31 Ocak 2015 Cumartesi

434.NAMAZIN İÇİNDEKİ SECDEDE DUA EDEBİLİR MİYİZ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Namazda secdede iken yapılan dualar, makbul dualardır. (C. Sağîr)

Kulun, rabbine en yakın olduğu hal secde ettiği haldir. Bu nedenle secdenizde çok dua ediniz!” (Müslim) 

Bu hadislerdeki müjdeyi biliyoruz peki amel etmek istesek bunu nasıl yapacağız ?


 Ahmet Mahmut Ünlü bir sohbetinde bir kolaylıktan bahsetti; ben uygulayacağım inşallah. Sizinle de paylaşmak istedim.

"Namazın içinde Türkçe dua edemeyiz ama Arapça dua da bilmiyoruz o zaman sünnet veya nafile namaza niyet etmeden önce kalbinde niyetini tutar; duanı eder sonra secdeye vardığında aşağıdaki zikirlerden bir tanesini okursun.

**3 kere Ya Erhamerrahimiyn 

**5 kere Rabbena 

**Ya Hayyu ya Kayyum ya Zel Celali vel İkram

**4 kere Ya Rabbi
 
**3 kere Rabbi 

** Ayrıca Secdede  3 kere "Rabbiğfirli" denilmesi tövbe etmenin güzel ve etkili bir yoludur. 


Bunlardan biri yapılsa yeterlidir.
Açıktan hacetini söylemesine gerek yoktur."

Önemli not:Bu zikirleri sadece sünnet ve nafile namazların secdelerinde yapabiliyoruz.

Allah (Celle celaluhu) kabul etsin. Amin.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Ocak 2015 Cumartesi

429.NASIL DUA ETMELİYİZ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Duâ, Ruhun gıdası, kalbin nuru, ibâdetlerin özüdür. Duâ, ızdırapların, maddî ve manevî dertlerin şifa kaynağıdır. Duâ, ümit ve huzur menbaıdır. Yaşama aşkını dirilten bir rahmettir. Duâ, hayrı çeker, belâ ve zararı defeder.
Duâ, insanı belâdan korur, inmiş ve inecek musîbetlere karşı bir kalkandır. Belâların etkisini azaltır, Allah'ın kaderini hafifletir.


Sevgili Peygamberimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Duâ, rahmet kapılarının anahtarı, mü'minin silâhı, dinin direğidir. Duâ, ibadettir, ibâdetin özüdür. (Sünen-i Tirmizi) buyurmaktadır. 

Ayet ve hadislere göre dua etmenin usul ve adabı şu şekildedir:
 
Duâ, mutlaka kabul olunacak bir ibâdettir. Ancak duayı Peygamberimizin yaptığı ve bildirdiği şu şartlara uygun olarak yapmak lâzımdır: 


1- Vücud, helal kazançla alınmış, helal gıdalarla beslenmelidir. (İbn Kesir, Bakara, 168 tefsiri) 


2- Abdestli olmalı, Kıbleye yönelinmeli ve eller semâya açılmalıdır. (Tirmizî, İbn Mâce, Ebû Dâvud) 


Selman-ı Farisi(radıyallahu anh) Resulullah’ın  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: 
"Muhakkak Rabbimiz hicap edici ve Kerim’dir. Kulları ellerini dergah-ı izzetine kaldırdıkları zaman o elleri boş çevirmekten hayâ eder." (Tirmizi) 


3- Duaya eûzü-besmele, Allah'a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm ile başlanmalıdır. (Sünen-i Tirmizî) 

4- Zulümler terkedilmeli ve tövbe edilmelidir.


Duanın kabul olunmasının temeli edeptir ki o da, tevbe etmek, bütün varlığıyla Allah Teala’nın ibadetine yönelmektir. 
Malik Bin Dinar (ra) şöyle demiştir: 
İsrailoğullarında büyük bir kıtlık meydana geldi. Birkaç defa yağmur duasına çıkmalarına rağmen, yağmurun yüzünü göremediler. Bunun üzerine Allah Teala, peygamberlerine şöyle vahiy gönderdi: ‘Onlara söyle ki, sizler necis bedenlerinizle benim huzuruma geliyorsunuz. Kana boyanmış ellerinizi benim dergâhıma uzatıyorsunuz. Mideleriniz haramla dolu olduğu halde geliyorsunuz. Şimdi ise benim gazabım sizin üzerinize daha da artar. Bu durumda bana gelmeniz sizi gittikçe benden uzaklaştırır; (bu söylediklerimden tevbe eder gelirseniz, o zaman size rahmet ederim. Aksi takdirde rahmetin yüzünü göremezsiniz. (İhya-i Ulum’id-Din) 


5- Günahı gerektirecek isteklerde bulunulmamalı ve acele edilmemelidir. Zîra, Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle müjdelemektedir:
"Yeryüzünde Allah'a duâ eden her bir mü'minin Allah (cc) (ya duasını kabul ederek) ona istediğini verir. Ya da isteğine eş değerde olacak bir kötülüğü ondan giderir. Veyahut âhirette karşılığını bulur..." (R- Safihîn) 

Duâ eden, duasının yararını ya hayatında, ya da âhirette muhakkak görür. 

6- Duâ ihlasla ve ısrarla yapılmalıdır. Zira; Resûlullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)üçer defa duasını tekrar ederdi. (Ebû Dâvud, İbn Sünnî) 

“İbn Mesut (ra) Hz. Peygamber’in, dua ettiği zaman duasını üç defa tekrarladığını, Allah’tan istediği zaman istediğini üç defa tekrarladığını söylemektedir.” (Müslim) 

“Herhangi biriniz acele etmedikçe duası Allah tarafından kabul olunur. Acele etmek şu demektir: ‘Ben dua ettim, duam kabul edilmedi.’ Bu nedenle ey Allah’ın kulu! Dua ettiğin zaman Allah’tan çokça iste. Çünkü sen Kerim ve cömert bir zattan istiyorsun.” (Müslim ve Buhari) 


7- Diğer müslümanların aleyhine ve zararına isteklerde bulunulmamalıdır. Ailesine, çoluk-çocuğuna ve malına beddua etmemelidir. (A'raf, 55-56. R. Salihin) 


8- İslama aykırı isteklerde bulunulmamalıdır. 


9- Duâ esnasında bağırıp-çağırmamalı ve zoraki edebî sanat gösterilerinde bulunulmamalıdır. Baş göğe dikilmemeli, Allah'a yalvarmalı, O'ndan korkarak ve umarak duâ edilmelidir. 
(Enbiya, 90. A'raf, 55) 


“Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez.” (Araf, 55) 
Kur’an-ı Kerim’de mealen buyruluyor ki: 
“İhlaslı olarak dua edin!” (Mümin, 65) 


Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) duayı kafiyeli söylemek suretiyle ifrata kaçmayı şu hadisiyle yasaklamıştır: 
Duada seci’ (kafiyeli okumaktan) yapmaktan kaçının. “Ey Allahım! Ben senden cenneti isterim ve cennete yaklaştırıcı söz ve amelleri isterim. Cehennemden sana sığınırım. Ona yaklaştırıcı söz ve amellerden de sana sığınırım.” demeniz kafidir. 


10- Beş vakit farz namazın ardından yapılacak duâ ile gece yarısından sonra (seher vakti) yapılacak duâ müstehap olacak duaların başındadır. (Süneni Tirmizi, Müslim) 

11- Ezanla farz namaz için getirilen ikâmetler arasında yapılan dualar, makbul dualardır.
(Buhari)


Ebu Hureyre (ra) şöyle der: 
“Gök kapıları Allah yolunda, Allah’ın düşmanlarıyla çarpışanların safları düşman saflarına yaklaştığı zaman açılır ve yine o kapılar, yağmur yağdığı zaman, farz namazlar için kamet edildiği zaman açılırlar. Bu bakımdan bu vakitlerde dua etmeyi bir ganimet bilin.” 


12- Namazda secdede iken yapılan dualar, makbul dualardır. (C. Sağîr) 

Kulun, rabbine en yakın olduğu hal secde ettiği haldir. Bu nedenle secdenizde çok dua ediniz!” (Müslim) 

13-  Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsıyla dua edilmelidir.

14-
Şerefli Vakitleri Gözetmeli.
Senenin Arefe gününü, aylardan Ramazan ayını, haftanın Cuma gününü ve saatlerin de seher vaktini gözetmeli. 
   Ramazan geceleri, Ramazan ve Kurban bayramları geceleri, Mîraç, Berât ve Kadîr geceleri de duaların daha çok makbul olduğu vakitlerdir.


Cuma günü yapılan dualar, makbul dualardır. (İbni Mâce) 

15- Mazlumun bedduası, misafirin duası ve ana-babanın çocuğuna duası makbul dualardır. (Tirmizî) 

16- Hastanın, oruçlunun iftar vaktindeki duası, ihramlının duası ve bir müslümanın diğer müslüman, kardeşine gıyabında yaptığı dualar makul dualardır. 


“Oruçlu bir kimse’nin duası geri çevrilmez.” (Tirmizi) 

17- Kim, musibet, ve şiddet zamanında duasının kabul edilmesini severse, genişlik zamanında çok duâ etmelidir. (Tirmizi, Hâkim el-Müstedrek) 

18- Peygamberlerden ve ashaptan nakledilen dualarla duâ edilmelidir. 


19- Yukardaki şartlardan sonra yapacağı duanın mutlaka kabul olunacağı inancıyla canı gönülden, ihlasla duâ edilmelidir. Dalgın ve ne istediğini bilmeyen bir kalble duâ edilmemelidir." (Tirmizî) 

“Kabul edileceğine yüzde yüz inanarak Allah Teala’ya dua ediniz ve biliniz ki, muhakkak Allah Teala, gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” (Tirmizi) 

“Dua edenin ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür yahut ahirette mükâfatını bulur.” (Deylemi) 


20- Duaya başlarken olduğu gibi, bitirirken de Allah'a hamd ve resulüne salât ve selâm ile bitirilmelidir.

21- Duâ sonunda âmin diyerek eller yüze sürülmelidir. 


Yukarıdaki izah ettiğimiz şekilde duâ edildiğinde Cenabı Hak, isteyenin, duâ edenin ve kendisine yalvaranın duasını kabul edeceğini Kur'an-ı Kerim'in Bakara Suresinin 186. ayetinde açıkça beyan etmektedir.

Kul, kendisine en yakın olarak Allah'ı bulmalı ve hiç unutmamalıdır...
Duanın kabulü ve Allah'ın rızasını almak için, hayatımızı İslam'a göre düzenlemeli ve yaşamalıyız ki, Allah'tan istemeye yüzümüz olsun...



Sonuç olarak; dua ederken, evvelâ Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceğine gönülden inanarak ve gerçekten güvenerek dua edilmelidir.  Allah’ın hazinesi çok geniştir ve O’nun her şeye gücü yeter. Onun için dua ederken istekler yüksek tutulmalı ve O’ndan yüce şeyler talep edilmelidir. Sadece dünyalık değil ; hem dünyamız hem ahiretimiz için istenmeli. Meselâ, Allah’tan Cennet yerine Firdevs istenmelidir. Bu şekilde dua etmeyi bize Allah Resûlü öğretmektedir.

Biz Allah-u Teala'nın kudret ve kuvvetini bilerek O’nun herşeye gücünün yeteceğini bilerek O’ndan istiyoruz. Bu, sadece dua etmek ve hâlimizi arz etmek değildir, acziyet ,tevazu içinde halini derin hisler içinde Cenâb-ı Hakk’ın bütün esmâ-i hüsnâsıyla ifade edilmesi demektir. İşte böyle bir dua, samimi bir kulluktur ve kat’iyen reddedilmez.

Ayrıca dua ederken insan özenerek dua etmelidir. Bizler kul olarak Rabb’imize öyle gönülden yalvarmalıyız ki, bu yalvarışlar Rabb’in rahmetini harekete geçirsin ve Cenâb-ı Hak da Kendine yakışanı yaparak, bu dualarımızı kabul etsin.

Bizler hiçbir zaman duayı bırakmamalıyız. Allah-u Teala mutlaka insanların sesini duyar ama onlar, bazen yanlış şeyler isterler, Allah da o istedikleri şeyi vermeyip haklarında daha hayırlı olanı lütfeder. Bediüzzaman’ın ifadesiyle kul, bir erkek evlâdı ister, Allah ona Hz. Meryem gibi onun için daha hayırlı olacak bir kız evlâdı verir.

sorusor cevapbul.com ve (Dualar ve Zikirler, İmam Nevevi) nden faydalanılmıştır.


445.KUR’AN’DA DUA ÖRNEKLERİ: Peygamber Duaları
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

22 Ocak 2015 Perşembe

428.RABBİMİZİN cc 25.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!
'Allah, kendisinden başka ilâh olmadığına şahittir. Melekleri ve adalet sahibi âlimler de O'ndan başka ilâh olmadığına şahittir. O, her şeye hükmü geçen ve her işini hikmetle gerçekleştirendir. Hiç şüphesiz Allah katında gerçek din İslâm'dır.' Âl-i İmrân 3/18-19.


'Her kim İslâm'dan başka bir dine yönelirse bu ondan asla kabul edilmeyecek ve o âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.' 
O, güzel olan her şeye cenneti müjdelemiştir.
Kim Allah'ı ihlâs ile tanır ve O'na itaat ederse kurtulur.
Kim hakkı tanır ve ona tâbi olursa azaptan emin olur. Bâtılı tanıyıp ondan sakınan başarıya kavuşur.
Her kim dünyayı ve şeytanı tanıyıp onları reddederse saadete erer.
Kim âhireti tanıyıp onu talep ederse hidayete kavuşur. Şüphesiz Allah dilediğini hidayete erdirir. Hepiniz sonuçta O'na döndürülürsünüz.
 Al-i Imrân 3/85.


Ey âdemoğlu! Allah rızkına kefil olmuşken senin rızık için çektiğin bu uzun süreli endişen neden? Allah, verdiğinin yerini dolduracak olduktan sonra bu cimriliğin niçin? Şeytan Allah'ın düşmanı iken bu gafletin neden?
Allah'ın cezalandırması cehennemle olacağı halde senin keyif içinde olmanın sebebi ne?
Allah'ın hayır sahiplerine mükâfatı cennet olduğu halde, senin isyan halinde olman niçin?
Her şey benim kaza ve kaderimle meydana geldiği halde bu sabırsızlık ve feryadın niye?


'Biz her şeyi takdir edip kitaba yazdık ki, elinizden çıkana tasalanmayasınız ve O'nun size verdiği ile de sevinip şımarmayasınız. Allah çok böbürlenen kibirli kimseleri sevmez.' Hadîd 57/23.


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

20 Ocak 2015 Salı

HACI VEYİSZADE HZ. ÇOCUKLAR İÇİN DUASI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

EY RABBİMİZ!!!

Bizi birbirinden güzel evlatlarla sevindirdin nimetlendirdin şefkatin en tatlısı ile tanıştırdın; Sana sonsuz hamd-ü senalar olsun. 


Onların emanet olduğunu, asıl sahiplerinin sen olduğunu bize unutturma.

Onları önce ve daima Senin kulun oldukları bilinci ile yaşat.

Sana asi olmaktan onları yine Sen koru Allah'ım. Emir ve yasaklarına gönüllerinde hiç bir sıkıntı duymadan tabi olmaya onları muvaffak et. 

Senin emirlerini herşeyin üzerinde tutacak bir iman ve teslimiyet ver.

Allah'ım yavrularımızı Kur'an'ı, Senin razı olacağın şekilde okuyan anlayan yaşayan kullarından eyle. 

Kur'an'ı hayatlarının merkezine almayı,hayatlarının her aşamasında onu rehber edinmelerini,Kur'an'a hizmet etmeyi nasip et
.

Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! yavrularımızı imanla yaşat imanla öldür.

Hayatı onlar hakkında seni arayıp bulmanın vasıtası, ölümü rahmetine kavuşmanın basamağı eyle.

Onları mü'min ferasetiyle donat. Allah'ın dostlarını dost edinmeyi, Allah düşmanlarını düşman bilmeyi nasip et. 

Hakkı hak olarak bilip ittiba etmeyi, batılı batıl olarak görüp içtinap etmeyi (sakınmak) de nasip et Allah'ım!

Onlara gözlerinin gönüllerinin aydınlığı olacak,dinlerini takviye edecek, iki dünyada refakat edecek, hayırlı eşler nasip et.

Senin verdiğin yeteneklere uygun, insanlara faydalı olacakları helal rızık kazanabilecekleri hayırlı meslekler ve o mesleklere ulaştıracak hayırlı okullar nasip et. Dünyayı çocuklarımız için nihai hedef yapma.

Dünyalarını ahireti unutmadan yaşamayı nasip et.

Onların sahibi Sensin Yavrularımıza sahip çık Allah'ım.


Daha detaylı bir dua için aşağıdaki linke bakabilirsiniz.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Ocak 2015 Pazartesi

426.İSTİÂZE (Allah-u Teala'ya sığınmak)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İstiaze, sözlükte, "sığınmak, korunmak" anlamına gelir.

 Dînî bir terim olarak ise, "kötülüklerden Allah’a sığınıp O’ndan yardım isteme" anlamında kullanılmaktadır.(1)

Bir mü’min Allah’a sığınmak istediğinde “eûzü, maazallah” (Allah’a sığınırım), “neuzü billah” (Allah’a sığınırız) der. Besmele, "Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla” anlamına gelen “Bismillahirrahmanirrahim" cümlesinin adıdır. “Eûzü besmele” ise “kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” anlamındaki “eûzü billahi mineşşeytâni’r-racim”cümlesiyle besmelenin ortak adıdır.

Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber  
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e başta şeytanların vesveseleriyle kalpleri kin ve buğz dolu olanların ve hiçbir delile dayanmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların kötü niyet ve davranışları olmak üzere, çeşitli şerlerden istiâzede bulunması (Allah’a sığınması) emredilmiştir.(2) Hz. Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bütün kötü sıfatlardan, şeytanın vesvesesinden, fayda vermeyen işlerden, dünya ve ahirette insana eziyet veren şeylerden Allah’a sığınmış, bu amaçla daha çok İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini okumuş, bunu sahabe-i kiram’a da tavsiye etmiştir.(3)

Ayrıca Hz. Nûh 
(Aleyhisselam) bilmediği şeyi istemekten,(4) Yusuf  (Aleyhisselam) kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında cereyan eden olaylarda hataya düşmekten,(5) Musa  (Aleyhisselam) kavmine karşı alaycı bir tavır sergilemekten(6) ve ahirete inanmayan kibirlilerle(7) onların düşmanlıklarından(8) Allah’a sığınmışlar ve O’nun yardımını istemişlerdir. Yine Kur’anda İmrân’ın eşinin(9) ve kızı Hz. Meryem’in(10) Allah’a sığındıklarından bahsedilmektedir. Cin Sûresi’nin 6. âyetinde ise bazı kişilerin bir kısım cinlere sığındıkları haber verilmekte ve böyle bir davranışın yanlışlığı anlatılmaktadır.

Nahl Sûresi’nin 98. âyetinde yer alan; "Kur’an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığın." emrinden, âlimlerin bir kısmı vücub hükmünü çıkarmışlarsa da âlimlerin çoğunluğu bunun müstehab olduğu ve Kur’an okumaya başlamadan önce istiâzede bulunulmasının daha uygun olacağı görüşünü benimsemişlerdir. Ayrıca Kur’an okurken meydana gelebilecek hatalardan Allah’a sığınma arzusu da bunu gerektirir.

Namazda istiâze Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre birinci rek’atta, Şafiîlere göre her rek’atta sünnettir. Malikîlere göre ise nafile namazlarda gizli okunmak kaydıyla sünnet, farz namazlarda ise mekruhtur. Cemaatle kılınan namazlarda imama uyan kimse istiâzede bulunmaz. Çünkü istiâze namaz için değil, Kur’an okumak için gereklidir. Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel’e göre istiâze namazda sessiz okunur. Şafiî’ye göre ise âşikâre (açıktan) okunan namazlarda istiâze sesli okunabileceği gibi sessiz de okunabilir.

Namaz dışında Kur’an okurken dinleyicinin bulunması halinde istiâzenin aşikare yapılması gerekir. Çünkü kıraatin sesli olacağının ilanı için buna ihtiyaç vardır.(11)

İstiâze, "eûzü billahi mine’ş-şeytâni’r-racim" şeklinde olabileceği gibi,(12) "eûzü billahi’s-semîi’l-alimi mine’ş-şeytâni’r-racim" cümlesiyle kıraate başlamak da caizdir. Zira Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den sabah vakitlerinde Haşr Sûresi’nin son üç ayetini "eûzü billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racim" cümlesi ile başlayarak okumanın fazileti hakkında hadisler rivayet olunmuştur.(13) Bu rivayetlerin etkisiyle olsa gerek ki, bazı İslâm ülkelerinde özellikle sabah namazının ardından okunan Haşr Sûresi’nin son üç ayetine söz konusu istiâze ile başlamak gelenek haline gelmiştir.

İslâm öncesi Araplar bir işe başlarken bazen Lât ve Uzza gibi putların adını anarak, bazan da "bismikellâhümme" diyerek "Allah’ın adıyla" başlarlardı. Bu âdet İslâm’ın ilk yıllarında da sürmüşse de, Neml Sûresi’ndeki besmele ayeti(14) nazil olduktan sonra besmele son şeklini almış; Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatı boyunca hep bu ibareyi kullanmış,(15)

"Besmele ile başlamayan her iş bereketsiz ve güdüktür."(16)

buyurarak, gerek dünya gerek ahiretle ilgili olsun her önemli ve meşru işe besmele ile başlanılmasını tavsiye etmiştir. Bir Müslüman herhangi bir işe başlamadan önce besmele çekmekle "Nefsim veya başka bir varlık adına değil de Allah’ın adına, O’nun hoşnutluğunu kazanmak için, O’nun izni ve yardımı ile başlıyorum" demek ister, O’nun Rahman ve Rahim isimlerinin tecelli etmesini bekler. Böylece hem dünya hem de ahiret mutluluğunu dilediğini, başladığı işi başarıyla yerine getirebilmesi için gerekli olan güç ve kudretin Allah tarafından ihsan edilmesini temenni ettiğini ve kendisinin devamlı olarak O’nun yardımına muhtaç olduğunu bildirmiş, O yüce yaratıcının yardımını celbetmiş olur.

Böylece İslâm’ın bir sembolü, her iyiliğin anahtarı ve Allah’ın kullarına bir ihsanı olan besmele ile uluhiyyet ve ubudiyyet arasında sevgiye dayalı bir bağ ve manevî bir köprü oluşmaktadır.


Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde, insanı üzen, ona sıkıntı veren her şey için Allah'a sığınma telkin edilir. Bazı ayetler şunlardır:

"Musa da Firavun'a ve onun kavmine şöyle dedi: Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım" (el-Mü'min, 40/27).


"Şüphesiz beni taşlamanızdan, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım" (ed-Duhân, 44/20);


"Ya... Musa; câhillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti" (el-Bakara, 2/67);

"Nuh, dedi ki: Ey Rabbim! Bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi Sen'den istemekten Sana sığınırım" (Hûd, ll/47);


"Meryem; Ben senden, Rahman olan Allah'a sığınırım. Eğer Allah'tan korkuyorsan bana dokunma, dedi" (Meryem, 19/18). Hz. Meryem, yanına insan şeklinde gelen melekten korkarak böyle dua etmişti.

"Ey Muhammed! de ki: Rabbim! Şeytanların vesvesesinden sana sığınırım. Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana sığırınım." (el-Müminûn, 23/97, 98);


"Ey Muhammed! de ki: Cin ve insanlardan olan ve insanların kalblerine vesvese veren, o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Rabbi, insanların mâliki ve insanların mâbudu olan, Allah'a sığınırım " (en-Nâs, 114/ 1-6);

"Ey Muhammed! De ki: Sığınırım, sabahın Rabbine; yarattıklarının şerrinden, çöktüğü vakit karanlığın şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden, haset ettiği vakit, haset edenin şerrinden" (el-Felâk, 113/1-5).

Diğer yandan Hz. Peygamber'in istiâze duasını okuduğuna dair pek çok hadis nakledilmiştir."Koğulmuş, taşlanmış şeytandan Allah'a sığırınım" duası, bazı rivayetlerde "... her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığırınım" ilâvesiyle nakledilmiştir (bk. Buhârî, Bed'ü'l-Halk, II, Edeb, 76; Müslim, Birr, 109, 110; Ebû Dâvud, Salât, 18, 119, 120, 122; Tirmizî, Mevâkît, 65, Sevâbu'l-Kur'ân, 22; ed-Dârimî, Salât, 33, Fadâilü'l-Kur'ân, 22; Ahmed b. Hanbel, III, 50, V, 26, 253).

Hz. Peygamber'in dualarında, insana sıkıntı ve üzüntü verecek, onu zarara sokacak, dünya ve ahirette zillete düşürecek birçok konularda Allah'a sığındığını görmekteyiz. O'nun cehennemden; cehennem ateşinden; kabir fitnesinden; her şeyin ve her canlının şerrinden, nefsinin şerrinden; yoksulluk ve borcun galebe çalmasından; tembellikten, küfürden, kötü ahlâk, iş ve heveslerden; kederen ve çok yaşlılıktan; yangın ve sel felâketinden Allah'a sığınması bunlar arasında sayılabilir (Geniş bilgi için bk. Buhârî, Deavat, 35-46, Et'ime, 28, Eşribe, 30; Bedü'l-Halk, II, Edeb, 76, Tefsiru Sûre, 6/2, Ezân, 149, Cihâd, 25, Fiten, 15, Rikâk, 52; Müslim, Fiten 4, 7, 10, Zikr, 47-52, 61, 62, 66, 73, 76, 96, Birr, 109, 110, Fadâilu's-Sahâbe, 140, Eymân, 36; Ebû Dâvud, Edeb, 98, 104, Salât, 18, ll9, 120, 122, Tıbb, 19; Tirmizi, Tahâre, 4, Deavât, 15, 19, 67, 74, 76, 110; Nesâ;, istiâze, 7, 12, 17, 18, 25, 26, 33, 38, 60; Ahmed b. Hanbel, I, 247, II, 202, III, 50, 427, V, 356, VI, 31, 100, 139, 190; İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azîm, Kahire, ty., I, 27-29).

M. S.Şimşek'in yazısından alıntılar vardır;

 Sorularla İslamiyet

Daha önce yayınlanmış bu yazıyı da okumanızı tavsiye ederim:

Dipnotlar:
1. Fîruzabâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, "avz" md.
2. A’râf, 7/200; Nahl, 16/98; Mü’minûn, 23/56, 97-98; Fussılet, 41/36; Felak, 113/1-5; Nâs,114/1-6.
3. Hadisler için bk. Wensinck, el-Mu’cemü’l-Müfehres li-Elfâzı’l-Hadisi’n-Nebevî, “avz” md.
4. Hûd, 11/47.
5. Yusuf, 12/23,79.
6. Bakara, 2/67.
7. Mü’min, 40/27.
8. Duhan, 44/20.
9. Âl-i İmrân, 3/36.
10. Meryem, 19/18.
11. İbnü’l-Arabî, Ebu Bekir, Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut, 1988, III/157-159; Şirbinî, Muğni’l-Muhtac, Beyrut, 1995, I, 217; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, Beyrut, 1994, II/200-202; Zuhayli, Vehbe, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, Dimeşk, 1989, I, 692; II/84.
12. Buhârî, Bed’ül-Halk,11, Edeb, 76; Müslim, Birr, 109-110; Müsned, VI, 394.
13. Ebû Dâvûd, Salât, 123; Tirmizî, Mevâkît, 65, Sevabü’l-Kur’an, 22; Müsned, III, 50; V, 26.
14. Neml, 27/30.
15. Kurtubi, el-Cami’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, Kahire,1966-67, I, 92.
16. Aclunî, Keşfü’l-Hafa, Beyrut, 1988, II/119.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

17 Ocak 2015 Cumartesi

425.HALA NAMAZ KILMIYOR MUSUN?

424.HZ.NUH (Aleyhisselam) -4-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Nuh Tufanı
Hazret-i Nuh’un 
(Aleyhisselam)  oğlu Kenan’la konuşması esnasında sular geminin bulunduğu seviyeye yükselmiş ve bir dalga gelip Ken’an’ı alıp götürmüştü. Artık gökten bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, yerden sular fışkırıyor ve çok şiddetli esen kasırgalar da, dağlar gibi dalgalar meydana getiriyordu. Karalar yavaş yavaş sulara gömülmekte ve gittikçe gözden kaybolmaktaydı. Fakat, dağlar gibi dalgalar arasında tam bir emniyet içinde yüzen Hazret-i Nuh’un gemisinde, huzur ve sükûn hakimdi.

Herkes halinden memnundu. Kendi kurtuluşlarına mukabil, senelerce kendilerine eza ve cefadan geri durmayan kâfirler güruhunun boğulmasına seviniyor, Hazret-i Nuh’la birlikte hamd ve şükürle günlerini geçiriyor ve tufanın sonunu bekliyorlardı. Hazret-i Nuh’a gemi yapması emri verildiği zaman, ayrıca gemiye mü’minleri, kendisinin ve O mü’minlerin evlat ve iyalini ve bir de hayvan neslinin devamı için, her türden birer dişi ve erkek hayvan alması emredilmişti.

Gemiye insanları yüklerken, öz oğlu olan Kenan’ı da içeri almak istemesi, Allah’ın bu emir ve iznine binaendi. Fakat buna muvaffak olamadan, Kenan boğulup gidince, Hazret-i Nuh 
(Aleyhisselam)  bunun hikmetini bir anda anlayamamış; Cenab-ı Hakka şöyle niyazda bulunmuştu:

-“Ya Rabbi, oğlum Kenan benim ehlimdendir. Sen ise ehlimin necatını vadetmiştin. Halbuki sen va’dinden asla dönmezsin.”
Cenab-ı Hak cevaben şöyle buyurmuştu :

-“Ya Nuh, şunu iyi bil ki, o, senin ehlinden değildir. Zira o, kötü amel sahibi bir kâfirdir. Öyle ise, esasına vâkıf olmadığın, hikmetini bilmediğin şeyi benden sorma.”

Cenab-ı Hakkın bu ikazı üzerine Hazret-i Nuh 
(Aleyhisselam) , isteğinin isabetsizliğini anlamış, mahcup ve mahzun olmuştu. Demek ki, sadece nesebi yakınlığın, Allah katında hiç bir değer ve kıymeti yoktu. Nesebi yakınlığın şefaat vesilesi olabilmesi ‘için, imânın da bulunması, gerekliydi.

Talebinin yersizliğini bu şekilde anlayan Hazret-i Nuh, derhal:

-“Ey Rabbim, mahiyetini bilmediğim bir şeyi senden sormaktan sana sığınırım! Eğer sen beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, beni kim bağışlar ve merhamet eder? O zaman ben zarar edenlerden olurum.” diyerek Cenab-ı Hakka iltica etmiş ve O’nun merhamet ve affına mazhar olmuştur. Recep ayının 10’unda başlayıp bütün şiddetiyle devam eden Tufan suları, kısa bir müddet sonra, bütün karaları kapladı. Yeryüzü sadece denizlerden ibaret oldu. En yüksek dağlar bile görünmez olmuştu. Mü’minler selamete ermiş; kâfirler ise, tek kişi kalmamak üzere helak edilmişti. Vaad-i ilâhi böylece tahakkuk etmiş oluyordu.

Tufanda Şeytan Neredeydi?

 Cenab-ı Hak Hazret-i Âdem’i 
(Aleyhisselam)  yaratıp O’na secde etmesini emretmesi üzerine Şeytan, gurur ve kibire kapılıp secde etmemiş ve Allah’a asi olmuştu. Bu yüzden huzur-u ilâhiden kovulurken, insanları azdırmak için Cenab-ı Hak’tan kıyamete kadar yaşama müsaadesi istemişti. O’nun bu isteği kabul edilerek, ölümü Allah’ın meşietiyle kıyamete kadar tehir edilmişti.

Bu bakımdan şeytan için Tufanda boğulmak bahis mevzuu değildi. Kaldı ki, Şeytanın vücut yapısı, insandan farklıdır. Yaşayış tarzı, tamamen ayrıdır. Tufan sırasında boğulması, bu açıdan da imkânsızdı. Binaenaleyh bazı tarihçilerin, tufanda boğulmaması için, bazı akıl dışı yollarla Şeytanı Nuh’un gemisine bindirmeleri, lüzumsuz bir gayrettir. Ve hurafat ve İsrailiyattan ibarettir.

Tufanın Sona Erişi
Bu kâinatın haşmetli Sultanının askerleri içinde iki nefer olan yer ve gök, Cenab-ı Hakkın “Hücum” emriyle ortalığı târ u mâr edip bütün kâfirleri helak ettikten sonra, yine O Sultanın: “Ey Arz sen suyunu yut! Ve ey Sema, Sen de suyunu tut.” Emri üzerine, hücumdan vazgeçip karargâhlarına döndüler. Böylece Arz suyunu yuttu, Sema da suyunu tuttu. Suların çekilmesiyle, dağlar gibi dalgalar arasında hiç bir hasar görmeden ve yolcularına hiç bir zarar gelmeden, Hazret-i Nuh’un gemisi O zamanlar Cûdi diye bilinen Musul yakınlarındaki küçük bir dağa oturdu. Karaların kuruyarak yaşamaya elverişli hale gelmesi üzerine, Cenab-ı Hak Hazret-i Nuh’a şöyle vahyetti:

-“Ya Nuh, Sen ve seninle beraber olan mü’minler, üzerinize tarafımızdan ihsan edilen bereket ve selâmetle, hep beraber yeniden yeryüzüne inin. Gerçekten kâfirler helak olup kurtuldular. Lâkin bu böyle devam etmiyecek. Senden ve senin yanında bulunanlardan, bereketli bir zürriyet gelecek. Onları yeryüzünde bir müddet yaşatacağız. Sonra da şimdi olduğu gibi günahları sebebiyle onlara tarafımızdan elem verici bir azap isabet edecektir.”


Tufan Hakkında İlim Ne Diyor?
İhtiyar dünyamızın yaşı, Kozmik (ateş) safhası hariç, üç milyar yıl civarında tahmin edilmektedir. Bu uzun zaman içerisinde dünyamızın müteaddid defalar, Transgerissiyon (Deniz basması) ve Regressiyon (Deniz çekilmesi) olaylarına sahne olduğunu, Jeoloji ilmi tesbit etmiştir. Deniz basması hadisesinden sonra, denizlerin çekilmesi hadisesinin yüzlerce yıl devam ettiği gibi, bir kaç ay gibi kısa bir zaman sürdüğü de yine ilmen sabittir. Jeoloji ilmine göre yeryüzünde insanın yaratılışı Kuvaterner (Dördüncü zaman) in Holosen Devri ortalarına raslar. Yeryüzü son olarak insanın yaratılışından bir müddet sonra, kısa süreli bir deniz basması ve çekilmesi hadisesine şahit olmuştur.

Deniz bastığı zaman, O sahalarda tortul kayalar meydana gelmekte ve bunların kalınlığı bu deniz basması ve çekilmesi hadiselerinin zamanını vermektedir ki son deniz basması hadisesinde meydana gelen tortul kayaların kalınlığı bu hadisenin birkaç ay gibi kısa bir zaman devam ettiğini ortaya koymuştur. Böylece Kur’an-ı Kerimin on dört asır evvel haber verdiği bir hakikat, bu gün ilmi araştırmalarla da tesbit edilmiş oluyor.

Gerçekten dünyamız pek çok safhalardan geçtikten sonra, insanın yaşamasına elverişli hale gelmiştir. Hazret-i Âdemin Dünyaya gönderildiği devreye Dördüncü zamanın Holosen devri diyen ilim, “İnsan neslinin zuhurundan bir müddet sonra, birkaç ay süren bir deniz basması ve çekilmesi hadisesi vuku bulmuştur” derken, büyük ihtimalle altı ay kadar süren Hazret-i Nuh Tufanı hadisesini ifade etmiş olmaktadır.

Deniz basması ve çekilmesi hadiselerine, tortul kayaların yanı sıra sadece denizde yaşayan hayvanların yüksek dağ başlarında bulunması da ışık tutmakta ve isbat etmektedir. Bu fosillerin yaşlarının farklılığı da, bu hadiselerin birkaç defa olduğunu gösterir. Transgerissiyon ve Regressiyon hadiseleriyle, med ve cezir hadiseleri birbirine karıştırılmamalıdır. Bunlar birbirinden farklıdırlar.


Tufanın Kapladığı Alan

Birçok alimlerin görüşüne göre, Tufan hadisesi, Arabistan yarımadası ve civarını içine almıştır. Çünkü o zaman insanlar sadece buralarda yaşıyorlardı. Bu bakımdan Tufan, bütün insanları içine almakla insanlık bakımından umumi olmuş; fakat sadece bu insanların yaşadığı sahayı içine almakla, yeryüzüne nisbetle de hususi kalmıştır. 


Cenab-ı Hakkın izniyle tufanın sona ermesi, geminin karaya oturması ve yeryüzünün yaşamaya elverişli hale gelmesiyle, gemidekiler altı ay sonra, on Muharrem günü, kimsenin burnu bile kanamadan karaya ayak bastılar. O gün kurtuluşlarına bir şükran borcu olarak, oruç tuttular. Yiyecek ve içeceklerden ellerinde kalanın hepsini bir araya getirip, Aşure çorbası dediğimiz yemeği yaptılar. Hayalen o günleri yaşamak ve ibret almak, onların kurtuluşuyla bizim de dünyaya gelmemize vesile olduklarını hatırlayıp hamd ve şükürlerde bulunmak için, Muharremin onuncu gününde bizim de oruç tutmamız sünnet olmuştur.

Yeni Bir Hayat Başlıyor

İnsanoğlunun yeniden çoğalmasına Hz. Nuh 
(Aleyhisselam) sebeb olduğu için, ona, “Ebu’l-Beşer-i Sani” (İnsanoğlunun İkinci babası) veya “Adem-i Sani” (İkinci Âdem) denilmiştir.

Hazret-i Nuh 
(Aleyhisselam) , sabır, sebat ve azimde- nümune-i imtisal idi. Gizli ve açık her yerde Allah’a yalvarır, kalbini bir an bile ondan ayırmazdı. Her işinin başında Bismillah, sonunda Elhamdülillah derdi. Hiçbir halinden şikâyetçi olmazdı. Her halü kârda şükrettiği için, Kur’anda Şekûr (Çok, çok, bol bol şükreden) sıfatıyla tavsif, buyurulmuştur.
Hazret-i Nuh, kırk yaşları civarında peygamber olduktan itibaren, 950 sene hiç yılmadan Risalet vazifesini ifa etmiştir. Sonra Tufana şahit olmuş ve kuvvetli rivayetlere göre, Tufan sonrası altmış senelik bir ömürden sonra Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. O’nun bütün ömrü, 1050 senedir. Tufandan sonra insanoğlu, Hazret-i Nuh evlatlarından ve onunla beraber olanların neslinden çoğalmıştır. Rivayete göre, Hazret-i Nuh’un oğullarından SAM, Arap, Fars ve Rumların babası; HAM, Sudanlıların babası; YÂFES de Türklerin babasıdır. Dünya üzerindeki milletler, sadece yukarda ismi geçen milletlerden ibaret olmadığına göre, diğer milletler de, Hazret-i Nuh’la beraber kurtuluşa eren mü’minlerin neslinden olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

“peygamberler tarihi” ansiklopedisi

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

14 Ocak 2015 Çarşamba

423.HZ.NUH (Aleyhisselam) -3-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Geminin İnşa Edilmesi
Hazret-i Nuh (Aleyhisselam), Cenab-ı Hakkın emri özerine en büyük mucizesi olmak üzere tarihte ilk gemiyi inşa etmeye başladı. Bütün peygamberlere vahiy getirip onlara her zaman yardım eden Cebrail Âleyhisselâm, Hazret-i Nuh’a (Aleyhisselam), 950 senelik daveti esnasında yardımcı olduğu gibi geminin inşasında da Allahın emri üzerine yine yardım ediyordu. O, geminin nasıl yapılacağını tarif ediyor, Hazret-i Nuh (Aleyhisselam) da ona göre gemiyi inşa ediyordu. Sıkıntılı ve elemli günlerde, Hazret-i Nuh’un  (Aleyhisselam) etrafından ayrılmayıp, canları pahasına sabır ve sebat gösteren ihlaslı müminler; geminin inşasında da aynı beraberliği devam ettiriyorlardı. Bu arada kendilerine tebliğ yapılmaktan vaz geçildiği için tecavüzlerini kısmen durduran müşrikler, geminin yapıldığı yere uğradıkları zaman, Hazret-i Nuh ve müminlerle alay ederlerdi. Hazret-i Nuh’a;

-“Ey Nuh, Peygamberlikten vaz geçerek dülger mi oldun?” diyerek sataşırlardı. Müminler de onlara, “Siz yerden ve gökten fışkırarak her yeri istila edecek olan sulara boğulurken, biz şu yapmakta olduğumuz gemi ile, sizi boğan sular üzerinde emniyetle yüzeceğiz. Siz zulmünüz ve küfrünüz sebebiyle, odunu insanlar ve taşlar olan Cehennemde yanarken, bizler Rabbimizin rızasını kazanarak, ebedi Cennetlerde nice nimetlere nail olacağız. Bu suretle, dünyada siz boğulurken, biz kurtulduğumuz gibi; Ahirette de, siz Cehennemde azab çekerken, bizler Cennetlerde Rabbimizin lütfuyla yine mesut olacağız. O zaman biz de sizlerle alay edip sizlerden intikamımızı alacağız” diye mukabelede bulunuyorlardı.

Böylece günler geçti ve nihayet bir gün geminin inşası tamamlandı. Bazı rivayetlere göre bu iş iki veya dört sene devam etmiştir. Sert Abanoz ağaçlarının tahta şeklinde yanyana kuvvetli bağlarla bağlanıp çakılmasıyla- meydana gelen geminin, üç katlı olduğu da rivayetler arasındadır. Hazret-i Nuh’tan, gemisinden ve Tufan’dan tafsilatlı haber veren Hud Sûresinin 40. âyetinde, bu geminin ocağı ve buhar kazanı olduğuna dair de işaret vardır. Ebû Hayyan ve Elmalı tefsirlerinde, bu âyette zikredilen gemi, buharlı gemi olarak tefsir edilmiştir.

Gemiye Biniş
Cenab-ı Hak daha evvel Hazret-i Nuh Peygamber’e, geminin tamamlanıp harekete hazır hâle geldiği ânın, aynı zamanda tufanın başlangıcı olduğunu vahyetmişti. Ve gemiye, iman etmiş kimselerle, onların ehlini ve bütün hayvanlardan birer çift almasını emretmişti. Gemi bitmek üzere iken her türlü hazırlık tamamlanmış, insanlardan ve hayvanlardan gemiye binecek olanlar geminin etrafına toplanmışlardı. Nihayet ilâhi emir gelip gemi harekete geçirileceği zaman, önce her türden bir çift hayvan gemiye yüklendi. Sonra da müminler, “Bismillah” diyerek emniyet içinde gemiye bindiler.

O gün Recep Ayının onuncu günü idi. Gemiye binen müminler, seksen kişi kadardı. Hazret-i Nuh’un 
(Aleyhisselam) 950 senelik uzun bir hizmetinin neticesinde, kendisine mü’minlerden ölenler hariç ancak bu kadar kimse inanmıştı. Hazret-i Nuh, vazifesinin sadece tebliğ, neticesinin ise Allah’a ait olduğunu bildiği için, “Niçin bu kadar az ümmetim var” diye ye’se düşmüyor ve üzülmüyordu. İnsanlara hidayet vermek, Allah’ın vazifesi idi. Kendisi ise ancak bir tebliğ edici idi. Binaenaleyh, “niye bu kadar az sayıda insanı irşat ettin” diye bir hesaba çekilmiyecek; hiç kimse kendisine iman etmese bile, peygamberlik vazifesinin büyük ücret ve mükâfatını alacaktı.

Hazret-i Nuh’un Kâfire Karısı

Hazret-i Nuh’un 
(Aleyhisselam) , Vâile ismindeki karısı, Hz. Nuh’a iman etmemiş olduğu için, gemiye binmedi. Vâile, Hazret-i Nuh’a inanıp O’na dava arkadaşı ve can yoldaşı olacağı yerde, bu liyakati gösteremeyip küfürde israr etmişti. Bununla da kalmayıp, Hazret-i Nuh’un gizli sırlarını kavmin müşrik reislerine ulaştırmakla, O’na ihanet edip arkadan vurmaya da çalışmış idi. Hazret-i Nuh’un yüzüne karşı “Mecnun” diyecek kadar küstahlıkta da ileri gitmişti.

Hazret-i Nuh’un Oğluna son defa hitabı
Herkes gemiye binmiş, tufan başlamıştı. Bu esnada Hazret-i Nuh’un 
(Aleyhisselam) oğullarından biri olan Kenan, bir köşede tek başına duruyordu. Anası gibi o da Hz. Nuh’a iman etmemişti. Şimdiye kadar Ken’an’a sözünü dinletemeyen Hazret-i Nuh; hem babalık, hem de Nübüvvet şefkati ve merhametinin galeyanı sebebiyle, belki son anda imana gelir düşüncesiyle O’na şöyle hitap etti:

-“Ey oğulcağızım, gel, bizimle gemiye bin! İmana gel. Kâfirlerle beraber olma. İşte görüyorsun sular yükselmiye başladı.”

Ken’an ise eski inadında İsrar ediyordu. Babasının kendisine şefkatle uzanan ellerini iterek:

-“Hayır, binmem! Senin gemine bineceğime bir dağa iltica ederim. O dağ beni boğulmaktan kurtarır.” diye cevap verdi.

Hazret-i Nuh O’nu yine ikna etmeye çalıştı.

-“Oğlum bu gün iman ve itaatlariyle Allah’ın rahmet ve merhametine mazhar olanlardan başkası için, kurtuluş yoktur. İnat etmenin manası yok. Bak işte sular etrafımızı sardı bile.”

Hz. Nuh 
(Aleyhisselam) sözlerini bitirmeye kalmadan, kendisi ile oğlu Ken’an arasına büyükçe bir dalga girmiş ve Ken’anı sürükleyip götürmüştü.

İman ve Hidayet Yolu

Hazret-i Nuh Peygamber’in gerek hanımının ve gerekse oğlunun, O’nun bütün gayretlerine rağmen kâfir olarak ölmelerinde, çok ibretler vardır. İnsanlar bizzat kendi iradelerini kullanarak imana talip olmadıkça, Allah kimsenin kalbine imanı zorla koymaz. İmanı elde etmiş kimselerin kalbinden de, hiçbir sebeb yokken, imanı zorla çekip almaz. Kul kendi fiil ve hareketleriyle mü’min olma liyakati kaybederse, Allah da onun kalbindeki iman nurunu söndürür. O kulu küfür karanlıklarına terkeder.

Evet, insanın içinde yaşadığı muhitin ve çevrenin, insan üzerindeki tesiri inkâr edilemez. Ekseriyetle iyi muhitte olanlar iyi, kötü muhitte yaşayanlar da kötü olduğu bir gerçektir. Fakat bu, iyi veya kötü oluş sebeblerinden sadece bir tanesidir. Nitekim bazan aksi de olabilmektedir. İşte Hazret-i Nuh’un karısı ile oğlunun durumları. Bunlar, Peygamber ocağında yaşadıkları ve iyi bir muhitte bulundukları halde, irade ve ihtiyarlarını kötüye kullanarak iman etmemişlerdir. Demek ki, asıl mes’ele; kişinin hür irade ve ihtiyariyle, küfür ve iman yolundan birisini tercih etmesinde düğümlenmektedir, imânı elde etmek için, evvela insanda arzu, cehd, gayret ve takip lâzımdır. Allah’ın O’nu ihsan etmesi işte bu mukaddemeler üzerine tecelli edecektir. İnsan da böylece Mü’min bir kul olacaktır.

Sa’d Taftazani, “Kulun irade-i cüz’iyyesinin sarfından sonra, onun kalbine Cenab-ı Hak tarafından ilka edilen bir nurdur.” diye tarif ederek, bu gerçeği, en güzel şekilde ifade etmiştir.

Hazret-i Nuh’un En Büyük Engeli
Hazret-i Nuh’un 
(Aleyhisselam) 950 sene gibi uzun zaman devam eden tebliğ vazifesinde karşılaştığı güçlüklerde ve çektiği eza ve cefalarda ve nihayet, “Ya Rab, Ben artık mağlup düştüm” demesinde; karısının ve oğlunun kâfir oluşunun ve kâfirler hesabına, aleyhinde çalışmasının da bir ölçüde tesiri olmuştur. Hazret-i Hatice Validemizin Resûl-i Ekrem’e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) daha ilk andan itibaren bütün ruhu canıyla yardımcı olup elinden gelen her türlü yardımı yapması gibi; karısı Vâile ve oğlu Ken’an da Hazret-i Nuh’a yardımcı ve destek olsaydılar, herhalde Hazret-i Nuh’un çektiği eza ve cefalar, bir derece daha hafifleyecekti.

Dahildeki huzursuzluk, insana hariçten gelen huzursuzluktan daha tesirli ve yıkıcıdır. Hariçteki huzursuzluklar, kapıyı örtünce dışarda kalır. Evinde huzur varsa, insanın bütün üzüntüsü, elemi, ızdırabı hafifler. Vazifeye devam için taze bir kuvvet ve zinde bir şevk alır. Ama dışardaki can sıkıntısı ve yorucu haller, evde de devam ederse şevk ve azim kırılır, muvaffakiyet azalır.

İşte Hazret-i Nuh, dışarda putperest ve zalim bir kavime, içerde de onlarla işbirliği yapan oğlu Kenan ve karısı Vâile’ye karşı çetin bir mücadele vermek zorunda kalmıştı.


Devam edecek...

“peygamberler tarihi” ansiklopedisi

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

13 Ocak 2015 Salı

422.GÜNAHLARIN AFFI İÇİN 20 HASLET

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

“Allahu Teala’nın yüce rahmeti ile bir kimse mecburiyetten dolayı bir günaha müptela olur, fakat yapmış olduğu işe pişmanlık duyar ve kendini suçlu kabul edip, bu günahlardan kurtulmak için gayret gösterirse, umulur ki, o kimse de tevbe edenlerden sayılacaktır.

O halde geçmiş günahlara tevbe etmek ve gelecekteki günahlardan sakınma hususunda ümidi yitirmemek her müslümanın vazifesidir. Ne kadarı mümkün ise, hemen o kadarla işe başlamak gerekir.

Ahmed Numani bir kitabında şöyle yazıyor: “Zamanımızda isyan ve günah denizleri taşmaktadır. Onun dalgaları dört bir taraftan insanları kuşatmıştır. Allah’ın has kullarından başkasının ondan kurtulması artık çok zor hale gelmiştir. Bu yüzden her müslümanın en azından farzları ve vacipleri eda ettikten sonra, günahlara kefaret olan amellerle meşgul olması gerekir. Çünkü kim günahlarına rağmen günahlara kefaret olan bu amellerle meşgul olursa, ona gelen musibetler hafifletilir. O kimse, günahlara müptela olup da kefaret olan amellere ihtimam göstermeyen kimseden daha hayırlı olur.

Allahu Teala şöyle buyuruyor; “Muhakkak iyi ameller, kötü amelleri siler.”(Hud: 114)

Bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: “Sizden herhangi bir günah meydana gelirse, ardından Salih bir amel işleyin ki, o Salih amel günahı silsin.”

Günahlara müptela olup da, onlara kefaret olan amellerle meşgul olan kimse, ilaç kullanıp da perhiz yapmayan hastaya benzer. Böyle bir kimse, hiç ilaç kullanmayıp perhiz yapmayan ve yarası büyüdüğü halde üzerine merhem sürmeyi düşünmeyen kişiden kat kat daha iyidir. -Muhammed Şefi Diyobendi-


M.Ş. Diyobendi "Günahlardan Kurtuluş"adıyla yayınlanmış olan risalesinde "affa vesile olan bazı hasletleri şöyle sıralamış: 

1-Güzel bir şekilde abdest almak

2-Ezan okunurken dua: Kim, müezzinin “Eşhedu en la ilahe illallah” dediğini işittiğinde “Eşhedu en la ilahe illallah ve enne Muhammeden Resulullah. Radiytu billahi Rabben. Ve bil İslami dinen ve bi Muhammedin nebiyyen ve resulen” diye dua ederse geçmiş günahları bağışlanır.

3-Cemaatin imamla beraber Âmin demesi

4-Kuşluk namazı kılmak: Güneşin yükselmesinden günün yarısına kadar geçen zamanda kılınan namaza kuşluk namazı denilir. Bir hadis rivayetinde şöyle buyrulmuştur: “Bir kimse sabah namazını kıldıktan sonra olduğu yerde oturur, hiçbir dünya kelamı konuşmaz ve güneş yükseldikten sonra iki rekât namaz kılarsa, günahları deniz köpüğünden fazla olsa da bağışlanır.(Beyhaki, Ebu Davud, Müsnedi Ahmed)

5-Tesbih namazı kılmaya devam etmek

6-Ramazan orucunu tutmak

7-Ramazan ayında geceleri ibadetle ihya etmek

8-Kadir gecesini ihya etmek

9-Arefe günü oruç tutmak

10-Hac farizasını eda etmek: “Kim Allah için hac yapar, hac esnasında fahiş söz söylemez ve günah işlemezse o, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olarak Hac’dan döner.”(Buhari-Müslim)

11-Makam-ı İbrahim’de iki rekât namaz kılmak

12-Arefe ve Müzdelife’de vakfe yapmak

13-Haşr suresinin son ayetlerini sabah ve akşam namazı sonrası okumak

14-Çocuklarına Kur’an öğretmek: Hz. Enes’ten rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Kendi evladına Kur’an öğreten kimsenin geçmiş günahları affolacaktır. Çocuğunu hafız yapan kimse, çocuğu bir ayet okuduğunda Allah, o kimsenin derecesini yükseltecektir. Nihayet çocuğun ezberlediği ayet sayısınca cennetteki derecesi yükselecektir."(Taberani)

15-Müslümanın hacetini gidermek

16-Yoldan eziyet verici şeyleri kaldırmak: “Müslümanların yolundan çalı veya diken gibi eziyet verici şeyleri uzaklaştıran kimsenin günahları affolur.(Tergib ve Terhib, İbn Hibban)

17-Yolculukta hastalanmak

18-Müslümanların birbiriyle ihlâsla musafaha yapmaları

19-Âmâya yol göstermek: “Kim bir âmânın elinden tutar ve onun kırk adım götürürse ona cennet vacip olur.(Camius Sagir, Taberani, Ebu Ya’la, Ebu Nuaym)

20-Doksan yaşına ulaşmak: Hz.. Enes’ten gelen bir rivayette şöyle buyrulmuştur: Kim Müslüman olarak elli yaşına ulaşırsa Allahu Teala o kimsenin hesabını kolaylaştırır. Altmış yaşına gelince Allahu Teala o kimseye inabe(kendisine yönelmesi) için tevfik verir. Kişi yetmiş yaşına ulaşınca, Allahu Teala onu sever ve gök ehli de onu sevmeye başlar. Sonra seksen yaşına gelince, Allahu Teala onun hasenatını kabul buyurup, seyyiatını bağışlar. Doksan yaşına gelince, geçmiş günahları mağfiret olunur ve o kimseye Allahın azadlısı denilir ve ailesi hakkındaki şefaati de kabul edilir.”


Kaynak:
Günahlardan Kurtuluş- M. Ş. Diyobendi

Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

12 Ocak 2015 Pazartesi

421.ALDIRIŞ ETMEDİĞİMİZ BAZI GÜNAHLAR

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Günahların normalleştirildiği elim bir zaman dilimi olan ahirzamandayız. Pakistan’ın “Müftü-i Azam” lakablı dev âlimi Muhammed Şefi Deobendi(v:1976) bu durumu şöyle anlatıyor: “Bir taraftan günah fırtınaları kopmakta, dindarlara dünya yaşanmaz hale gelmekte, diğer taraftan kötü amellerin neticesi zelzele,veba, adam öldürme ve zillet gibi musibetler şeklinde Müslümanlara musallat olmaktadır."

Islah için çalışmak, çölde kaybolan ve boşa giden bir sese benzemektedir. Sadece “falan iş günahmış” diye hiçbir kimse en ufak zevkini dahi terketmeye razı gelmemektedir. Pek çok günah var ki, bizler sadece cahilliğimizden ve gafletimizden dolayı onlara bulaşmaktayız. O günahları işlemekte ne bir dünyevi fayda ve arzu elde edilmekte, ne de onları terk etmekte bir zorluk ve meşakkat vardır. Sadece Müslümanların onun günah olduğunu bilmesi ve onu terk etmeye niyet etmesi gerekir.”


 İşte bilmeden, cahillikle veya aldırış etmeden yaptığımız günahlar: 
1-Malayani: Lüzumsuz konuşmalar ve işler..Resulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): “Kişinin faydasız işleri terk etmesi, onun İslami(hayatının) doğru ve sahih olmasının alametidir.”buyurmuştur.(Tirmizi- İbn-u Mace)  Yine ferman etti ki: “Her kim bir mecliste oturur da, bir an bile Allah’ı anmazsa, kıyamet günü bu meclis o kimse hakkında hasret ve pişmanlığa sebep olacaktır.”

2-Alay etmek: Alay etmenin çok çeşitleri vardır:

a-Birinin yürüyüş tarzını, oturup kalkmasını ve gülüp konuşmasını taklit etmek veya dış görünüşü, şekil ve suretiyle alay etmek.
b-Birinin konuşma ve hareketlerine gülmek..
c-Göz, el ve ayak işaretleriyle birinin ayıbını meydana çıkarmak.

3-Kusur Aramak ve Rüsvay etmek

4-Gizlice birini dinlemek: Hadis-i Şerifte buyruluyor ki; “Her kim bir şahıstan konuşmasını gizlediği halde, o, herhangi bir hile ile onu dinlerse, kıyamet günü onun kulaklarına eritilmiş kurşun damlatılacaktır."

5-Birini soyundan dolayı kötülemek

6-Kendi soyunu inkar edip başka bir soydan olduğunu söylemek

7-Birinin evine izinsiz girmek ve bakmak

8-Sövüp saymak ve çirkin sözler sarf etmek. Resulullah    
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): “Mümin ayıplamaz, lanet etmez, sövmez ve çirkin söz söylemez” buyuruyor.(Tirmizi)


9-Herhangi birisine veya bir hayvana lanet etmek: 

“Allah’ın belası, lanet olasıca, melun herif, başına ateş düşsün, gazaba uğrayasın” vs. gibi beddualar. Bütün bunlar lanet kelimeleridir. Bunların kullanılmaları haramdır. Söyleyen kişinin hem dünyada hem de ahirette helak olmasına sebeptir.

10-Söz gezdirme ve koğuculuk: Hadiste:“Yalancılık yüzü kara çıkarır. Söz gezdirmek ise kabir azabına sebep olur” buyruluyor.
(Taberani)

11-Kötü lakaplarla insanları çağırmak. İmam Nevevi (R. Aleyh) Kitab’ul Ezkar’da şöyle yazıyor:
“Kişiyi sevmediği lakapla anmak, âlimlerin ittifakıyla haramdır. O lakapla, ister kişinin hâli ve vasfı zikredilsin, isterse ana babasının, hüküm değişmez.”

12-Âlimlere ve velilere saygısızlık etmek: Hadis Hafızı İmam İbn-i Asakir diyor ki: “Allahu Teala’nın malum ve meşhur olan bir âdeti de, alimlerin kusurlarını araştıran ve onların haysiyetiyle oynayan kimseleri rezil ve rüsvay etmesidir.”

Muhammed Şefi, şu önemli ikazı da yapmakta: “Bununla yetinmeyip, ümmet “hizipleşme” denilen büyük azaba düçar olmuştur. Ümmet guruplara ayrılmış ve her guruptaki insanlar, saygı ve hürmetle ilgili bütün ayet ve hadisleri sadece kendi guruplarının âlimlerine ait olduğunu zannetmeye başlamışlardır. Kendi âlimleri dışındaki âlimlere ne kadar dil uzatılsa da hiç ilgilenmemektedirler.”

13-Ayeti kerime ve hadis-i şerif yazılı kâğıtlara saygısızlık etmek.

Muhammed Şefi hazretleri bu konuda “Mektup yazarken Allahu Teala’nın ismini yazmak yerine “bifadlihi teala” veya “bismihi teala” yazılabilir” diyor. Mektupların yere düşebileceğinden dolayı.

14-Yolları veya insanların oturup kalktıkları yerleri kirletmek: Bir hadis-i şerifte Resulullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)“Lanete sebep olan üç şeyden sakının” buyurdu. Sahabe-i Kiram; “Onlar nelerdir ya Resulullah?” dediler. Buyurdular ki; “Su kenarlarına, yollara, insanların oturup kalktıkları gölgeliklere kaza-i hacet yapmaktır”

“Burada geçen günahın sadece kaza-i hacet gidermekle ilgili olmayıp, insanlara eziyet veren her şey buna dâhildir; Tükürmek ve sümkürmek, nefret verici şeylerin ve meyve kabuklarının insanların geçtiği, oturup kalktığı yerlere atılması da bu günaha dâhildir. Maalesef hiçbir Müslüman bunun günah olduğunu bilmemektedir.”

15-İdrar çırpıntılarından ve damlalarından kaçınmamak.

16-Canlı bir yaratığı ateşe atmak.

17-Yalancı şahitlik: “Bir doktorun hasta olmayan birisine hasta raporu vermesi de yalancı şahitliktir. Kopya çekmek de yalancı şahitliktir. Hak edilenden daha az veya daha fazla puan vermek de yalancı şahadettir. Halka erzak ve yardım dağıtımında muhtarların ve mahalle halkının görüşü alınarak muamele yapılmaktadır. O halde, müstahak olmayanlar hakkında gerçeğe aykırı yazılar yazmak da bir nevi yalancı şehadettir. Zayıf, cılız ve sağlıksız hayvanların kesimi için, yetkili makamın sağlıklı olduğuna dair belge vermesi de yalancı şahitliktir. Gözünün önünde yapılmamış olan muamele evraklarını “görüldü” diye imzalamak da yalancı şahitliktir.

18-İnsanların geçtikleri yolları daraltmak. Yollara gelişi güzel araba park edip trafiği engellemek de aynı hükme girer.

19-Eksik ölçüp tartmak. Selef-i Salihinden bazıları bu kimseler hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Bir dâne karşılığında, cennetin nimetlerini feda edip, cehennemin acıklı azabını satın alanlara yazıklar olsun.”

Selef-i salihinden biri de şöyle anlatmıştır: “Ölüm döşeğinde yatan bir hastanın ziyaretine gitmiştim. Ona kelime-i şehadeti telkin etmeye başladım. O kelime-i şehadet getirmeye çalıştıysa da dili bir türlü dönmedi. Biraz sonra kendisine gelince “Sana kelime-i şehadeti telkin ettiğimde niye söylemedin” deyince, “dilimin üzerine terazinin dili konuldu. Bundan dolayı kelime-i şehadeti getiremedim” deyince “Aman Allahım! Sen eksik mi tartardın” dedim. O da cevaben; “Hayır! Vallahi asla öyle değil. Sadece uzun zaman terazime ayar çekmediğimden az bir şey fark ediyordu” dedi.

Kaynak:Tatsız Günahlar- M. Ş. Deobendi-terc: Muhammed Ceren

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR