynen o su gibidir. Yeryüzünün bazı kesimlerindeki topraklar verimli olup, çok güzel meyve, sebze ve ağaçlar bitirir ve insanlar onlardan istifade eder. Dinin emirlerinden faydalanıp başkalarını da faydalandıran mü'min bu araziye bu toprağa benzetilmiştir. Yine killi ve taşlık arazilerde de su birikir ve oralar havuz vazifesi görür, o sudan insanlar ve hayvanlar istifade ederler. İkinci grup buna benzetilmiştir. İslamı kabul etmeyip ne kendisine ne de başkalarına faydası olmayan kafir insanlar da çöl ve kaypak araziye benzetilmiştir. İnsanlar ve mü'minler de toprak ve madenler gibi çeşit çeşittir. Faydalı olanı, faydasız olanı vardır. Bizler ilim, yani dinimizi öğrenmeye ve onu başkalarına öğretmeye gayret etmeliyiz, bu hadis bizi buna teşvik etmektedir. [5]

1382. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ali radıyallahu anh'a şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki, Cenâb–ı Hakk'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır."[6]

1383. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur'an'dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız. İsrailoğulları(nın ibretli kıssaları)ndan da haber verebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın."[7]

1384. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır."
[8]

1385. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hidâyete davet eden kimseye, kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey azaltmaz."[9]

1386. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka–i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat."[10]

1387. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır."[11]

1388. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır."[12]

1389. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mü'min, cennete girinceye kadar hiçbir hayıra doymaz."[13]

1390. Ebû Ümâme radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir." Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler."[14]

1391. Ebü'd–Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur."[15]

1392. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur."[16]

1393. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kimseye bildiği bir konu sorulduğunda cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur."[17]

1394. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim kendisinde Allah'ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz."[18]

1395. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar."
[19]

* Alim kimse devamlı ibadet eden kimseden daha faziletlidir. Çünkü ilim öğrenmek farz olup, farz ibadetlerden sonra yapılan nafile ibadetler ise sünnettir. Âbid kimsenin faydası kendisiyle sınırlı olup, alimin faydası bütün canlıları kapsayıcı bir özellik taşır. İbadet ve kulluğun sıhhati de ilme bağlı olduğu için önce ilim, sonra amel gelir. Çünkü bilmeyen bir kişi bir işi hakkıyla yerine getiremez. Alim ve ilim öğrenen talebeye, Allah, melekler, insanlar ve diğer canlıların her biri kendi dilleriyle dua ederler. En büyük ve en üstün zenginlik ilim zenginliğidir. Çünkü ilim zenginliği insanlara hürmet ve saygı kazandırır. Mal ve makam zenginliği ise çok kere düşman kazandırır. Alimler peygamberlerin varisleri oldukları için onlara saygısızlık fısk ve sapıklık yoludur. [20]
sadakat.net/riyazus-salihin- 241) İlmin Üstünlüğü

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 396.
[2] Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ'tisâm 10; Müslim, İmâre 175, Zekât 98, 100. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 4; İbni Mâce, Mukaddime 17.
[3] Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Zühd 2.
Önceden 544-571 ve 997'de geçmişti.
[4] Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 397.
[6] Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 34.
[7] Buhârî, Enbiyâ 50. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 13.
[8] Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur'ân 10, İlim 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.
247'de uzunca geçmiş, açıklama verilmişti. 1023'de de benzeri vardır.
[9] Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14.
[10] Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.
949'da geçmişti, ölümden sonra yapılması gereken iş için 711'e bkz. Allah yolunda olmak nasıldır için 1386'ya bkz.
[11] Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3.
478'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[12] Tirmizî, İlim 2.
[13] Tirmizî, İlim 19.
[14] Tirmizî, İlim 19.
[15] Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 17.
Bkz. Ahzab: 33/56; İsra: 17/44; Hadid: 57/1, Haşr: 59/1, Saff: 61/1.
[16] Tirmizî, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 18; Menâsik 76.
[17] Tirmizî, İlim 3. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 9; İbni Mâce, Mukaddime 24.
[18] Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 23.
[19] Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 399.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

23 Ağustos 2015 Pazar

519.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-3

Sünnet ve Hadis

"Bir noktaya daha işaret edip Sünnet'in ne olduğu meselesine geçelim. Bendeniz şu kanaatteyim: Elbette dinimizin yegâne kaynağı vahiydir, Kur'an-ı Kerim'dir, ama onu doğru anlamak için öncelikle Sünnet'i doğru anlamak gerekir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'den bizim anladığımızdan önce, onu anlatmakla görevli olan Hz. Peygamber'in anladığı ve uyguladığı önemlidir. Bu sebeple fakir Sünnet'i anlamanın daha zor ve daha öncelikli olduğunu düşünüyorum. Sahabenin ve özellikle de Hz. Ömer'in, ardından da Ebu Hanife ve İmam Malik gibi imamların Sünnet'i nasıl anladıklarını bilmeden bizim onu doğru anlayamayacağımızı sanıyorum. Bunu anlarsak, “Sünnet konusunda hüküm veren Kitap değildir, ama Kitap konusunda hüküm veren Sünnet'tir

Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnet-ve-hadis-2018835

518.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-2

Sünnet, mezhep ve Selefilik

"Şu gerçeği kabullenmek dinî makulün gereğidir; eğer müminler İslam'ı doğru yaşayabilmek için sünnete/Peygamber'in örnek uygulamasına ihtiyaç duymasalardı Peygamber gönderilmesine de gerek kalmazdı.
Bu ilk Müslümanlar için böyleydi ama bizim artık buna ihtiyacımız yok demenin bir mantığı olamaz. Böyle diyen birisi aslında şunu demiş olur. O günkü insanlara Kur'an-ı Kerim'i Peygamber açıklıyordu, bugün onun yaptığı işi biz yapabiliriz, dolayısıyla ona gerek kalmaz. Açıktır ki, böyle bir kanaatin sahibi kendisini, Peygamber'in görevini üstlenmiş biri olarak görmektedir.

Sünnete ihtiyaç var ama sünnet bize güvenilir yollarla gelmemiştir diye düşünmek de bundan farklı değildir."


Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnet-mezhep-ve-selef%C3%AElik-2018800

517.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-1

Faruk Beşer'in sünnet ile ilgili yazı dizilerini vermeye başlayacağım inşallah okumanızı tavsiye ederim.

Sünneti reddedenler sünnetsiz olmalı değil mi?"İfratlardan kastımız şudur: Mesela Ebu Hanife kendi zamanında hadisleri kabul ederken kılı kırk yardığı halde, onun zamanından çok daha fazla fesada uğramış bu zamanda bazı çevreler 'hadis' denen her sözü sorgulamadan, o büyük imamların ölçülerine vurmadan alıp din diye insanlara dayatmaları. İşte bu durum bazılarında haklı bir aksülamel oluşturuyor, ama ne var ki, onlar da yine sorgulamadan hadislerin tamamını atıveriyorlar. İki uç ta hatalı, ama birincisi daha hatalı. Meşhur bir sözdür: 'İfrat da hatadır tefrit de, ama ifrat daha büyük bir hatadır çünkü tefritin doğmasının sebebi de odur".

21 Ağustos 2015 Cuma

VE ÇAĞRILDIK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Nureddin Yıldız’ın 03.05.2015 tarihli (251.) Hayat Rehberi Dersi’dir. 


 Aziz Kardeşlerim, Rabbimize ne kadar şükretsek O’nun layık olduğu şükrü yapmış olmayız. Esasen hak etmediğimiz ve bize bir borcu olmadığı hâlde Kerîm, Rahîm ve Latîf olduğu için ve O, uygun bulduğu için bize nimetler yağdırmaktadır. Biz, bu nimetlerin içerisinde ömür geçiriyoruz. Allah dileyip bizi etten, kemikten, irinden, kandan yarattı. Bedenlerimiz yoruluyor, aklımız zorlanıyor, gözümüz yaşarıyor, duygulanıyoruz, yer yer çocuklaşıyoruz. Bütün bunlar bir yanlışlık olduğunu göstermiyor. Allah Teâlâ’nın kudreti ve hâkimiyeti dışında bir iş olduğunu da asla göstermiyor. Gerek bütün dünya üzerinde cereyan eden olaylara baktığımızda ve gerekse kendi özel hayatımıza baktığımızda bunaltan, hatta çıldırtan zorluklar görüyor olabiliriz.

Kardeşlerim, Bir gerçeği paylaşmak zorundayız. Dedik ki: Rabbimizin mülkünde ve O’nun planında herhangi bir yanlışlık ve aksaklık yoktur. Bugün Müslümanların veya sıradan insanların yaşadığı coğrafyalardaki bunaltan ve çıldırtan görüntüler, bizim annemizin karnından dünyaya gelip bu zamana ve bu yaşa kadar yaşadıklarımız, çektiklerimiz keyif bozucu şeylerdir şüphesiz. Ancak bir gerçeği bilmek ve kabul etmek zorundayız. Biz sosyal güvenceler, devletin sağlık hizmetleri, kazandığımız paralar, taksitlerini ödeyip maliki bulunduğumuz modern evler, akan sularımız, ısındığımız doğalgazlarımız, yazın serinlendiğimiz klimalarımız, yazlık ve köylük evlerimiz, mülklerimiz, bahçelerimiz; her ne kadar “Bütün bunları yaptık, ettik, rahatladık.” diye düşünüyorsak ortada büyük bir yanlışlık var. Kardeşlerim, O yanlışlık nedir? Biz, bu dünyaya cennete gelmek için gelmedik. Bu dünyaya cennete gitmek için geldik. Allah’ın hiçbir kuluna bu dünyada keyif vaadi yoktur. 
Hatta ve hatta “Allah’a yaklaştıkça çilen artacak.” diye bile söylemiştir. Allah azze ve celle sözünden caymış değildir. Allah, bir cennet ortamı vaat etmedi ki “Nedir bu doğranan Müslümanlar?” diyesin. Allah “Karşılığınızı dünyada vereceğim, dünyada adalet yerini bulacak.” diye bir sözü bir kere dedi mi ki “Senelerdir oruç tuttuğum, namaz kıldığım hâlde bu çilem nedir?” diyesin. Allah tek bir ayetinde, peygamberleri aleyhimüsselam tek bir sözlerinde “Mü’minin burnunu kanatmam.” dedi mi yoksa “Burnu kanamayan bana nasıl gelecek mi?” dedi. 

 Bizim, bu dünyanın aslını tanımamız gerekiyor. Nuh aleyhisselama yâr olmayan dünya, İbrahim aleyhisselamı ateşe atan dünya, Lut aleyhisselamı diyarından eden dünya, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yirmi üç yılını binlerce çileyle geçiren dünya, babamız Âdem’i çileden çileye sıçratan şu fani dünya bizim neyimiz oluyor? Dünya; babamız Âdem’in, peygamberimiz Musa’nın, İsa’nın, Lut’un, Nuh’un, Şuayb’ın, Salih’in, Dâvud’un, Süleyman’ın -aleyhimüsselam- çilehanesi de bizim sosyal güvenceli otelimiz mi? 

Bu dünyanın dert olmayan bir yiyeceği var mı? Sonrası meçhul olmayan bir sevgisi ve aşkı var mı? Dünya, kimin yüzüne güldü ki yirmi birinci asırdaki mü’minin yüzüne gülsün.
 Rabbim bu dünyayı çilehane olarak yarattı. En çok sevdiği kullarına da en çok çileleri çektirdi. En çok beş kişiyi sevdi; dönüp bakıyoruz ki o beş kişiye çektirdiğini bugün beş milyara çektirmiyor. Sevdikçe çile veriyor; buğz edip defterden sildikçe de rahat bırakıyor. Doktorların iyi olmayacaklarını anladıkları hastayı “Eve götürüp her şeyi yedirebilirsiniz.” dedikleri gibi ;ama iyi olacağını anladıkları hastanın başında bekçi gibi bekliyorlar. Musa aleyhisselam ki “Kelimullah”tır, Allah ile bu fani dünyada konuşmuş insandır. Allah onu kâinatın en şerli Firavun’uyla baş başa bıraktı. Firavun’dan kurtulduğu gün ona iman edenleri, Firavun’u aratmaz bir bela olarak başına sardı. Sosyal güvence, ekonomik rahatlık, yaygın çevre, sağlıklı bir beden yeterli olacak olsaydı Musa aleyhisselam gibi bir insan bu dünyada çile içindeyken gurbette ölmezdi. Kimini altı ay su üstünde bıraktı, kimini ateşin ortasına attı, kimini müşriklerin bağrında hançerlenecek bir şekilde yatağa yatırdı, kimini de yüzlerce sene “tövbesini kabul edecek mi, etmeyecek mi?” diye yeryüzünde süründürdü ama bunda milyarda bir bile bir işkence yok. Çünkü bunlar cennetten gelmiş babanın çocuklarına sunulmuş projelerdir. Allah bunları cennette yapmadı, cennetten gönderdiği yerde yaptı. 
Nasıl Hıristiyanlar, “İsa -hâşâ- Allah’ın oğludur.” diye yanıldılarsa ve yanlış anladılarsa bir de bu yanlış algılama üzerine cennete gireceklerini ve bununla daha çok sevap kazandıklarını zannedecek bir gaflete düştülerse biz de şu dünyayı bağıra basılacak ve peşinden koşulacak bir şey zannederken yanıldık. Onlar “İsa Allah’ın oğludur.” dediler battılar, biz de “Dünya cennettir!” zannettik, batıyoruz. Dünya cennet değildir. Cennette Allah’ın hurilerle vaat ettiği mutlu hayatı; dünyada fani bir kadınla fani bir kocayla yaşanır zanneden, akide olarak değilse de pratik olarak tıpkı Hıristiyanların bu bataklığına düşen biri gibidir.

Kanun: Dünya mutlu olma yeri değil, mutluluğu hak etme yeridir.

Eğer dünya; hem mutluluğu hak edip cenneti kazanacağın, hurilerle yaşayacağın hem de dünyada da onun avansını alacağın bir yer olsaydı Levh-i Mahfuz’un eteklerine kadar yükselip miraç gören Abdullah’ın oğlu Muhammed aleyhisselatu vesselam bunu trilyonlarca kere hak etmişti. 
 Sevgili Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam, kâinat üzerinde melekler bile dâhil Allah’ın rahmetine ve lütfuna en müstehak olan insandır ancak O, rahat bile ölemedi. Ölümün bile rahatı vardı ama “Kıvranıyorum, eziyetler çekiyorum.” diyerek öldü. Bugün aile huzursuzluğu ve sıkıntısı olan, geçinemeyen; eşinden, kocasından, hanımından şikâyeti olan bütün dünya Müslümanları, çocuklarından dert çektiğini zanneden anneler ve babalar, Müslüman olup geçen sene teheccütte dua ettiği ve bir önceki sene de Kadir Gecesi’nde camideki dualara yüksek sesle “Âmin!” dediği hâlde bu sıkıntıların başına niye geldiğini anlayamayanlar, duası Levh-i Mahfuz’da yapılmış Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından birkaç dakika önce Âişe’sine söylediği söze baksınlar: “Nedir bu? Yusuf’a yapılmış işkenceleri bana yapıyorsunuz.” dedi.

 Biz, niye gerçekçi olmuyoruz? Allah bizi dünyaya mı davet etmişti? Bizim çağırıldığımız yer dünya mıdır? Allah, bir kere bile “On dakikanız keyif içinde olacak.” dedi mi? Böyle bir sözü var mı Allah’ın? Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kâinatın efendisi olduğu hâlde Uhud’da mübarek dişi ve çenesi yaralandı da Allah O’na bir hafta rapor verdi mi? Bir hafta dinlenme alabildi mi? Yoksa üç kilometrelik Uhud’dan Medine’ye gelip Mescid-i Nebi’nin yanındaki evine girmeden ikinci bir savaş talimatı verip üstünü bile değiştirtmeden cepheye mi gönderdi? Allah’ın dünyası bu mudur? Gerçek dünya; bizim sosyal güvencelerimize ve keyfimize güvenip şu kerametler, bu menkıbeler ve bu hikâyelerden dolayı güvenli olarak yola çıkarak ete süte karışmadan, tuzlu biberli yemeden keyif içerisinde meleklerin törenle bizi karşılayacağı cennete doğru konvaylar hâlinde gittiğimiz şu törenli dünya mıdır? Sabahtan akşama kadar kanlar içerisinde kalmış bir peygamberi gömleğini değiştirmeye fırsat bırakmadan ikinci göreve gönderen rahman ve rahim olan Allah değil miydi? Rahmetellilâlemin olarak gelmenin bedeli; gömleğini bile değiştirmeden işe devam etmekti. Doğru olan buydu. Onun nazik ve narin Ümmet’i güller, destanlar ve bahçeler içerisinde keyif sürmeyi hayal edebilirler ama gerçek o değil. Yanılıyoruz kardeşlerim. 
 Bu dünya İşkenceler ve eziyetler altında bizim ütüleneceğimiz yerlerdir. Mü’min gerçekçidir. Evlilik, mutluluğu hak etmek için elli sene eşlerin birbirlerine tahammülünün adıdır. Gerisi de yalandır. Yalandır, Allah’ın böyle bir vaadi yoktur. Biz, cenneti kazanmak içi namaz kıldığımız gibi evlenmeyi de onun için yaparız. 

Yanılıyoruz. Allah’ın “çöplük” dediği şeye “Cennet” ismini veriyoruz. Melekler bizi yuhlayıp duruyorlar. Melekler “Babanızın sürgün toprağını nasıl vatan edindiniz?” diye bizi yuhluyor. Elbette hiçbir Müslüman “Ey dünya! İlahımsın benim.” demiyor. Taksit öderken böyle itiraf ediyor. Evliliği cennette huri ve gılman ile buluşmak zannettiğinde bu vehn ortaya çıkıyor. Hastalığa gerekçe bulamadığında, Allah’ı Teâlâ’nın bizi niye hasta ettiğini anlayamadığında, çocuğu sakat doğduğunda, komşuları ona kin güttüğünde, sabrın bile sabra muhtaç olacağı kadar eziyetlere katlandığında, bir haber bültenindeki yüz haber maddesinden doksanının neredeyse Müslümanları kahreden şeyler üzerine yoğunlaşmış olmasını gördüğünde “Nedir bu dünya?” diye feryat-u figan ediyor ya, yanındaki melekler de “Ne zannetmiştin ki?” diyorlar. Ne zannetmiştin dünyayı? Çileli bir Peygamber’in Ümmet’i olarak sen koltuklara gerilecektin de doğru olan bu muydu? Sürgün görmüş bir Peygamber’in Ümmet’isin, O’nun mihrabında hoca efendisin, mikrofonların önüne çıkıyorsun; sen sürgün yemeyeceksin, iftiraya uğramayacaksın! Öyle mi zannediyorsun? Sen kitap yazacaksın, konferans vereceksin İskilipli rahmetullahi aleyh bir kitabından dolayı ipe gitmiş olacak, senin kitapların baskı üstüne baskı yapacak ama sen, İskilipli ile aynı yere randevulaşmayacaksın; cennette buluşacaksınız! Sen otelden gideceksin, o darağacından gidecek ama buluşmanız cennet olacak. Bunun da adı “Adalet!” olacak. Dünya böyle bir yer midir? Bu mudur dünya? Allah böyle bir dünya vaat etmedi ki “Şimdi ne yapıyor?” diye soru sorulsun. Allah bizi buraya çağırmamıştı. Çağırıldığımız yer burası değildir. Çağırıldığımız yer İskilipli rahmetullahi aleyhin gittiği yerdir. Gerçek randevu yerinde o durdu. Kardeşlerim, Önce Allah’ın sinek kanadı kadar değer vermediği şu dünyayı tanımayı bilmeliyiz. Bütün nimetlerini avucumuzun içine alacak kadar mal mülk sahibi olabiliriz. Yeter ki o nimetler yüreğimize girip orayı işgal etmesin. Sorun buradadır. Dostlarımız olsun, eşlerimiz olsun, akrabalarımız olsun ama bizim, Allah’tan değerli kimsemiz olmasın. Dünyanın tuzak oluşu budur. Kardeşlerim, Rabbimiz hepimizi çağırmıştır. Hepimiz davetliyiz ama davete katılanların üstünü başını arıyorlar. Herkesi almıyorlar. “Bütün vatandaşlar davetlidir.” diyorlar ama üstünü başını aramadan kimseyi almıyorlar. Biz, inşallah hatamızı anlayıp İbrahim aleyhisselama yâr olmayan dünyanın bize de yâr olmayacağını idrak edip iman ettiğimiz Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemin rahat ölmeyi bile bulamadığı bu dünyada, rahat koltuğu bulmamızın hayra alâmet olmadığını anlayacağız inşallah. Bir nebze cahillik ettik elbette. Allah affı mağrifet eylesin, toparlanacağız. Çocuklarımızın mutlu bir geleceği olması için çalışacağız yoksa nankör baba, anne oluruz ama mutlu gelecek evimiz değil ki. Evdeyiz zaten, bunun geleceği neresi? Zaten evdeyiz. Mutlu gelecek dediğimiz şey; Adn Cennetleri’dir inşallah. Bizim hasretimiz, ailece koltuklara yaslanacağımız diyardır. Ondan önceki her şey geçicidir. Buna iman ediyoruz ama gel gör ki bu imanımızın üzerinde bir miktar çim bağladığı ve otlar büyüdüğü için altı görünmüyor. Şeytan bizi imandan koparmak istedi, beceremedi elhamdülillah fakat imanımızın yosun tutmasını da becerip sağladı. Hareketlenmek zorundayız. 

  Rabbimizin kitabını dinleyelim. Bakalım çağrıldığımız yerle bulunduğumuz yer aynı mı ve Allah’ın vaadinde bir yanlışlık var mı? Allah bize sağ gösterdi de soldan mı bizi imtihan etti? Bir bakalım. Kardeşlerim, Sizden istirhamım inşallah şu bir haftamızı, on günümüzü Kur’an-ı Kerim’imizin Al-i İmran Suresi’nin 185-186. ayetlerini, Ra’d Suresi’nin de 21, 22, 23 ve 24.ayetlerini bu yılın gündemi yapalım. Evimizin gündemi yapalım. Üç beş gün okuyalım, düşünelim, tekrar okuyalım, tekrar düşünelim. Ezberleyelim, namazda okuyalım sonra çocuklarımıza ezberletelim. Bu süreç içerisinde tedavi uygun olsun diye medya ve fasit çevremizle şöyle bir on gün bağlantımızı keselim. Kulaklarımıza zehir akıtan, gözlerimize necaset bulaştıran şu şehir atmosferinden kurtulalım. Gerekiyorsa evlerimizin perdesini açmayalım. Bir hafta on gün tedavi gerçekleşinceye, bedenlerimiz dezenfekte oluncaya kadar, kanımızdaki ve damarlarımızdaki zehir idrarlar çekip gidinceye kadar Rabbimin şu ayetlerini okuyalım, okuyalım, okuyalım sonra da tefekkür edelim. Bakalım on gün sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin önünde vücutları parça parça olurken kebap yer gibi zevk alan adamlar meğer bu yola nasıl gitmişler?  “Sana Peygamber bunu hediye olarak gönderdi.” dendiğinde “Ben Peygamber’den hediye almak için bu yola çıkmadım. Şu boğazıma bir ok isabet etsin de şehit olup Rabbime gideyim diye yola çıktım.” diyen adamlar; hangi kampa gitmişler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hangi serumla bunların kanını yıkamış da ailece ölümü kebap yer gibi lezzetle yiyip cennete ve Rablerine kavuşmuşlar? Kardeşlerim, Bizim sorunumuz; bizi Allah’a çağıran Kur’an’ımızı “Ramazan’dan Ramazan’a biri okur, biz dinleriz. Sesi güzel olandan daha güzel dinleriz, ücretini de veririz, Kur'an sorumluluğundan da kurtuluruz.” mantığına havale ettiğimizden kaynaklandı. Yoksa Al-i İmran Suresi’nin bu ayetleri, düğüne gider gibi ölüme giden adamları yetiştirdi. Aynı Kur'an şimdi elimizdedir. Eşiyle bir arada olduğu gece sahnesinden sonra gusletmeye bile vakit ayırmadan Resûlullah’ın yanında cihada gidip şehit olmuş adamlar Âl-i İmran Suresi’ni dinleyip bu işi yaptılar. Aynı antibiyotik, aynı serum bizim de damarlarımıza takıldığı hâlde biz; diğer damarımızdan da medyadan zehir aldığımız için, arkadaşlarımızdan ve dünyaya tapınmışlardan sürekli telkinatlar, zehir gibi bir kolumuzdan girdiği için Al-i İmran Suresi, Bakara Suresi Ramazan’da girmiş, Kadir Gecesi’nde çıkmış bir şey değişmiyor. Bir koldan zehir alınca diğer koldan serum, bir fayda etmiyor. 
  Kardeşlerim, Bizim sıkıntımız, elimizdeki nimeti değerlendirememekten kaynaklanıyor. “Gelin!” diye Allah çağırıyor, “Biz istediğimiz zaman gideriz.” diye oyalanıyoruz. Hâlbuki bu davet bir keredir. “La ilahe illallah Muhammed’un Resûlullah.” dediğimiz zaman “Geliyorum!” demiştik. Hâlbuki ayak sürçüp duruyoruz. “Geliyorum!” dedik, gitmiyoruz. 

Kardeşlerim, İnşallah Kerîm olan Rabbimden niyazım şudur ki; bu ayeti celileleri burada telaffuz ettiğimiz gibi sadece nostaljik bir hatıra olsun, “O günleri bir analım.” diye inşallah cennetlerde de okuyacağız ve dinleyeceğiz. Bugün eğitimini göreceğiz, uygulamasını yapacağız. Bu, “beni çağıran Rabbime gitmeyi becerebileceğim” demektir. Kardeşlerim, Al-i İmran Suresi’nin 185 ve 186. ayetlerini dinliyoruz. Bu ayetler vücudumuza serum gibi girsin. herkesin kulağı imanına ayarlıdır. Hiç kimse imanından fazla duyamaz. Ebu Cehil lanetullahi aleyh yanı başındaki Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellemi duyamadı. Uveys el-Karnî ise bin kilometre öteden Yemen’den duydu. Kulaklarımızın ayarı imanımızın ayarıdır. Az duymak, çok duymak organ meselesi değil, iman meselesidir. Buna göre dinleyelim, tefekkür edelim. Rabbimiz konuşuyor, dinliyoruz. İçindeki konuların dizilişine dikkat edeceğiz. Allah; Hakîmdir, Ayetler nasıl başlıyor, nasıl bitiyor, nasıl vaat ediyor? Çok dikkat edeceğiz; davetiyemizi, çağrıldığımız yeri okuyoruz. Davetiyedeki adresi yanlış okursan yanlış düğüne gidersin. Çok dikkatli dinleyeceğiz. Ve unutmuyoruz, kulaklarımızın ayarı kalbimizdeki imanla bağlantılıdır.

 ْو ِت لُ َ كُ ْم نَْفٍس ذَآِئَقُة ال “Her canlı ölümü tadacaktır.” 185. ayet böyle başlıyor. ِة َ ام َ ِقي ْ ال َ ْم َو ْم ي ُك َ ُجور ُ َن أ ْ فَو َ ا تُو َ ِإن َم َ و İki: “Kıyamet günü karşılığınızı bulacaksınız. َ ْن فَم ُ أ َ َاِر و ِ َح َع ِن الن َج زُ ْحز نَةَ فََق ْد فَازَ ْ ْد ِخَل ال Üç: “Kim ateşten sıyrılır cennete girerse kazanan odur.”

Allah celle celâluhu nereden bahsediyor? Öleceksiniz, karşılık bulacaksınız, cehennemden atlayıp cennete giderseniz kurtulacaksınız.

“Tamam ya Rabbi!” “Huriler nerede karşılayacaktı bizi? Oradaki bizim köşk kaç katlı olacak?” diye ayrıntılara girmedi. Şimdi konu ne oldu? Nasıl başladık? Ayet; öleceksiniz, karşılık bulacaksınız, ateşten kurtulursanız, kazanacaksınız dedikten sonra َ َم و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ا ال “Dünya hayatı basit bir aldanıştan başka bir şey değildir.” diyor.

 Bu ayet ne konuşuyordu? Ölüm, karşılık, cehennem, cennet, dünya hayatı aldanıştan başka bir şey değildir!Allahuekber.İşte sosyal güvence şimdi sorun oldu! Şimdi hastanenin yanı başındaki dairenin neden daha pahalı olduğu anlaşıldı. Şimdi insanların büyük şehirlerde “trafikten bunaldık, dert oldu, gürültü, havası kirli, burada yaşanmaz.” dedikleri hâlde bir çuval borçla niye oradan daire aldıkları anlaşıldı. َما و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ال “Dünya hayatı aldanıştan başka bir şey değildir.” Allah, cennetin kapısını açtı, “cehennem sıratından geçin, buraya gelin.” buyurdu. َ َا ُع َم َ و ت م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ا ال وِر ْ ُ ُغر ْ ال dedi. Dikkat edin! Cehennem, cennet; bundan önce halletmeniz gereken şey nedir? Dünyanın sizi kasıp kavurması. Dünya barikatını geçmeden cennet yok. Demek ki; sırattan önce dünya var. َ َم و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ال ا “Dünya hayatı basit bir aldanıştır.” 

 Zaten benim sıratım dünyadadır. Sırat köprüsü dünyada geçilecek veya kalınacak. Kur’an, Âl-i İmran Suresi. 

 Bu; “Dünya hayatı basit bir tuzaktan ibarettir.” ayeti nereden sonra geliyor? َ ْن نَاِر ِ َح َع ِن فَم ال حزْ ُز “Ateşten kurtulan cennete girecek.” ayetinden sonra geliyor. Allah “Açın gözünüzü, Sırat Köprüsü dünyada başlıyor.” buyuruyor. 

185. ayet bitti ama Allah’ın sözü bitmedi. ن ُفِس ُك ْم َ أ َ اِل ُك ْم و َ ْمو َ َن ِفي أ ُ َلو ْ ُب ت َل “Sizin mallarınız ve canlarınızda sınamalar yapacağız. Hazır olun!” Rabbim “Kim sırattan geçerse…” buyurmuştu ya, devam ediyor. “Mallarınız ve canlarınızda hazır olun.” Ve bitmedi. َن ال َ ِم َ ِل ُك ْم و ْ َب ِمن قَب َا ِكت ْ ال ْ وتُوا ُ َن أ ِذي َن ال َ َن ِم َ ُع َ ْسم ت لَ َ و ً ذًى كَِثي َ أ ْ ُكوا َ ْشر َ َن أ ِذي ا Allah “Müşriklerden, Hıristiyanlardan, Yahudilerden pek çok propaganda dinleyeceksiniz, hazır olun.” buyuruyor. 

O zaman yukarıdan sayalım. Rabbim Ne buyurmuştu?
 Bir: Herkes ölecek çare yok.
 İki: Herkes karşılığını muhakkak bulacak.
 Üç: Cehennem ateşinden kurtulan cennete girecek.
 Dört: Bütün bunlar için bilin ki dünya hayatı bir tuzaktır.
Beş: Muhakkak mallarınız ve canlarınız tehdit konusu olacak.
Altı: Müşrik ve kâfirlerden sürekli propaganda dinleyeceksiniz. İmanınızı ve namusluluğunuzu ayıplayacaklar, namazınızla alay edecekler, gürültü edecekler. Allah; canın tehlikedeyken şehadete hazır olup olmadığını, malını Allah yolunda infak edip edemediğini görecek. Ama bitmedi. Müşrikler senin dinine sataşırken “İslam’da kol kesiliyor, zinaya şöyle ceza veriliyor. Haklara, hürriyetlere aykırılar, bu ne biçim İslam! Kabadır.” diyecekler. Allah, eriyip erimeyen bir iman olduğunu da görecek. Çare yok. Demek ki sadece Uhud’da şehit olma meselesi değilmiş. İşin ucunda bir de ne varmış? Radyodan, televizyondan ve internetten senin Şeriat’ına saldırılırken, Âişe anana iftira edilirken sen nerede hangi imanla ayakta duruyorsun? Allah bunu da görmek istiyor. Hiç çare yok. Şimdi 186. ayet bitiyor. نْ إِ َ ُ و وِر م ْن َع ْزِم األُ فَِإ َن ذَِل َك ِم ْ َُقوا تَت َ ْ و وا ُ تَ ْصِِب “Dayanabilirseniz, takvanız bozulmazsa büyük adamların işleri bunlardır işte.” 

Mal, can ve propaganda, kulaklarına bomba sesi gibi kötü kötü haberler dayandığında “Asıldı, kesildi, yıkıldı, dağıldı, şöyle oldu, böyle oldu, hocaları böyle, hacıları böyle, Kur’an’ları böyle, propagandaları böyle, İmam Azam’ın fıkhı kötüymüş de şu böyle yapmış.” Allah! Bin dört yüz senelik Ümmet’imin servetini on dört kelime ile yok sayan münafığı, zındığı dinlediğin zaman senin enerjin erimiyorsa “Ben Allah ile beraberim, mağlubiyet nedir bilmem.” ,diyorsan.sen o zaman kazanırsın
Kardeşlerim,Bu yaşam tarzıdır. Allah, böyle bir hayat vaat etti. Bunun dışında Allah’ın bir vaadi yoktur. Bu Allah’ın Kur’an-ı Kerim’in ilk cüzlerindeki vaadidir. Kadir gecesindeki propagandalardan önce Kur’an’daki bu ayet var. “İslam, din, Şeriat, Allah, Peygamber” kelimelerinin denklemindeki hayat budur. Bunun dışında bir hayat yoktur. 
 İslam basiret dinidir. Müslüman basiretli insandır. Allah hiç kimseye yanlış şey söz vermemiştir. Allah’ın sözü budur. Başka bir sözü de yoktur. Ebu Cehil’in kırbacına karşı da sabredeceksin; propagandaya ve dininin hafife alınmasına karşı da sabredeceksin. Allah seni o zaman bak ne yapacak. Kardeşlerim, Kur’an-ı Kerim’imizin bir suresinden iki ayet okuduk. Bir başka suresinden de Allah’ın şu vaat ettiği şeyi; نْ َ نَاِر ِ َح َع ِن فَم ال حزْ ُز “Ateşten kurtulan.” dediği şeyi gerçekleştiren mü’min kullarına da Allah’ın davetiyesi var. Şimdi Râ’d Suresi’ne dönelim. Râ’d Suresi’nin 21. ayetini, şu biraz önce kalbimizdeki imanla ayarladığımız kulaklarımızla tekrar dinleyelim kardeşlerim. Davetiyemizdeki protokol maddelerini sayıyoruz. ُ ا لل ٰ َ َر م َ ا أ َ ِصُلوَن م َ َن ي ِذي ال َ و ْن َ َ ِ أ ِ َصَل ه ُو ي “Allah’ın ‘Dik durun’ dediği yerde dik duran kulları” شَ يََْ َ ْم و ُه َ ه َ َن ر ْ و “Rabbim Allah’tır, diye dikkat edenler” ْ َ ال ُسوء ََيَافُوَن َ ِب و َسا حِ “Kıyamette benim hesabım kötü olur diye endişe taşıyanlar” وا ُ َن َصَِب ِذي ال َ َ و “ve dayanabilenler, sabredenler” مْ ِ ِه ه َ َ ْجِ ر Rabbimin hatırı olsun diye” اْهِتَغاء و sabredebilenler.” Rabbimin hatırı diye bir derdi olanlar. Eşinde, çocuğunda, ülkesinde, şirketinde, vakfında, derneğinde, seyahatinde, namaz kıldığı camide; karşısına çıkanları aslında iki elinin arasında kıyma yapacak kadar kudreti olduğu hâlde ِ ِه م ا ب ربَ هِ ج وَ اءَغِت “Benim Rabbim Allah’tır, O’nun hatırı vardır. O hatır için sabrediyorum.” diyenler, yirmi sene eşinin çilesine bu niyetle katlananlar, çocuğunun katlanılmaz eziyetlerine karşı “Belki yirmi sene sonra namaz kılar, secde eder.” diye sabredenler. “Rablerinin hatırını umarak, Rabbinin hatırını kırmamak için sabredenler.” 

Tekrar yukarıdan alalım:
 -Allah’ın “Dik durun!” dediği yerde dik duranlar,
- “Rabbim var.” diye utananlar,
 -“Ahirette hesap veririm.” diye çekinenler, 
-“Rabbimin hatırı için sabrediyorum.” diyenler, 
-“namaz kılanlar”  
-“toplu, gizli, açık infak َِedenler
 َ-“ellerinden, dillerinden bir kötülük çıktığı zaman onu bir kenara bırakmayıp ‘üç günah işledim üç de sevap işleyim’ diye bir çırpınış içinde olanlar…” 

Bakınız, dikkat ediniz! Allah “günah işlemeyenler” demiyor. Rabbimiz biliyor ki; yüzlerce bankanın reklamına dayanmak zor, Müslüman bir kere faize batabilir. Allah, bunu biliyor. Onun için ne diyor? “Bir kere faize battım diye, iki kuruş kredi aldım diye elli kuruşu Allah yolunda infak edip bir tür kendisini cezalandırarak kötülüğe karşı iyilik bekçiliği yapanlar” رِ ََب ال دَا ْم ُعْق ُه ْولَِئ َك لَ ُ أ “Mutlu topraklar onların olacaktır, cennet bunlarındır.” Neresi bu mutlu diyar? نٍدْ عَ تُ َا جنَ Adn Cennetleri’ne Allah bunları koyacak. Kardeşlerim, Yukarıdaki ayetler “Ebubekir, Ömer, Osman, Uhud şehitleri, Bedir gazileri, ashabı kiram, tabiin, şeyhler, âlimler, şehitler…” diye saymamıştı. Ne saydı? Allah’ın “Dik durun!” dediği yerde dik duranlar, “Rabbimden korkarım” diyenler, “Benim ahiretim var, hesabım var.” diyenler, “Rabbimin hatırı olsun; sustum, sabrettim” diyenler, namaz kılanlar, infak edenler ve kötülüğe karşı iyiliğin savaşçısı olanlar bu mutlu diyara, mutlu topraklara gidecek. Sahabiler değil, sahabilerde de bunlar bulunduğu için sahabiler. Eğer sadece “sahabiler” deseydi biz ne yapacaktık? Bizim kapımız kapanmış olacaktı. Kapı bize de açık ve Allah’ın daveti, çağırması işte bizim için de geçerlidir.

Bu kadar mı? Bu kadar değil. مْ ِه َاِئ ْن آه َح ِم َ ْن َصَل َم و “Babaları ve dedelerinden işe yarar kim varsa onları da buluşturacağız.” ْم ِجِه ا َ ْزو َ أ َ و “Ve eşleri de yanlarında olacak.” مْ ِه َاِت ِي َذُر و “Çocuklarını da ayırmayacağız.” حَ َ ْن َصَل َم و ama “bu standartlarda olanlardan” Çağrıldığı yerin kıymetini bilenlerden. Kardeşlerim, Biz ne için bu kadar çileye katlanıyoruz? Rabbimin hatırı olsun “Sustum.” diyenler, Rablerinin hatırı diye bir hatır tanıyanlar, bunlar; çoluk çocuk, babaları, dedeleri, kendileri, eşleri, oğulları, kızları, torunları Adn Cenneti’nde yerleştiklerinde ne olacak? ْ ال ٍب َ َا لِ و ه ِن كُ ْ ِهم م ْد ُخُلوَن َعَلي َ َالَِئ َك ُة ي م Şimdi Kardeşlerim, Akşama kadar dinlediğimiz yetmiyormuş gibi bizi her akşam facia bombardımanı altına bırakan bu dünyanın gerçek akıbetinin ne olacağını Allah’tan dinliyoruz. “Hep filancalar eziliyor, hep bizim işlerimiz ters gidiyor.” propagandasına karşı cevabımız var. “Melekler bu babasıyla, dedesiyle, kayınpederiyle, amcasıyla, torunlarıyla, eşiyle koltuklara gerildiklerinde her taraftan kapıları açıp ‘Selamünaleyküm’ diyeceklerdir.” buyuruyor Allah. Ama ْم ?niye َصَِْبتُ ا َ ِم ُكم ه ْ ٌ َعَلي َسالَم “Şu dünyadaki sabrınızın karşılığı olan bu cennete hoş geldiniz.” ِر .Diyeceklerdir ََب ال دَا َ ُعْق ْعم نَِف “Bu ne muhteşem bir güzellik, ne güzel bir sonuç sizin için.” Kardeşlerim, Çağrıldığımız yerin sırrı; مْ ِ َما َصبَ ْرتُ ب Melekler “Sabretmenizin karşılığı olarak bulduğunuz bu sonuç, size kutlu olsun ey cennet ahalisi!” diyeceklerdir.

 Kardeşlerim, Bunun gereği olan sabrı ve ayetin bahsettiği azametli gerçekleri uygulayabilmeyi bize müyesser kılsın. Kardeşlerim, Birbirine hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler; kurtulanlardır.  Kardeşler, Allah’ın vaadi haktır. Yüzde yüzden fazla haktır. Allah mübalağa etmez, oyalamaz, teselli için konuşmaz. Allah hakkı ve hakikati söyler, acı ama gerçeği söyler. İşte Allah’ın Al-i İmran ve Râ’d Suresi’ndeki bize bildirdiği mesajı budur. Kardeşlerim, Allah bütün mü’minler olarak bizi çağırmıştır. Bu çağrıyı bugün duyduk. Kesinlikle bu duyduğumuzu melekler kaydettiler. Ya hafızamızı kaybedip Al-i İmran Suresi’nin gerçek tablosunu çizdiği ve “Ancak sabrederek bunun adamı olabilirsiniz.” dediği gerçekleri yok kabul edeceğiz - Maazallah- ya da “Hayatın gerçeği budur, bu dünyanın sosyal veya faşist bir gerekçesi olmaz. Hiçbir şekilde güvencesi olmaz. Bu dünya sonuç bulma yeri değil, sonuca kavuşma yeridir. Sadece bu dünya basit bir aldanma ve tuzak merkezidir.” diyeceğiz. Gerçeğe göre mü’min olacağız inşallah. 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

19 Ağustos 2015 Çarşamba

514. 4 FORMÜL

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Yaptığımız işlere Allah-u Teala'nın değer vermesi için 4 Formül:

1. Yaptığın iş ihlaslı olacak; sadece ALLAH istedi diye yapacaksın.Başkasının yanında başka; yanlızken başka olmayacak.

2. Yaptığımız iş Resulullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ashabının yaptığı iş olacak; Senin yaptığın veya icat ettiğin şeyle sevap kazanılmaz.

3. Dengeli iş yapacaksın. Gereken ve senin takatinle uyumlu olan bir iş olacak. Zor iş illa sevap olacak değildir.

4. Amellerimizi korumak zorundayız. Amellerimizden emin olmayacağız ama umudumuz arş-ı ala kadar olacak. Boynumuz bükük, günahlarımızı bilerek, itiraf ederek umut taşıyacağız.


Nureddin Yıldız Hoca'nın "Boş İşler" videosundan alıntıdır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

16 Ağustos 2015 Pazar

513.SÜNNETE UYGUN İBADET-29-Kargaşa Ve Fitne Zamanında İbadetin Fazileti

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

1369. Ma'kil İbni Yesâr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ortalık kargaşa içindeyken ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir."
[1]

* Fitne ve kargaşalıkların çoğaldığı dönemlerde müslümanın yine Allah'a kulluk ve ibadetini aynı tempoda devam ettirmesi çok zordur, böyle dönemlerde insanlar, ibadet ve kulluk görevlerini yerine getirmekten gafil olurlar, bundan dolayı peygamberimiz (s.a.v.) böyle zamanlarda ibadet ve taate aynı şekilde devamı becerebilen kimseler adeta bana hicret etmiş gibi sevap kazanırlar buyurmaktadır.

Yine başka bir hadiste de böyle fitne zamanlarında sünnete uyan kimselerin yüz şehid sevabı kazanacaklarını öğreniyoruz. Fitne zamanında meydana gelecek hadiseleri yine hadislerden öğrenmek gerekirse şöylece özetleyebiliriz:

Fitne zamanında din lafta kalır. 

Fitne zamanında eve ve dağa çekilmek gerekir. Fitne zamanında herkes kendi görüşünü beğenir, cehalet artar ve şaşkınlık meydana gelir.
 Fitne zamanında irtidat = dinden dönmeler çoğalır.
 Fitne zamanında öldürme hadiseleri artar. Fitne zamanında kişi kendisiyle ilgilenmeli, başkasının sapıklığının ona zarar vermemesi gerçeğini bilmelidir.[2] 
Fitne zamanı öldürmektense ölmeyi tercih etmenin gerektiği de bilinmelidir.
 Fitne zamanında ölüm istenir, ganimet helal sayılır.
 Fitne zamanı yalan ve zenginlik artar, ümmeti helak edecek belanın fitne olduğu hadis kitaplarımızda yazılıdır.[3]

sadakat.net/riyazus-salihin- 239) Kargaşa Ve Fitne Zamanında İbadetin Fazileti

[1] Müslim, Fiten 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 31; İbni Mâce, Fiten 14.
[2] Bkz. Maide: 5/105.
[3] Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 393.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

14 Ağustos 2015 Cuma

512.SÜNNETE UYGUN İBADET-28-Her Ay Üç Gün Oruç Tutmak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

1261. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Dostum sallallahu aleyhi ve selllem bana şu üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, iki rek'at kuşluk (duhâ) namazı kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını edâ etmeyi tavsiye etti.[1]

1262. Ebü'd–Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi:

Sevgilim sallallahu aleyhi ve sellem bana, yaşadığım sürece asla terketmeyeceğim üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, kuşluk namazını kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını eda etmeyi tavsiye etti.[2]

1263. Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:

"Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek demektir."[3]

* Bu hükümler her hayırlı işin en az on kat sevap ile değerlendirileceği esasına dayanır. [4]

1264. Muâze el–Adeviyye'den rivayet edildiğine göre kendisi, Hz. Âişe'ye:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, her ay üç gün oruç tutar mıydı? diye sordu. Âişe:

– Evet, dedi. Bu defa Muâze :

– Ayın hangi günlerinde tutardı? diye sordum, diyor. Âişe:
– Ayın hangi günlerinde tutacağına pek ehemmiyet vermezdi,
cevabını verdi.[5]

1265. Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"(Ey Ebû Zer!) Ayda üç gün oruç tutacağın zaman, on üç, on dört ve on beşinci günleri tut."[6]

1266. Katâde İbni Milhân radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize eyyâm–ı bîz'da, ayın on üç, on dört ve on beşinde oruç tutmayı emretti.[7]

1267. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazarda ve seferde eyyâm–ı bizı oruçsuz geçirmedi.[8]

* Tavsiyesi ile yaptıkları arasında tam bir uyum olan Rasûlullah (s.a.v.)’ın nafile oruçlarla alakalı tavsiye ve yaptıkları böylece gözler önüne serilmiş oldu. Farzların yanı sıra yapılması gereken bu tür nafile ve tatavvu 
(Sözlükte "teberru" anlamına gelen tatavvu', dinî bir kavram olarak, farz ve vacip olmayan ibadetleri ifade etmektedir. Hanefîlere göre tatavvu', farz ve vaciplerin dışında meşru kılınan ibadet ve taatlardır. Nafile, mendûb, müstehab tatavvu'un kapsamına girmektedir.)ibadetlerle de kişi Allah’a yaklaşmaya ve sevabını artırmaya çalışmalıdır. [9]


sadakat.net/riyazus-salihin- 230) Her Ay Üç Gün Oruç Tutmak

[1] Buhârî, Savm 60; Teheccüd 33; Müslim, Müsâfirîn 85. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 7; Nesâî, Sıyâm 81, Kıyâmü'l–leyl 28.
1140’da geçmişti.
[2] Müslim, Müsâfirîn 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir.
[3] Buhârî, Savm 59 ; Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 78, 82.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 367.
[5] Müslim, Sıyâm 194. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 70; Tirmizî, Savm 54; İbni Mâce, Sıyâm 29.
[6] Tirmizî, Savm 54. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84.
[7] Ebû Dâvûd, Savm 68. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84; İbni Mâce, Sıyâm 29.
[8] Nesâî, Sıyâm 70.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 367.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

511-SÜNNETE UYGUN İBADET-27-Pazartesi – Perşembe Orucu

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu iki bölümdeki on hadisten, Rasulullah’ın doğduğu, peygamber olduğu ve vahyin ilk geldiği günün Pazartesi olduğunu, amellerin Pazartesi ve Perşembe günleri Allah’a arzedildiğini, Rasulullah’ın her aydan üç gün oruç tutmayı, kuşluk ve vitir namazını tavsiye ettiğini ve bu üç günlük orucu herhangi bir günde tuttuğunu ve kameri ayların 13, 14, 15.’inde tutulmasını emrettiğini ve kendisinin de bizzat bu günlerde tuttuğunu öğreneceğiz. [1]

1258. Ebû Katâde radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e pazartesi günü oruç tutmanın fazileti soruldu. O da şöyle buyurdu:

"O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür."[2]

1259. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Pazartesi ve perşembe günleri ameller (Allah'a) arz olunur. Ben, oruçluyken amellerimin arz olunmasını isterim."[3]

1260. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazartesi ve perşembe günleri orucuna özen gösterirdi.[4]

* Amellerin haftada iki sefer Allah’a arzolunduğu ve cennetin kapılarının da aynı günler açıldığı[5] gerçeğine dayanarak bu günleri oruçlu geçirmek nafile ibadetler cümlesinden olarak güzel görülmüştür. [6]
sadakat.net/riyazus-salihin- 229) Pazartesi – Perşembe Orucu

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 366.
[2] Müslim, Sıyâm 197, 198.
[3] Tirmizî, Savm 44. Ayrıca bk. Müslim, Birr ve's–sıla 36 (ancak burada oruçla ilgili kısım yer almamaktadır); Nesâî, Sıyâm 70.
[4] Tirmizî, Savm 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd 60; Nesâî, Sıyâm 70; İbni Mâce, Sıyâm 42.
[5] Müslim, Birr ve’s-Sıla, 35.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 366.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

12 Ağustos 2015 Çarşamba

510."NİYET"hadisi

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Mü'minlerin emîri Ebü Hafs Ömer ibni Hattab radıyallahu anh, Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim, dedi:

"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah'a ve Resülü'ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah'a ve Resülü'ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir."[1]

Açıklamalar :

"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir" hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebü Davud, Tirmizî, Darekutnî gibi büyük alimler, bu hadisle, İslamiyet'in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmam Şafiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmam Buharî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.

Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir işi Allah rızası için yapmayı kalbden geçirmektir. İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır. Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.

Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazen başlı başına bir ibadet olur.

Ameller yani yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşru olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmesi de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur.

Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.

Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. Çünkü Allah Teala bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.

Abdullah İbni Ömer'in alim ve zahid oğlu Medine'nin yedi fakihinden biri olan Salim, halife Ömer İbni Abdülaziz'e yazdığı mektupta şöyle demişti:

"Şunu iyi bil ki, Allah Teala'nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah'ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah'ın yardımı da o kadar azalır."

Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. 


Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlas ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Mesela insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekat vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü'minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekat vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü'min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur.

İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misalle ortaya koymuştur. Bu hadis-i şerife göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teala ona ne yaptığını sorduğunda:

- Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenab-ı Hak ona:
- Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur'an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
- İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızanı kazanmak için Kur'an okudum, diyecek. Allah Teala ona:
- Yalan söyledin. İlmi, sana alim desinler diye öğrendin. Kur'anı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.


Hadis-i şerifin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, "cömert adam" desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir.[2]

Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Mesela yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.

Hadis-i şerifimizde "Kimin niyeti Allah'a ve Resülü'ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah'a ve Resülü'ne hicret sevabıdır" buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah Teala'nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel manada hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:

"Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir" buyurur.[3]

Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kafirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslam yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashabı, Mekke'den Medine'ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ue sellem'in söylemek istediği şudur:

Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah'ın rızasını kazanmayı ve Resülullah'ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbul olmuştur; Allah ve Resulü'ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teala şöyle belirtmiştir:

"Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun ahirette bir nasibi olmaz". [4]

Bu hadis-i şerifin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:

Sahabîlerden biri, Ummü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine'ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahabîye, niyeti ciddi ise Medine'ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke'deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahabî Ümmü Kays'la evlenmek arzusuyla Medine'ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahabîler, Ümmü Kays'ın muhaciri anlamında "Muhaciri Ümmü Kays" diye takıldıkları o zatın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadis-i şerifle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.

Hadisten Öğrendiklerimiz:

1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini kullanmamalıdır.
5. İhlas, niyet sağlamlığı demektir.

http://www.enfal.de/hadisler/niyyet.htm

[1] Buharî, Bed'ü'1-vahy l, İman 41, Nikah 5, Menakıbu'l-ensar 45, İtk 6, Eyman 23, Hiyel l; Müslim, İmaret 155. Ayrıca bk. Ebü Davud, Talak 11; Tirmizî, Fezailü'l-cihad 16; Nesaî, Taharet 60; Talak 24, Eyman 19; İbni Mace, Zühd 26
[2] Müslim, İmare 152
[3] bk. 1569 nolu hadis
[4] Şura süresi (42), 20

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR