30 Eylül 2015 Çarşamba

543.SAHABİNİN KİM OLDUĞUNU TAYİN ETMEDE ÖLÇÜ-2-İhsan Şenocak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


İhsan Şenocak'ın "sahabe" ile ilgili yazılarına devam ediyorum inşallah.

Sahabinin Kim Olduğunu Tayin Etmede Ölçü
Sünnetin saf haliyle sonraki kuşaklara taşınması mühim meselelerin en üst sırasında yer almıştır. Hadislerin naklinde görev alan ravilerin kim olduğunu tesbitin ehemmiyeti konu ile alakalı hususi bir disiplinin doğmasına sebep olmuştur. Hadis rivayet eden kişinin adalet ve zapt yönü bütün yönleriyle incelemeye alınmıştır. Raviler zincirinin ilk halkasında yer alan sahabenin kim olduğu ve nasıl tesbit edileceği hadisle alakalı diğer meselelerden daha fazla önemsenmiştir. Bu noktada farklı mülahazalar öne çıkmıştır. Neticede bir kişinin sahabe olduğu şu esaslardan biriyle tesbit edilmiştir:

* Tevatür Yolu: Yalan üzerine birleşmeleri adeten mümkün olmayan bir cemaatin kendilerinden önceki bir başka cemaatten yaptığı nakille kişinin sahabi olduğunu rivayet etmesidir. Bu, usuller içerisinde en kamil olanıdır. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali başta olmak üzere cennetle müjdelenen on kişinin (Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydillah, Zübeyr b. el-Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah -radıyallahu anhum-) sahabi olduğu tevatür yoluyla sabittir.

* İstifâza Yolu: Kişinin sahabi olduğu tevatür derecesine ulaşmayan bir şöhretle bilinebilir. Dımam b. Sa’lebe ile Ukâşe b. Mıhsan’ın –radiyallahu anhuma- sahabi olduklarının tesbiti gibi.

* Şahadet Yolu: “Şahs-ı vahidin tezkiyesi makbuldür.” Kaidesinden hareketle herhangi bir sahabi veya tabiinin “falancanın Rasulullah (s.a.v.) ile musahabesi vardır” demesi ile de kişinin sahabi olduğu tesbit edilebilir. Mesela Hz Ömer’in devri hilafetinde Ebu Musa el-Eş’ari komutasındaki askerler içerisinde yer alan Hümeme b. Ebi Hümeme ed-Devsi Isfehan’da ishal hastalığından vefat etmişti. Ebu Musa el-Eş’ari Hümeme hakkında; “Vallahi Efendimiz’den (s.a.v.) Humeme’nin şehit olacağını işitmiştim.” dedi. Bu ifadeden Hümeme’nin –radiyallahu anh’ın- sahabi olduğu anlaşılmıştır.

* İkrar Yolu: Kişinin adaletinin sübutu ve Allah Rasulü (s.a.v.) ile aynı zamanda yaşama imkanının mevcudiyeti aşikar olur, sonrada sahabi olduğu tarafından itiraf edilirse ikrarı kabul edilir. Yani bu durumdaki bir kişinin sahabi olduğuna hükmedilir. İkrarın kabül edilebilmesi için kişinin en geç hicri 110 tarihinde vefat etmesi gerekir. Çünkü sahabe asrı hicri 110’da son bulmaktadır. Bu tarihin tesbiti, vefatından bir ay kadar önce Allah Rasulü’nün (s.a.v.); “İşte bu geceyi görüyorsunuz ya, bundan sonra geçecek yüz senenin başında bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktır.”[21] hadisinden hareketle belirlenmiştir.[22]

Kimlerin sahabi olduklarının tesbiti noktasında kudretli allameler tarafından bir çok çalışma yapılmıştır. Bunlar içerisinde en mühim olanı, ashabın isimlerini, terceme-i hallerini ve rivayette tek kaldıkları hadisleri gösterebilmek için müstakil olarak telif edilen “Tabakat” literatürüdür. Bu sahada ilk defa müstakil eser veren kişi ise Muhammed b. İsmail Buhari (ö. 256) dir. Zamanla bu alanda geniş hacimli eserler vucüt bulmuştur. Halef selefin eserlerini ikmal etmiştir. Muahhar muhaddislerden İbn Abdi’l-Berr’in (ö. 463) el-İstiab’ında 3500, İbn Esir’in (ö. 630) “Üsdü’l-Ğabe”sinde 7554, İbn Hacer Askalani’nin (ö. 852) “el-İsabe”sinde ise 12279 sahabi mevcuttur. Ne ki bu rakamlar ashabın yekünuna nisbetle oldukça azdır. Çünkü ashabın yekünü ile alakalı 40 ila 120 bin arasında farklı rakamlar rivayet edilmektedir. Fakat Tabakat müelliflerinin gayretli çalışmalarıyla Allah Rasulü’nden (s.a.v.) tek bir tane de olsa hadis rivayet eden hiçbir sahabinin terceme-i hali ihmal edilmemiştir.

Hadis allameleri bin bir meşakkate göğüs gerip kimin sahabi olduğunu tesbit ettiler ve eserlerinde gösterdiler. Öncelikli gayeleri ise, Retene-i Hindi (ö. 632) gibi yalanda şöhret bulanların hezeyanlarını, sahabi kisvesi altında Allah Rasulü’ne (s.a.v.) isnat etmelerine mani olmaktı.


Devam edecek...

İhsan Şenocak

Dipnotlar:

[21] Müslim, 44/Fedâilu’s-Sahabe, 53 (IV, 1965, H. no: 2537); Tirmizî, 34/Fiten, 64 ( IV, H. No: 2251).
[22] Efendimiz (s.a.v.) hicri 11’de vefat ettiler. Bu tarih üzerine yüz eklendiğinde hicri 110’a ulaşılır ki, bu da sahabe devrinin sonudur. Bu yüzden hicri 110’dan sonra yapılan ikrarlara itibar edilmemiştir. Bkz. İbn Hacer, İsabe., I, 15; Ahmed Naim, Sahih-i Buhari Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, D.İ.B.Y., I, 16-17.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

29 Eylül 2015 Salı

542.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-10


Sünnet'i Kur'an-ı Kerim’le karşılaştırmak uygun olur mu?

..."Kur'an-ı Kerim'in lafızları da bizzat Allah'a aittir, mûcizdir benzeri getirilemez, namazdaki kıraat ancak onlarla olur. Hadisi Şerifler ise bazı birimleriyle özlü ifadeler (cevamiu'l-kelim) ya da, zayıf bir Hadis'e göre Arabın en fasihine ait olsalar da mûciz değildirler, namazda kıraat yerine okunamazlar...


....Kur'an-ı Kerim'i doğru anlamak için onun ayetlerinin iniş sebeplerini/sebeb-i nüzulü bilmek yardımcı olur. Ama Hadisler'i anlamak için onların söylenme sebebini ve ortamını/sebeb-i vürudunu bilmek zorunludur. Kardavî, Kur'an'ı anlamak için sebeb-i nüzulü bilmek lazım ise, Sünnet'i anlamak için sebebi vürudu bilmek elzemdir der.
Kur'an-ı Kerim de Sünnet de bütün olarak düşünülmediğinde doğru anlaşılamaz. Ancak Sünnet'te bu bütünlüğü hesaba katmak çok daha gereklidir...."


Yazını tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunneti-kuran-i-kerimle-karsilastirmak-uygun-olur-mu-2021920

28 Eylül 2015 Pazartesi

541.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-9

Sünnet İslamı olursa Kuran İslamı da olur

"....Hadisleri anlamada birinci mesele Kuran-Sünnet bütünlüğüdür
Madem ki, Sünnet Kuranı Kerim'in uygulanmasıdır, o halde o Kuran'dan bağımsız bir kaynak, ya da onun alternatifi değildir. Ondan bağımsız olarak anlaşılamaz. Onunla birlikte ve onu anlamak için okunur ve anlaşılır....


...İkinci mesele Sünnetin kendi içindeki bütünlüğüdür.
Bir Hadisin nerede, ne zaman, kime, ne söylediği bilinmeden Hadisi anlamak mümkün olmadığı gibi, bir Hadisin sözünü ettiği konuda hangi Hadislerin varit olduğu, bunların içerdikleri konuların farklılığı ve hepsinin birden ne demek istediği Kuranı Kerim ışığında bilinmeden bir Hadisin tek başına doğru anlaşılması mümkün olamaz.... 



...Kuranı Kerim ve Sünnet bütünlüğünden koparılmış olarak hadislerin her birini bağımsız bir norm/kaide gibi görerek anlamaya ve tek başına ondan hüküm çıkarmaya çalışmak, İbn Uyeyne'nin dediği gibi insanı saptırır.....


http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnet-islami-olursa-kuran-islami-da-olur-2022046

21 Eylül 2015 Pazartesi

SÜNNETE UYGUN İBADET -33-Arefe Günü Orucu-aşure günü ve muharrem ayı orucu

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

* Faziletli günler ve ameller hakkında bkz. 1274-1279[1]

1253. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; o da:

"Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur"
buyurdu.[2]

* (Fecr: 89/2)’deki on gün (Hac: 22/28)’deki belirli günler (Bakara: 2/197)’deki sayılı günler Kurban bayramı ve teşrik günleri olarak da yorumlanmıştır. Dolayısıyla bu günleri ibadetle ve oruçla geçiren kimseye geçmiş ve gelecek birer yıllık günahlarına kefaret olmaya yetecek kadar sevap ve rahmet verilir. [3]

1254. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aşûre gününde oruç tuttu ve oruç tutmayı tavsiye etti."[4]

1255. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e aşûre günü tutulan orucun kıymeti soruldu; o da:

"Geçmiş bir senenin günahlarına kefâret olur"
buyurdu.[5]

1256. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Gelecek seneye kadar yaşayacak olursam, muharrem ayının dokuzuncu günü oruç tutarım."[6]

* Yahudilerin aşure günü oruç tuttukları kendisine haber verilince Rasûlullah (s.a.v.) onlara benzememek için bir gün öncesinden tutmaya niyetlenmiştir. Onlara benzememek için aşureden bir gün önce veya bir gün sonrasıyla tutmak (9-10 veya 10-11 veya 9-10-11) uygun olur.[7]


sadakat.net/riyazus-salihin- 227) Arefe Günü Orucu (Arefe Gününde Ve Muharremin Dokuz Ve Onuncu Gününde Tutulan Orucun Fazileti)

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.
[2] Müslim, Sıyâm 196, 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.
[4] Buhârî, Savm 69; Müslim, Sıyâm 127, 128.
[5] Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40.
[6] Müslim, Sıyâm 134. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 41.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

18 Eylül 2015 Cuma

536.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-8

Kur'an'la çelişen hadis olabilir mi?

"Sünnet Kur'an-ı Kerim'in Peygamberce uygulanmasıdır. Peygamberce olması demek, tam isabet olmadığı yerde Allah tarafından anında düzeltilmesi demektir. Yani bütün mesele bir sözün ya da fiilin Hz. Peygamber'e ait olup olmadığını tespit meselesidir. Ona ait olduğu kesinse, kendi içinde doğruluğu da kesindir. Ondan sonra sıra onu doğru anlamaya gelir. Ama bu sanıldığı kadar kolay değildir....


....Hz. Peygamber'in sünneti, doğruluğu onaylanmış, hata ihtimali kalmamış bir uygulamadır, onun Raşit Halifelerinin uygulamaları ise hata ihtimali içeren doğru uygulamalardır. Artık bu noktadan itibaren devreye âlimlerin çabaları/içtihatları girer. Ama dinin sabitesi dediğimiz akide ve ibadetler konusunda Raşit Halifelerin ve bütünüyle ashabın kabulünün dışında yeni bir şey söylenemez. Böyle bir girişim dinle oynamak, onu maniple etmek olur. Zaten bu aklen de mümkün değildir....


...sünnetin getirdiği hükümler belki de zaten Kur'an-ı Kerim'de vardır da onu ancak peygamberi bir seziş çıkarabilirdi. Öyle de oldu. Bu çıkarma/istinbat sünnet imbiğinden geçmesi şartıyla, âlimlerin içtihatlarıyla devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Siz bir şeyin hükmünü Kur'an-ı Kerim'de ya da sünnette bulamıyorsanız başvuracağınız merci, 'ehli zikir/ilmiyle amil' âlimlerdir. Onların içtihatlarının dışına çıktığınızda da dinî olanı terk etmiş, nefsinize uymuş olacaksınız. Onların içtihatları hatalı olmuş olabilir. Bir müçtehidin hatalı bir içtihadına uyma, nefsine göre yaşamaktan evladır. Bu noktada diğer âlimlerin görevi de, doğru olanı bulma çabası/içtihadı göstermeleridir....



Yazını tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/kuranla-celisen-hadis-olabilir-mi-2021848

13 Eylül 2015 Pazar

535.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-7

Sünneti anlamamanın anlamı

"....Sünnet Hz. Peygamber'in İslam'ı bütünüyle uygulama tarzıdır ve Kur'an-ı Kerim'in canlı halidir, onun hatasız bir uygulamasıdır. Bu anlamda sünnet bütünüyle İslam'dır. Farzıyla, vacibiyle, 'sünnetiyle', müstehabıyla, edebiyle…
Sünnetin devreden çıkarılmasıyla İslam'ın sadece hukuki yönü değil, ahlakî ve imanî yönü de anlaşılmamış olur ve Kur'an-ı Kerim'deki genel hükümler herkesin farklı anlayacağı göreceli talimatlar haline gelir. Din oyuncak hamuru gibi herkesin elinde farklı bir şekil alır, kısaca Hıristiyanlığa dönüşür. Gayba ve ahirete imanın teferruatı olan şefaatin mahiyeti, kabir azabı, hesapla mizanla, sıratla ilgili detaylar bizim nev-zuhur ulemamızda olduğu gibi alay konusu yapılır. Burada da bir Yahudileşme ortaya çıkar. Çünkü Yahudilik'te ahiret meseleleri devreden çıkarılmış ve ahirete iman, varla yok arasında belirsiz bir hale getirilmiştir. Belki bu sebepten dolayıKur'an-ı Kerim'de Allah'a imanın yanında çoğu kez ahirete iman da vurgulanır. Oysa Allah'a iman ahirete imanı zaten içerir, artık onun söylenmesine gerek kalmaz denebilirdi. Ama onun ayrıca vurgulanması, Allah'a hakkıyla imanın ancak, ahirete de kesin imanla tamamlanacağını anlatmak için olmalıdır....."


Yazını tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunneti-anlamamanin-anlami-2021757

8 Eylül 2015 Salı

532.MELEKLER ve CİNLER SAHABE midir?-1-İhsan Şenocak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Sahabi arkadaş/dost olmak anlamına gelen sohbet/suhbet kelimesinden müştak bir kelime. Bunun için muayyen bir ölçü yok, “sahabi” az ya da çok başkası ile birlikte olan herkese şamil. Bu yüzden; “falanca ile bir yıl, bir ay, bir gün ve hatta kısa bir an beraber oldum” derken sahibe/beraber oldu fiili kullanılır. Kelimenin sohbet çerçevesinde kazandığı geniş anlam, günün belli bir anında Allah Rasulü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ile birlikte olan kişiyi de içine almaktadır.
Sahabi olmanın ve de o duruş üzere kalmanın “nasıllığı” ulema indinde farklı mütalalara neden olmuştur. Muhaddislere göre; Allah Rasülü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)müslüman olarak bir defa gören kişi sahabidir. Fakat O’nu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)mümin olarak görenin iman üzere ölmesi şarttır.[1]

 Sahabi olma şerefine nail olan, ardından irtidat eden sonra tekrar müslüman olan fakat yeni halinde Allah Rasülü’nü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) göremeden ölenler tarifin dışında kalırlar. Bu yüzden Kurre b. Meysere, Eş’as b. Kays gibi bir ara irtidata irtikap edenler Ebu Hanife ve Şafi’ye göre sahabi kabul edilmezler.[2] İrtidat ameliyesi kişinin bütün amellerini iptal ettiği gibi sahabi olma payesini de alır-götürür.[3]

Allah Rasülü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görmenin nasıllığı ile ilgili mülahazalar şu çerçevededir: Kişi bizatihi O’nu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görmeyi kast ediyor, ya da başkası vesile oluyor, bizzat O’na (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bakıyor, ya da hedefinde başkasını görmek varken gayri ihtiyari olarak bakışları O’na (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alıyor.[4] Eğer bütün bu bakışların öncesinde iman varsa “gören” kişi sahabi kabul edilir.

Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görmek, “O’na (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)mülaki olmak” anlamında değerlendirilmelidir. Zira İbn Ümmi Mektum gibi Efendimiz’i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dünya gözü ile göremeyenler de tereddütsüz sahabidir.[5] Sağını solunu birbirinden ayırabilen veya “sözü anlayıp karşılık verebilecek” derecede bir dirayete malik olan çocuklar da sahabidir.[6]

Ebu Zueyb El-Hüzeli gibi O’nu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ölümle defn arasında görenler yaşarken görme bahtiyarlığına eremediklerinden sahabi kabul edilmezler.[7]

Ez cümle sahabi; Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), risalet vazifesinin başlangıcından Ezeli ve Ebedi dostu olan Allah Teala’ya irtihal edişine kadar devam eden süreç içerisinde mümin olarak gören ve o hal üzere vefat eden kişidir.

Melekler Sahabe midir?

Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mümin olarak gören ve o hal üzere ölen “herkes” zarfında insandan başka kimler var? Hz. Cebrail bazen asli suretinde bazen de Dihyet-i Kelbi hüviyetinde O’nunla (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görüşmüştür. Görüşme aşikar olduğuna göre melekler de sahabi midir?

Bütün zamanları ibadete ayarlı olan ve bu yüzden nafile ibadet yapmaya dahi zaman bulamayan meleklere peygamber gönderilip gönderilmediği, gönderildi ise Allah Rasulü’nün 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashap kadrosuna dahil olup-olmadıkları ihtilaflıdır. Fahruddin Razi “Esraru’t-Tenzil” adlı eserinde risaletin melekleri bağlamadığı noktasında icmanın olduğunu nakletmektedir. Fakat icma olduğuna itiraz edenler de vardır. Takiyyuddin Sübki Allah Rasulü’nün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)meleklere de gönderildiğini söylemektedir.[8] Fakat tercih edilen, risaletin meleklere şamil olmadığı görüşüdür.

Cinlerin Durumu

Peygamberlere vahyedilen hakikatler cinleri de bağlar. Çünkü insanlar gibi mükelleftirler. İrade ve ihtiyarları vardır. İbadet için yaratılmışlardır: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[9] Öldükten sonra diriltileceklerdir. İsyankar olanları cehennemde cezalandırılacaktır.[10]

Cinlerin varoluş gayeleri Allah Teâla’ya ibadet etmektir: Neye ve nasıl iman ve ibadet edeceklerini ise peygamberlerden öğrenmişlerdir: “Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olduklarında (birbirlerine) ‘susun’ demişler, Kur’an tamam olunca da uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun.”[11] Bu ayetler bir çok açıdan cinlerin mükellef olduklarına işaret etmektedir:

* Allah Teâla cinleri Kur’an’ı dinleyip iman etmeleri, emirlerini uygulayıp yasaklarından sakınmaları için Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dinlemeye yöneltmiştir.

* Cinler, Kur’an’ı dinlediklerini, anladıklarını ve O’nun doğruya ulaştıran kitap olduğunu kabul ettiklerini haber vermektedirler. Onların bu beyanı Musa’yı (a.s), O’na indirilen Kitabı, Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiğini ve dosdoğru yola ilettiğini bildiklerini göstermektedir.

* Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görüp, Kur’an’ı dinleyen cinlerin milletlerine; “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun.” diye çağrıda bulunmaları, mükellef olduklarına, haber verdiklerini doğrulamak, emrettiklerine de itaat etmek suretiyle Allah Rasulü’nün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) davetine müsbet karşılık vermekle emrolunduklarına delalet etmektedir.[12]

Cinlerin tamamının mükellef olduğu, bir kısmının Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)dinleyip iman ettiği[13] dikkate alındığında içlerinde sahabi vardır. Çünkü Hz Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanlara olduğu gibi cinlere de gönderilmiştir: “Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren Allah, yüceler yücesidir.”[14] Bütün müfessirler cinlerin de ayette geçen ‘âlem’ kapsamına girdiği noktasında icma etmişlerdir.[15]

“Kalk uyar.”[16] ayeti mutlak olduğundan akıl sahibi bütün canlıları kapsar. Cinler de bu bağlamda değerlendirilir. Çünkü onlar içerisinde de sefihler, cehenneme girecekler vardır.

İbn Hazm bu noktada şunları söylemektedir: “Allah Teala cinlerden bir grubun iman ettiğini, Hz. Rasulullah’tan 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kur’an dinlediğini ve içlerinde faziletli sahabilerin yer aldığını bizlere bildirmektedir.”[17]

Ne var ki pozitivizmin gücüyle sarsılan bazı modernistler cin bahsinde bir takım garip te’villere giderek “cin” gerçeğini çarpıtmışlardır. Kainatta olan her şeyde sebep-sonuç prensibinin hakim olduğunu iddia eden Ahmed Han bu noktada pozitivizme öylesine teslim olmuştur ki; beş duyunun algı sahasına girmeyen her şeyi reddetmiştir. Melekleri insandaki sezgisel bilişin, sudaki akışkanlık ve taştaki katılık gibi yaratılmış nesnelerin hususiyetleri olarak te’vil eden Ahmed Han[18] Kur’an’ı Kerim’de geçen “cin” kelimesinin kapsamı hakkında da şunları söylemiştir: “Cin kelimesi beş yerde ‘can’la aynı anlama gelmekte ve bunlar şer, hastalık ve diğer olumsuzlukların yansımaları olarak anlatılmaktadır. Diğer yerlerde geçen “cin” kelimesinden ise çöllerde, tepelerde ve ormanlarda yaşayan yabani insanlar kastedilmektedir.[19]

Modernizmin Mısır ayağında yer alan Muhammed Abduh da cinlerle alakalı Ahmed Han’ınkine benzer mütalalar serdetmiştir. Mücize ve keramet gibi harikulade, melek ve cin gibi de gözlem alanına girmeyen varlıkları te’vil ya da reddeden modernistlerin etkin ve de yeni olanlarından Muhammed el-Behiy “Ahkaf” ve “Cin” sürelerinde geçen cinlerle alakalı şunları söyler: “Bunlardan, Medine’den Mekke’ye gelen ve kimse görmeden Allah Rasülü’ne 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iman eden insan topluluğu kastedilmektedir”[20]

Allah Teâla’nın te’vile imkan vermeyecek bir dille yarattığını ifade ettiği, mükellef olduklarını belirttiği, Hz Rasulullah’ı 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görüp ondan Kur’an dinlediklerini bildirdiği ve bu dinleme neticesinde içlerinde mü’minlerin olduğunu izhar ettiği cinlerin varlığı bedihi bir hakikattir. O halde insanlar arasında olduğu gibi cinler içerisinde de bir çok sahabi vardır.

Devam edecek....

İhsan Şenocak

Dipnotlar:

[1] Ali b. Muhammed b. el-Kari, Şerh-u Şerhi Nuhbeti’l-Fiker, (tah. Abdu’l-Fettah Ebu Ğudde), Daru’l-Erkam, Beyrut, ty., s. 576.
[2] İzzuddin İbn Esir Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezeri, Usdu’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ty., I, 11.
[3] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.
[4] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.
[5] Bkz. Ali el-Kari, a.g.e., s. 548-579.
[6] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usûlu, İfav, İstanbul, ty., s. 81.
[7] İbn Esir, a.g.e., I, 10.
[8] Ahmed b. Ali b. Hacer b. Askalani, el-İsabe fî Temyizi’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, I, 10.
[9] Kur’an, Zariyat(51): 56.
[10] Anne karnında örtülmesinden dolayı döl suyuna “cenin”, birbirini örten ağaçlarının çokluğundan dolayı ebedi kurtuluş yurduna “Cennet”, göğsün örttüğü kalbe “cenan”, aklı örtülene “mecnun” denir. Gözleri perdeli olduklarından dolayı meleklere de “cinne” adı verilmiştir. Cinlere bu adın verilmesi ise, gözlerden gizlendikleri ve görülmediklerinden dolayıdır. Bkz. Abdulkerim Nevfan, Âlemu’l-Cinn fi Davi’l-Kitabi ve’s-Sünne, Riyad, 1999, s.11-58.
[11] Kur’an, Ahkaf(46): 29-30-31.
[12] Şemsuddin Ebu Abdillah Muhammed İbn Kayyım el-Cevzi, Tariku’l-Hicreteyn ve Babu’s-Saâdeteyn, el- Matbaatu’s-Selefiyye, Kahire, 1394, s. 421.
[13] Kur’an, Cin(72): 2.
[14] Kur’an, (Furkan(25): 1.
[15] İbn Hacer, İsabe, I, 11.
[16] Kur’an, Müddessir(74): 2.
[17] İbn Hacer, İsabe, I, 14.
[18] Mustafa Öz, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, ”Ahmet Han” Maddesi, İstanbul, 1989, II, 74.
[19] Öz, a.g.m., II, 74.
[20] Muhammed el-Behiy, Min Mefahîmi’l-Kur’an fi’l-Akideti ve’s-Sülük, Matbaatu’l-İstiklali’l-Kübra, Kahire, 1973, s.133.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Eylül 2015 Pazar

531.FARUK BEŞER'in "Namaz" ile ilgili bir yazısı

..."İslam eşittir namaz diyebiliriz. Denklemi tersine çevirip, namaz eşittir İslam da diyebilirsiniz. Onun için “namazı dosdoğru kılan dinini yapmış, terk eden ise dinini yıkmıştır” buyrulur.

Onun için namazını dosdoğru kılan bir mümine, İslam'ın diğer hiçbir emri artık zor gelmez, namazını terk eden ise İslam'ın yasakladığı her şeyi, fırsat bulursa yapabilir. Çünkü Allah'a şirk koşma dışında namazı terk etme kadar büyük bir günah yoktur....

...Namaz en büyük zikirdir. Allah, 'beni zikir için namaz kıl' buyurur. Zikir, anmak, düşünmek demektir. Demek ki böyle olmayan bir namaz zikir olamaz. Bunun için Hz. Peygamber (sa) “Kişinin namazından nasibi, düşünerek kıldığı kadarıdır” der....


...Hz. Peygamber “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılın” buyurur. O düşüne düşüne kılardı. Her ayette dururdu, durulmasını emrederdi, ayetleri birbirine ulamazdı/vasletmezdi, belli bir makamla okumazdı, okurken bağırmazdı, her rüknü diğerinden küçük de olsa bir duruşla ayırırdı. ..."



Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/namaz-ve-eli-opulesi-imamlar-ve-muftuler-2020623

4 Eylül 2015 Cuma

530.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-6

Yine sünnet ve vahiy
......"İslam tarihi boyuncahiçbir mezhepten hiçbir âlim Sünnetin dini bir bilgi kaynağı olmadığını söylememiştir. Kendi görüşlerine destek olsun diye hadis uyduranlar, bazı hadisleri kendi görüşüne aykırı olduğu için reddedenler, naslara sakat yorumlar yapanlar çıkmış ama sünneti devreden çıkarmak kimsenin aklına gelmemiştir. Tabii ki, biz de kabul ediyoruz, biz de onun değerini biliyoruz, diyerek, kendi modern akıllarına göre özgür fikirlerine ruhsat vermeyen hadisleri güvenilmez sayıp reddedenler, Sünnetin değerini anlamış olamazlar. Aksine onlar Sünnet yerine kendi görüşlerini üstün tutuyorlar. ".......


Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/yine-sunnet-ve-vahiy-2020588

1 Eylül 2015 Salı

527.TELKİN VERMENİN HÜKMÜ

Dün yayınladığım Hayrettin Karaman'ın yazısında telkinin bidat olduğundan bahsedilmişti. Bu konuyla ilgili Nurettin Yıldız ve Faruk Beşer'i de dinlemenizi öneririm.


"Ölü kabre konduktan sonra ölüye telkin vermenin hükmü etrafındaki görüşleri kabul edenler ve reddedenler olarak ikiye ayırabiliriz. Telkin, ölüye meleklerin sualinde yardım etmeye yönelik bir ameldir. Bir bid’at olduğunu söyleyenlerin yanında müstahap olduğunu söyleyenler de vardır. Fukahanın umumuna göre müstahaptır. İbni Teymiye gibi bid’at konusunda müteşeddit biri bile bunu bid’at olarak görmemiştir. Ama telkin vacip de değildir." NUREDDİN YILDIZ




FARUK BEŞER'İN cevabı için:

http://www.dailymotion.com/video/x8xr7x_telkin-vermek-olunun-duymasi_people